Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel: “Beyefendiye Beşli Çeteler Ağır Gelmiyor, Emekliler Ağır Geliyor”

Haber Tarihi: 23.07.2024

CHP GENEL BAŞKANI ÖZGÜR ÖZEL:

-“DEVLET BEY’İN DEDİKLERİNİ CÜZDANINIZDA GÖRMÜYORSANIZ, YERİNİZ SÖZDE MİLLİYETÇİLERİN DEĞİL TÜRKİYE İTTİFAKI’NIN İÇİDİR”

-“AKP VE MHP SAMİMİ OLSALAR, BU KANUN TEKLİFİNE HAYVAN HAKLARI FONUNU KOYARLAR”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, TBMM grup toplantısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Bunların sırtında küfe yok’ ifadesini eleştirerek, “Biz en düşük emekli maaşının bir asgari ücret olmasını söyledik. Tayyip Bey buna dertlenmiş, demiş ki ‘Bunların sırtında küfe yok.’ Vallahi aslında ben de onu söylüyorum. Ben küfe istiyorum, Cumhuriyet Halk Partisi olarak küfe istiyoruz. Millet sana küfeyi verdi. Küfenin içine emekliyi koyuyorsun, taşıyamıyor, ağır geliyor. Küfenin içine asgari ücret koyuyorsun, taşıyamıyor. Tarım, çay üreticisi beyefendiye ağır geliyor. Fındık üreticisi ağır. Üzüm, narenciye, buğday ağır geliyor. ‘Milletin efendisi’ denen çiftçiyi taşıyamıyor, ağır geliyor. Ama ‘47 tane firmanın vergi borcunu silelim’ deyince küfeyi taşıyor. O zaman beyefendiye beşli çeteler ağır gelmiyor, yandaş müteahhitler ağır gelmiyor, holdingler ağır gelmiyor. ‘10 bin lirayla geçinenlere asgari ücret ver’ diyorum. ‘Taşıyamam, ağır geliyor’ diyor. Bırak, ben taşıyacağım, ver küfeyi” ifadesini kullandı.

TBMM Grup Toplantısı’nda gündeme ilişkin konuşan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, “Bugün her Salı olduğu gibi 13.30’da grup toplantımıza katılmak üzere geldiniz ama yaklaşık yarım saat sizi beklettik. Bunun önemli bir gerekçesi var. Biraz önce İstanbul’da bir tören tamamlandı. 2024 yılında yapılacak olimpiyatlar için, 2024 Paris Olimpiyatları için ülkemizi olimpiyatlarda temsil edecek 102 sporcumuz uğurlanıyordu. O törenin tüm televizyonlarda eksiksiz yayınlanabilmesi için biz grup toplantımızı törenin bitişine erteledik. Çünkü istedik ki milli formayı taşıyacak, kazanacakları madalyalar ile hepimizi gururlandıracak, ay yıldızlı al bayrağı göndere çektirecek, İstiklal Marşımızı okuyacak kıymetli kafilemizi hep birlikte uğurlayalım, televizyonların bazılarında CHP Genel Başkanı, bazılarında milli sporcularımız olmasın dedik. Ben hepimiz adına, CHP ailesi adına tüm CHP’liler adına kafilemize başarılar diliyorum. En iyi sonuçlarla yurda dönmelerini bekliyorum” dedi. Özel “Biraz önce üzücü bir haber aldık. DEM Parti’nin Sayın Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın annesi, İpek Anne hakkın rahmetine kavuştu. Bakırhan ailesine Allah’tan rahmet diliyorum. DEM Parti’ye de bir kez daha CHP olarak başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz” diye konuştu. Özel, şunları kaydetti:

“ERZURUM KONGRESİ’NDEKİ KARARLILIKLA KURTULUŞU GERÇEKLEŞTİRDİLER”

