Halkın cebinden çıkmayan eller

Haber Tarihi: 17.11.2021

Merkez Bankası faiz istatistiklerine göre, bankalar bir yıllık mevduata ağırlıklı ortalama olarak yüzde 13,1 faiz veriyor.

Mevduata verilen bu nominal faiz TÜFE'ye göre yüzde eksi 5,7 reel faiz demektir. Yani bankaya mevduat yatıranlar, ayrıca 100 lira için bankaya 5,7 lira reel kaynak, satın alma gücü aktarmış oluyorlar. Bu aynı zamanda tasarruf sahibinin bankaya gizli vergi vermesi demektir.

Bankalar halktan topladıkları her 100 liralık mevduat için yüzde 13.1 faiz veriyor. Yani bankaya bu 100 lira 113,1 liraya mal oluyor. Ama aynı 100 lirayı yüzde 24,71 faiz oranı ile tüketiciye kredi olarak veriyorlar. Bu işlemden dolayı her 100 lira için 10,26 gelirleri oluyor. Verdikleri faiz ile aldıkları faize oranlarsak; yüzde 88,6 oranında kâr ediyorlar.

Kredi kartlarından aylık yüzde 2,28, yıllık yüzde 27,36 oranında gecikme faizi alıyorlar, TÜFE'nin etkisi giderildikten sonra yani reel faiz oranı eksi yüzde 5,7 demektir.

Dahası banka ve kredi kartlarında azami faizi Merkez Bankası belirliyor. Ancak 21 banka ve katılım bankası içinde iki banka hariç, hepsi gecikme faizini aynı orandan alıyor. Piyasa ekonomisi içinde rekabet yoksa, bunun adına kartelleşme denilir.

Yine, bankalar verdikleri kredilere aylık faiz üstünden, topladıkları mevduata yıllık faiz üstünden işlem yapıyorlar. Aylık faiz uygulaması belirsizliğin tescilidir. Dünyada başka bir ülkede olduğunu sanmıyorum.

20 senedir bankalar ile ilgili bu sorunları dile getiriyorum. Sonuç yok. Milletvekilliğimde bankalarda aylık faiz yerine yıllık faiz uygulamasına gidilmesi ve banka kârlarına limit getirilmesi için kanun teklifi vermiştim. AKP oyları ile reddedilmişti.

Küreselleşme; aynı zamanda piyasada ve siyasette, spekülatif sermaye hâkimiyeti getirdi tezinin Türkiye için de geçerli olduğunu gösteriyor.

Türkiye'de Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ), vesayet sözleşmesidir. KÖİ modelinde kâr müteahhidin, zarar halkındır. Böyle bir anlayış piyasa ekonomisi mantığına uymaz. Bu yolla yapılan köprüler, geçitler kara yolları, hastaneler ve hava alanları, kârı müteahhitlere ait olmak üzere, yap işlet devret modeline göre de yapılabilirdi. Ama modelde müteahhidin kârı talep garantisi ile sağlama bağlanmıştır. Zarar ise halka sosyalize edilmiştir.

Talep garantisinin hangi fizibilite hesabına göre verildiği, halka ne kadar daha yük getireceği belirsizdir.

Söz gelimi Kütahya-Afyon-Uşak illerine hizmet vermek üzere yapılan Zafer Havalimanı için, 2020 yolcu garantisi 1 milyon 279 bin iken, fiili yolcu sayısı 7 bin kişi oldu. Bu garanti nedeni ile, yapan firmaya 6 milyon 738 bin Euro ödendi. Bu ödeme 2044 yılına kadar devam edecektir.

Bu yolla müteahhitlere ve dolayısıyla müteahhitlerin bağlantılı olduğu kişilere veya kesimlere bütçeden aktarılan bu kaynaklar yanında ayrıca özellikle köprü, alt geçit ve paralı yollarda dünya ortalama fiyatlarının çok çok üstünde fiyat politikası ile de halktan gelir transfer edilmektedir.

Söz gelimi 2021 Temmuz ayında İstanbul-İzmir otoyolu otomobil, otobüs sınıfı araçlar 696,50 lira ve TIR'lar 1165,5 liradır. İzmir'den İstanbul'a sebze ve meyve getiren bir TIR, 2331 lira ödeyecektir. Bu şartlarda navlun maliyetlerinin fiyatlara yansıması ve Türkiye'de gıda fiyatlarının artması kaçınılmazdır.

Sayıştay 2020 kamu kurumlarını denetim kapsamında yapılan karayolları denetim raporunda ''kamu-özel iş birliği yoluyla yapılan yatırımlarında, otoyollar için talep garantisi ödemelerinde kalan borcun 179,6 milyar lira olmasına rağmen Karayolları Genel Müdürlüğü bilançoda 81,7 milyar lira olarak göstermiştir" deniliyor.

İstanbul Ekonomi Araştırma tarafından, 2-5 Şubat 2021 tarihlerinde Türkiye çapında yapılan anket sonuçlarına göre halkın çoğunluğu Kamu Özel İşbirliği anlaşmalarını yanlış buluyor.

Bu ankete katılanların;

*Yüzde 53,1'i yatırımlar için vatandaşın vergisinin yeterli olacağını ve özel sektör ile iş birliğine gerek olmadığını,

*Yüzde 55,1'i kamu özel sektör iş birliği projelerinin şeffaf yürütülmediğini,

*Yüzde 68,5'i KÖİ yoluyla bazı şirketlere haksız kazanç sağlandığını,

*Yüzde 62'si özel şirketlere altyapı projelerinde talep garantisi verilmesini doğru bulmadığını söylüyor.

Kamu-Özel İşbirliği yoluyla yapılan bir yatırımları doğrudan devlet bir fizibilite hesabına göre yapmış olsaydı veya ''yap-işlet- devlet modeli ile özel sektöre ihale etmiş olsaydı, boş hava alanları gibi ölü yatırımlar olmazdı. Parayı yalnızca hizmeti kullanan öderdi. Kullanmayanlar ödemezdi. Bütçe vesayet altına alınmazdı.








ESFENDER KORKMAZ İsimli Yazarın Diğer Yazıları