Ucunda mahpusluk ya da yüklü tazminat cezaları gibi tehlikeler olmasa bizim memleket gazetecilik mesleği açısından bir nimet aslında. Elin memleketlerinde gazeteciler, “bugün ne yazsam” sıkıntısıyla mustaripken biz ise “hangisini yazsak birader” diyerek pirinç ayıklar gibi gündeme düşenleri ayıklamakla cebelleşiyoruz.
Hafta başında “Kemalizm virüstür” diye tweet atan ve bu paylaşımını konuşmak için çağrıldığı stüdyoda moderatöre “Otur bakiyim yerine!” diye komut veren malum yalı eşrafının küçük mahdumunu yazacaktık güya. Yok öyle eleştirel bir yazı da olmayacaktı.. Zira söylediği “Kemalizm bir virüstür” sözlerine katıldığımı yazacaktım. Evet, Kemalizm bir virüstür. Ancak bu virüs, girdiği bünyelerde birbirinden farklı iki semptom gösteriyor. Bazı bünyelere sirayet ettiğinde, beynin daha iyi çalışmasına, aydınlanmasına ve analitik düşünmesine yol açarken bazılarında ise ters etki yapıyor. Beyni kemiriyor, düşünme ve algılama yeteneğini zayıflatıyor, kartvizitinde bilim insanı yazsa bile IQ’sunu vasatın altına çekiyor.
Ama öyle bir memlekette yaşıyoruz ki birader, her güne yeni aksiyonla uyanıyoruz. Yazacağın konu, bırakın günü, saat başı değişiyor.
Sabah sabah güne yine hareketli başladık. HDP eski yöneticileri, milletvekili ve belediye başkanlarına yönelik operasyon haberini aldığımızda, daha haber portallarına göz atmadan operasyonun amacına ve olacaklara yönelik kurguyu da yaptık. 2014’te meydana gelen ve 50 yurttaşımızın ölümüne neden olan, kamuoyunda “Kobani olayları” olarak bilinen eylemle ilgili dört yıl önce dava açılmış, tutuklamalar yapılmış, tutuklular daha sonra serbest bırakılmış, hatta haksız tutuklu kalanlara AYM tarafından tazminat ödenmesine karar verilmişken balayından dönen meşhur savcımız işe başlar başlamaz bu dosyayı yeniden açmış.
Vallahi balayı yaramış savcımıza.
Böyle bir dava bekliyor muyduk? Sizi bilmem ama ben bekliyordum. “Kobani olayları” olmasa bile HDP üzerinden geniş çaplı bir operasyon bir süreden beri beklediğim bir şeydi. “Ne oldu da bekliyordun” diye soruyorsunuz haklı olarak. Anlatalım o zaman.
Bir taşla yedi kuş
Merkez Bankası’nın politika fazini artırmasına rağmen piyasaların ateşinin sönmemesi.
Sarraf davası, Trump sayesinde bugüne kadar üstü örtülerek zamana yayıldı ve Türkiye’deki ayağı ifşa edilmedi. Ama Sarraf’ın para kuryesi konuşunca, bu dosya yeniden açılacağa ve 800 milyon doların Türkiye’deki hangi etkili kişi ya da kişilere rüşvet olarak verildiği bilgisi öyle görünüyor ki flaş olmak üzere.
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in, “Türkiye, Suriye’deki PKK uzantılı örgüte operasyon yapmayacağı sözü verdi” açıklamasının yarattığı panikleme vaziyeti.
İYİ Parti’de yaşanan kurultay krizini avantaja çevirme ve ülkücü kanadın HDP operasyonu üzerinden arıza çıkarmasına zemin hazırlama.
HDP’ye yapılacak hukuksuz bir operasyona itiraz edecek CHP’ye karşı “gördünüz mü bak, Kobani olaylarında 50 kişinin ölümünden sorumluları nasıl da savunuyorlar” algısına abanma çabası.
Epeydir kayyım atamak istedikleri ancak ne siyasi ne de belediyecilik anlamında suç unsuru bulabildikleri Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen’i başkanlıktan indirme sevdası.
Kobani olayları sırasında hazırlanan bildiride imzası olmadığı ve o toplantıya katılmadığı halde 9 ay tutuklu kalan Ayhan Bilgen’in salınması ve kendisine tutuklu kaldığı süre için tazminat ödenmesine karar veren AYM ile hesaplaşma.
Bir taşla birkaç kuş. Hem hükümeti zorda bırakan konular gündemden düşecek hem de Millet İttifakı’nı oluşturan partilerin arasına HDP operasyonuyla nifak sokulacak.
Peki, Kobani olaylarına gelinceye kadar neler oldu?
Kobani’yi IŞİD kuşatmasından kurtarmak için Türkiye topraklarını peşmergelere ve PKK’lilere açan karara kim imza attı?
Onlara yolluk olsun diye lahmacunları bugün gözaltına alınan HDP’liler mi ikram etti?
Hendek savaşlarında kullanılan roketattarlar, ağır silahlar bölgeye ne zaman sokuldu?
Açılım sürecinde valilere güvenlik görevlilerine “operasyon yapmayın” talimatını kim verdi?
Bu soruları sormanın şimdi sırası değil, önemli olan zarf değil mazruf.
Yargımız “Altın Çağı”nı yaşıyor...