Rahmetli dedem, yani babamın babası, fanatik bir CHP’liydi. 1950’lerde kaydolduğu CHP’nin kimlik kartı, ondan kalan diğer emanatlerle birlikte hâlâ bende. CHP fanatikliğinin yanında bazen ölçüyü de kaçıran muzipliği ile bilinirdi. Bu özelliği bazen yanlış anlamalara da yol açardı. Babaannemin iki kız, üç erkek kardeşi vardı. Bu erkek kardeşlerinden en küçüğü olan Mustafa Dayı’yı üniversiteye gidene kadar hiç bizim evde görmedim. Zira dedemle küslerdi. Sorduğum zaman “Hiç, parti davası” deyip geçiştirirlerdi. Mustafa Dayı, 25 yıl süre ile ablası olan babaannemi ve yeğenlerini bile görmeye gelmedi. Onu ancak diğer akrabalarımızın evinde görmek mümkün oldu. Meğer dedemle küslüklerinin nedeni 27 Mayıs ihtilaline dayanıyormuş. Adnan Menderes idam edildiğinde dedem kayınbiraderine başsağlığı mektubu mu, telgrafı mı ne göndermiş. Mustafa Dayı da bunu “Vay benim acımla dalga geçiyor” diye yorumlayıp küsmüş. Ta ki aileyi yasa boğan bir ölümün ardından barıştılar. Babaannem de bu sayede yıllarca görmediği kardeşine sarılıp koklama şansına erişti. Dedeme bir gün sordum:
- Dede ya; Menderes’i taparcasına seven, salonunda Menderes’in çerçeveli resmini ölene kadar asılı tutan Mustafa Dayı’ya neden o telgrafı çektin? Hiç hoş olmamış...
Dedem:
- De buyur? Adamın adı çıkacağına canı çıksın diye boşuna dememiş eskiler. Ben dalga geçmek için değil, Menderes’i çok sevdiği için başsağlığı dilemek istedim, ama o yanlış anladı. Amaan o da inatçı keçinin tekiydi. Ben onunla dalga geçecek biri olsam benim iş ortağım Hayri Doğan DP milletvekili Hüseyin Doğan’ın oğlu; o benimle küserdi, diyerek savunmuştu kendini.
27 Mayıs darbesi, sözüm ona toplumu kutuplaştıran DP iktidarının bu politikalarına karşı yapılmıştı. Ama bırakın kutuplaşmayı ortadan kaldırmayı, anlattığım aile öyküsünden de anlaşılacağı üzere aileleri bile ayrıştırmış.
27 Mayıs darbesi ilk olması nedeniyle, darbenin ne menem bir şey olduğu ilk başta çok da anlaşılmadığından DP’nin istibdad yönetiminden bunalmış halkın bir kesiminde sevinçle karşılandığı doğrudur. Ancak çok geçmeden, özellikle de Yassıada yargılamaları sırasında yaşanan kepazelikler, idamlar, siyasi yasaklar, üniversiteden solcu öğretim üyelerinin de aralarında bulunduğu 147 akademisyenin üniversiteden ihracı, basına uygulanan baskı ve sansürler, 27 Mayıs sabahı “Yaşasın Hürriyet” diye bağıranların da vicdanlarını kanatmıştır. O günden beri siyasette de bitmeyen rövanşist politikaların önünü açmıştır.
Altun gibi operasyon
Darbeden sonra oluşturulan 1961 Anayasası’nda devrim niteliğinde özgürlükçü pek çok madde ilk kez yer almıştır. Ancak bu özgürlükçü maddelerin getirilmesinin yanında MGK kurulunun kurulması, DP’lilere siyaset yasağı getirilmesi ve senatoda Tabii Senatörlük gibi kendilerine kontenjan ayrılması da tam darbecilere özgü bir mantığın ürünüdür. Özgürlükçü anayasa maddelerinin yüzü suyu hürmetine bu yasakçı ve vesayetçi maddeleri gözrmezden gelemeyiz. DP yöneticilerinin hukuk iğfal edilerek yargılanmaları ve idam edilmeleri nedeniyle DP dönemindeki hukuksuzlukları, baskıları görmezden gelemeyeceğimiz gibi...
Bu yıl 27 Mayıs nedeniyle iktidar cenahında ve medyasında bir vaveyladır koptu. Sanki 27 Mayıs dün olmuş ya da yeni duymuşlar gibi. 27 Mayıs’ın 100. yıldönümü ya da 15 Temmuz darbe girişiminin ertesi yılı olsa anlaşılabilir bir durum. Geçen yıl, ondan önceki yıl böyle bir toplu refleks olmamış. Hayra alamet bir durum değil. Havuz medyasındaki yazıların içeriği de neredeyse bire bir aynı. Darbeyi CHP ve Cumhuriyet gazetesi ile ilişkilendirmek için bir çaba bir çaba... Zaten bir süredir bir “darbe” pandomimi başlamıştı. İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Allah var iyi çalışıyor. Aldığı çifte maaşları hak ediyor. Ama bu kadar toplu refleks ve aynı tezleri kullanma, operasyonu açık ediyor. Biraz daha dikkat...
Söyleyene bak
Darbeyi yapan “On Dörtler”den Numan Esin, Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal, Ahmet Er ve Dündar Taşer siyasete atılınca CHP’ye mi girdiler? Bu ihtilalci subayların hepsi sonradan adını MHP olarak değiştiren CMKP’ye Alparsan Türkeş’le birlikte katılmadılar mı? MHP darbeci gelenekten gelmiyor CHP geliyor he mi?..
DP’nin devamı olarak kurulan AP, 27 Mayıs’ın aktörlerinden Cevdet Sunay’ın görev süresini uzatırken, 12 Mart’ta İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olan ve Ziverbey’de solcuları işkenceden geçiren Faik Türün’ü, Ankara Sıkıyönetim Komutanı Ali Elverdi’yi, Deniz’lerin idamını isteyen Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi Savcısı Baki Tuğ’u milletvekili yaparken darbeci değil ama CHP?
Hayran oldukları 12 Eylül darbe hükümetinin başbakan yardımcısı Özal darbeci değil; 12 Eylül’de CHP yerine kurulan SODEP seçime sokulmuyor ama CHP darbeci.
FETÖ’nün darbe yapmak için ilmek ilmek ördüğü kumpas davalarıyla ordudaki tasfiye hareketine destek veren AKP, köşelerinde alkışlayan, ekranlarda savunurken kendinden geçenler, Hocaefendi’ye ve Zekeriya Öz’e hayranlıklarını ölçüsüzce dile getirenler darbeci değil, 1960 Anayasası’nda özgürlükçü maddelere atıf yapanlar darbeci. “Ama biz 17/26 Aralık’tan sonra bıraktık onları canım?” demek sizleri kurtarıyor ama 60 ihtilaline desteklemese bile kuvvetli itiraz etmeyen CHP, o tarihten beri darbelere karşı duruşuna rağmen yine de darbeci?
Sahi, bir ülkede darbe yapılınca ne oluyor? Bizim komşunun oğlu Bilal’in anlayacağı şekilde, tane tane anlatalım... Anayasa rafa kaldırılıyor ve darbeciler kendi hukuklarını uyguluyorlar. Meclis ya kapatılıyor ya işlevini yapamaz hale getiriliyor. Peki, DP döneminde ve bugün AKP döneminde olan ne? Millet iradesiyle gelmek, hukuku kendine göre tahrif etmeye, parlamentoyu dekor olarak kullanmaya, basına ve muhalefete terörist muamelesi yapmaya cevaz mı veriyor?