“Bugün ulusal kurtuluş mücadelemizin dönüm noktalarından olan Erzurum Kongresi’nin 105’inci yıl dönümü. Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis, Van’dan gelen delegelerle toplanan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün kongre başkanlığını yaptığı Erzurum Kongresi manda ve himayeyi reddetmişti. 9’uncu Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’in Mustafa Kemal’in yanında durduğu ve Milli Mücadele’nin seyrini değiştiren bir kongreydi bu. ‘Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz’ diyen Mustafa Kemal Atatürk ve kongre üyeleri, o kongredeki kararlılıkla önce kurtuluşu gerçekleştirdiler, sonra kuruluşu. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk, o kongreye katılan herkesi ve Milli Mücadele’nin bütün kahramanlarını rahmet ve minnetle anıyorum.”

“HATAY TÜM CHP’LİLERİN DE ŞAHSİ MESELESİDİR”

“Bugün aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Benim şahsi meselem’ dediği Hatay’ın anavatana katılışının 85’inci yıl dönümü. 1918’den 1939’a kadar 21 yıllık mücadelenin sonunda Hatay, 23 Temmuz günü Antakya’daki Fransız bayrağını indirerek, Türk bayrağını kaldırdı. Bunun için o gün Hatay Millet Meclisinde oy kullanan, Hatay’ı Mîsâk-ı Millî sınırları içine katan, bugünkü sınırlarımızın şekillenmesinin kararını alan, o günkü tüm Hatay milletvekillerini rahmetle anıyoruz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsi meselem dediği Hatay, özellikle 6 Şubat depremi, o sırada yaşananlar, kurtarma çalışmalarındaki aksaklıklar, ardından verilen sözler, seçimdeki şantaj ve tehditler, oy sayımındaki hileler, yapılan itirazların bir bütün halinde reddedilmesiyle yaşanılan mağduriyetler, sakın ama sakın Hatay’ı ümitsizliğe savurmasın. Nasıl bu partinin kurucusunun şahsi meselesiyse, tüm CHP’lilerin Hatay şahsi meselesidir. Sonuna kadar yanlarındayız, Hatay’ı saygı ile selamlıyoruz.”

“50 YILDIR ADADA KİMSENİN BURNU KANAMADI”

“Geçtiğimiz hafta geniş bir heyet ile KKTC’deydik. Üç gün boyunca temaslarda bulunduk. Toplantılara katıldık. Heyetimizde önceki genel başkanlarımız Sayın Altan Öymen, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın vardı. Sayın Çetin ve Karayalçın ayrıca Dışişleri Bakanlığı görevlerinde bulunmuş, Sayın Çetin TBMM Başkanlığı görevinde bulunmuş, taşıdıkları bu geçmişlerinden, onurlu sıfatlarla hepimizin gurur duydukları siyasi geçmişleri, partimize ve Türkiye’ye katkılarıyla bizimle birlikteydiler. Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında görev yapan bakanlar kurulundan, iki bakanımız Sayın Çevikçe sağlık durumu el vermediği için yaşlı gözlerle Bodrum’dan izledi. Ama Sayın Önder Sav bizimle birlikteydi. O kabinenin en genç bakanı, 50 yıl sonra bizimle birlikte adadaydı. Ayrıca o günün, o kabinenin Dışişleri Bakanı, efsane Dışişleri Bakanı Turan Güneş o dönem Karaoğlan’la, Bülent Ecevit ile birinci harekât durdurulup, ikinci harekât için müzakereler Cenevre’de sürerken, giderken konuştu. ‘Anlaşırsak zaten açıklamayı hep beraber yaparız. Ama anlaşamazsak, zaman yitirmeden Mehmetçiğin adaya çıkması lazım. Ben telefonda kızım Ayşe’nin tatile çıkması gerektiğini söylersem, siz mesajı alın ve harekâtı başlatın’ demişti. Cenevre’de sonuç alınamayınca gerekli telefon geldi. ‘Ayşe tatile çıksın’ dendi. Mehmetçikler paraşütlerle, çıkartma gemileriyle adaya çıktılar. Adaya rahmetli Ecevit’in dediği gibi savaşa değil barışa gitmiştik. Siyasi hedefleri sağlayacak askeri hedeflere ulaşıldıktan sonra bir karış toprakta gözümüz olmadı. O günkü gücümüzle, taktik üstünlüğümüz, askeri üstünlüğümüzle günler içinde, tüm adayı alabilir, Türkiye’ye ilhak edebilirdik ama öyle yapmadık. Türklere ve Rumlara barış götürmeye gittik. O günden bugüne adanın statüsü istediğimiz noktada değil. Kıbrıs Türklerinin konumu istediğimiz noktada değil. Sorunlar var. Ama 50 yıl önce şuracıkta ‘Adaya barış götürmeye gidiyoruz’ dendi, 50 yıldır adada kimsenin burnu kanamadı. Biz geçen hafta o gün tatile çıkan Ayşe ile Turan Güneş’in kızı Ayşe Güneş Ayata ile birlikte 50 yıl sonra bir kez daha Kıbrıs’taydık. Onun şahsında babasını, Bülent Ecevit’i, dönemin koalisyon hükümetinde başbakan yardımcısı olan Necmettin Erbakan’ı, imzası olan bakanlardan hayatta olmayanları rahmetle, olanları minnetle anıyoruz. Bir kez daha CHP olarak 50 yıl sonra Kıbrıs Türkünün yanındayız. Kıbrıs davasının yanındayız.”

“ÇOK GÜZEL SELAMLAR, ÇOK SICAK DUYGULAR GETİRDİK”

“Hepiniz, hepimiz adına Kıbrıs’ta giderken yanımızda 174 Kıbrıs gazisi de vardı. Aslında 1974 gaziyi götürmek istedik, öyle bir başvuru vardı CHP’ye. Ama ne otel, ne uçak izin vermedi. ‘74 de olmasın, 174 olsun hiç olmazsa’ dedik. Resmi törenlerde gözyaşları ile geçitten geçtiler. Hepimiz çok duygulandık. Bir gün öncesinde Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı’nı Kıbrıs’ta, tüm siyasi parti liderlerini ziyaret ettik. Ayrıca Kıbrısımızın ikinci, üçüncü ve dördüncü cumhurbaşkanlarını, Sayın Mehmet Ali Talat, Derviş Eroğlu, Mustafa Akıncı’yı, hayattaki tüm cumhurbaşkanlarını ziyaret ettik. Ayrıca merhum Rauf Denktaş’ı oğlu Serdar Denktaş ile birlikte mezarı başında resmi törenle andık. Defteri imzaladık. Doktor Fazıl Küçük’ü, Kıbrıs Türkü’nün efsanevi lideri, Kıbrıs’taki direnişin komutanı, Rauf Denktaş’ın görevi devraldığı çok değerli başkanımızı ziyaret ettik, rahmet ve minnetle andık. Oğlu ve ailesi eşlik etti. Yani biz üç gün boyunca, 50 yıl önce hangi kararlılık, hangi sevgi, hangi CHP’nin ilkelerine bağlılıkla ama cesaretle Kıbrıs’taysak, bu sefer yine oradaydık. Oradan çok güzel selamlar, çok sıcak duygular getirdik. Bir kez daha buradan CHP grubundan Kıbrıs’ı selamlıyoruz. KKTC’yi selamlıyoruz.”

“TEK YUMRUĞUZ VE TEK YUMRUK OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ”

“İktidarı ve muhalefetiyle 1974 Barış Harekâtı, çok önemli izler taşır bu parlamento çatısı altında. 15’inde Makarios’u indiren darbe gerçekleşmiştir. Kıbrıs’taki mezalim iyice tırmanmakta, darbeciler zaten sürmekte olan mezalime yeni bir hedef koyup orada bir Kıbrıs Helen Cumhuriyeti ilan etmektedirler. Buna karşı bütün Türkiye ‘Ne yapacağız’ deyince, 18 Temmuz günü tutanakları açın, çünkü tutanaklar artık gizli oturum değil. 10 yıl geçti ve açıldı. Koalisyon hükümeti bu parlamentoyu gizli oturuma çağırmıştır. Başbakan dışarıdadır. Başbakan Yardımcısı Erbakan 18 Temmuz’da ‘Olanların farkındayız. Hükümete, bize güvenin gereği yapılacak’ diyerek, parlamentoya o günkü bilgiler ışığından en kestirme, en net, en doğru bilgilendirmeyi yapmıştır. Kapıdan çıkınca hiç kimse başka bir şey konuşmamıştır. 20 Temmuz günü Ayşe tatile çıkıp Kıbrıs’taki çocuklar, paraşütleri görüp ‘bizimkiler’ dediğinde bizimkiler yere inmeden Meclis’e çağrı yapılmıştır. Meclis bu sefer Başbakan Bülent Ecevit tarafından en ayrıntılı biçimde, ne oldu, hangi görüşülmeleri yaptık, ne için sonuç alamadık, ne yapıyoruz, hedefimiz ne, nerede duracağız? Bunu anlatmıştır. Kapının dışına çıkınca Süleyman Demirel’e mikrofon tutulmuş, ‘Türkiye Cumhuriyeti devleti olması gerekeni yapmıştır. İktidarıyla, muhalefetiyle bir kalp gibi Kıbrıs için atıyoruz, hükümetin arkasındayız’ demiştir. Milli meseleler, iktidarı, muhalefetiyle ülkenin çıkarını birlikte sahiplenmeyi, birinin eksik bıraktığını öbürünün tamamlamasını gerektirir. 74’ten alacak çok dersimiz, yürüyecek çok yolumuz var. Bu Meclis iradesine en yüksek saygıyı göstermek, bilgilendirmeyi yapmak, muhalefeti iktidar milletvekillerinden ayırmadan bilgilendirmek, muhalefet olarak da ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda kavga ve tartışmayı bir yana bırakıp tek yumruk olabilmek lazımdır. Biz konu Kıbrıs, Filistin, Bosna, Srebrenitsa’ysa, konu Türkiye’nin ve dostlarının çıkarıysa, tek yumruğuz ve tek yumruk olmaya devam edeceğiz.”

“MİLLİ EĞİTİM SORUNUNU GÜNDEMDE TUTMAYA DEVAM EDECEĞİZ”

“Geçtiğimiz haftanın yoğun gündemi içinde Gölge Milli Eğitim Bakanımız Sayın Suat Özçağdaş, gölge bakan yardımcılarımızın ve onların temas ettiği gönüllü çok sayıda eğitimcinin, eğitim emekçisinin katkılarıyla Anıtpark’ta 24 saat süren bir eğitim maratonu gerçekleştirdik. Bu eğitim maratonunda ilk konuşmayı benden istediler. Maratonun ilk 100 metresini ben koştum, sonra Sayın Özçağdaş’a devrettim. 92 konuşmacı, sabah 10’dan öbür sabah saat 10’a kadar ara vermeden, 21 ana başlıkta, 100 alt başlıkta Türkiye’de eğitimi konuştular. Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu konuştular. Öğretmenlere yapılan haksızlıkları, ‘atanamayan’ diye masumlaştırılıp atanmayan 1 milyon öğretmeni, onların diplomalarına yapılan yan kesiciliği, onların öğretmen sıfatını elinden alıp, öğretmen adayına çevirmeye çalışan, ‘Yılda 20 bin aday alacağım, onları atayacağım’ deyip 1 milyon öğretmene, öğretmen bugünden itibaren hiç eğitim fakültelerine öğretmen adayı almasak, 50 yılda öğretmenleri atayamayacaklar. Bugün 25 yaşındaki öğretmene 75 yaşında sıra gelecek. ‘Ama nasıl atayalım, akademiyi bitirmemiş’ diyecek bahane üretmeler. Atatürk’süz müfredat, bilim dışı müfredat, hurafelerle dolu müfredat, kendi başına hurafenin cisimleşmiş hali bu Milli Eğitim Bakanı’nın yaptıkları. Bundan önceki bakanların eğitimi getirdiği hal, ‘Ali yazar Veli bozar’ sistemiyle hepimizin çocukları açısından büyük eksikliklerinin olduğu milli eğitim sistemini enine boyuna konuştular. Sadece eleştirmediler. Kitabı yapılacak, belgeseli yapılacak ama şöyle bir baktığınızda yüzde 20 eleştiriyse, yüzde 80 öneri sundular. Ne yapmak lazım dediler. Biz gelince ne yapacağız? Genel başkan yardımcılarımız, gölge bakanlarımız anlattılar. Depremin eğitime yaptığını da konuştuk, ekonomiden eğitimin aldığı payı da konuştuk. Bilinçli tarım uygulamaları için eğitimdeki önemini de konuştuk. Dünyanın en çok iş kazasını yapan ülkesinde eğitimde iş kazaları için bilincin önce ilkokul, okul öncesinden ev kazalarına karşı bilinçlendirme olduğunu bile konuştuk. İyi müfredatlardan örnek verdik. Bizimkini konuştuk. Ben o maratona katkı sağlayan tüm akademisyenlere, eğitim alanında örgütlü sendikaların sayın genel başkanlarına, eğitim emekçilerine, milletvekillerimize, genel başkan yardımcılarımıza, bakanlarımıza ve katkı sağlayan herkese yürekten teşekkür ediyorum. Yaz boyunca o toplantıdan çıkan 21 öneri, 21 farklı şehirde aynı eğitim maratonu mantığı ile elbette tüm gün değil ama Türkiye coğrafyasındaki kilit 21 şehirde yaz boyunca konuşulacak. Meclis açılıncaya kadar konuşulacak. Türkiye’nin en önemli sorunu milli eğitim sorununu iktidar olup çözeceğimiz güne kadar gündemde tutmaya, eleştiri ve önerilerimizi dile getirmeye devam edeceğiz. Emeği olan bütün arkadaşlara yürekten teşekkür ediyorum.”

“BU MECLİS’E SESİNİ DUYURMAK İSTEYEN KİM VARSA SÖYLEYECEK”

“Burada bir müjde, bir açık çağrı. Sayın Meclis Başkanı’na Kıbrıs’ta anlattım. Aslında bu eğitim maratonu hemen Meclis’in yanındaki Ulusal Egemenlik Parkı’nda yapılacaktı. Aslında Süleyman Soylu zamanında iki kişi parka girse hemen gaz atıyor, su sıkıyordu. Son dönemde Sayın Yerlikaya basın açıklamalarına izin veriyordu. Ama bu maraton gelince kapattılar çeşitli bahanelerle. Biz oraya ulaşamadık. Kendisi ile yapıcı görüşmeler yaptık, olmadı. Sorunun düğümlendiği yeri söylediler. Dediler ki ‘Burası gösteri ve toplantı yapmaya, yürüyüş yapmaya uygun görülen alanlardan değil. O yüzden polisin kontrolünde ve izin veremeyiz’. Sorun çözülsün diye temas halinde olduğumuz Sayın Kurtulmuş da arkadaşlarımız gidip anlatınca 24 saat, bir kürsü. ‘Aman ne güzel’ demiş, ‘Keşke bu Milli Egemenlik Parkı böyle bir özgürlük kürsüsü olsa, Meclis’e sesini duyurmak isteyen gelip burada konuşsa. Sabit bir kürsü olsa’ demiş. Biz sabit kürsüyü koymaya kalkıyoruz. Soylu deviriyordu. Sayın Yerlikaya da etrafını çeviriyor. Öyle olunca baktık Meclis Başkanı özgürlük kürsüsünden yana, Çankaya Belediye Başkanımızla konuştuk ve çalışıyor. Şöyle bir şey yapacağız. Bu çok isteyip özgürlük alanını açamayan Yerlikaya’ya ve özgürlük kürsüsünün fikir sahibi Meclis Başkanımıza şunu söylemek isteriz. Çankaya Belediyesi önümüzdeki toplantılarında, gerek teknik çalışmalar tamamlanınca o parkı özgürlük parkı olması, Meclis’e sesini duyurmak isteyenlerin duyurabilmesi şartıyla Meclis sınırlarına dahil edeceğiz. Sayın Yerlikaya üzülmeyecek, ‘yetki böyle olunca yapamam’ diye, zaten yetkisinden çıkacak. Meclis Başkanımız üzülmeyecek, ‘Yetki bende olsa yaptırmam mı? Ama Yerlikaya yaptırmıyor’ demeyecek. Parkı, Çankaya Belediyesi kararıyla, belediye meclis üyelerimiz uygun görürse ki AKP’li dört belediye meclis üyemizin de karara iştirak edeceğine hiç şüphem yok. Meclis’e dahil edeceğiz. Oradaki özgürlük kürsüsünden Türkiye’de bu Meclis’e sesini duyurmak isteyen kim varsa oradan söyleyecek. Bir, iki yıl AKP’ye seslenecekler. Ondan sonra özgürce CHP iktidarına seslenecekler.”

“KADRO SORUNUNUN ÇÖZÜLMESİ LAZIM”

“Geçtiğimiz hafta DİSK Gıda İş Sendikası temsilcileri ile bir araya geldik. Kamu hastanelerinin yemekhanelerindeki işçileri dinledim. İşçi ablanın birine dedim ki, ‘Abla senin adın ne, görevin nedir?’ ‘Ben kepçeyim’ dedi. ‘Nasıl’ dedim, ‘Ben kepçeyim’ dedi. ‘Öbürü ne’ dedim, dedi ki ‘Ben tencereyim’. Öbürü dedi, ‘Ben mutfak tüpüyüm’. Baktım bir şey söylüyorlar ama çok ağır bir şey söylüyorlar. Taşerona kadro verilirken, eğer yapılan iş sözleşmesinin ihale sözleşmesinin işçilik gideri yüzde 70’in altında kalıyorsa, o işi yapanları bütün mutfak malzemesi ile birlikte, yemeğe verilen toplam fiyatın içinde ihaleyi alana vermişler. İki yılda bir şirket değişiyor. Şirket gidiyor, başkası geliyor. Yemekhane sabit. Yemeği yiyenler sabit. Yeni şirket kepçeyi getirirken, ablayı kepçe gibi geri getiriyor. Alırsa aynısını alıyor, almazsa atıyor, başkasını alıyor. Ne kıdem tazminatı hakkı var. Ne gelecek güvencesi, iş güvencesi. Her ihale değiştiğinde kepçe kadar güvencedesin. Kepçeyi atar, yenisini alırsa yenisini alır. Aynısını kullanırsa kullanır. Ama ne kıdem tazminatı, ne iş güvencesi, ne tatil, ne başka bir şey. Mahkemeye giden kazanıyor. Ama mahkeme yolunu gösterip işleriyle tehdit ediyorlar. Bu durumda olan toner muamelesi gören işçiler var bilgi işlem birimlerinde. Yine kıdem tazminatı yönünden ciddi sıkıntıları olan, yedek lastik muamelesi gören şoförler var, araçla birlikte kiralanan. Bunların tamamı yıllardır o görevleri yapan taşeron işçiler. Bu kadro sorununun çözülmesi, bu konuda gerekli girişimlerin yapılması lazım. Temmuz ayı Meclis’te hem büyük çekişmeler, tartışmaların hem de belli uzlaşmaların mümkün olduğu bir aydır. Grup başkanvekillerimiz bu konuda eğer bu işçilerin kadro sorununu çözmek kararlaştırılırsa, torba yasaya bir madde demektir. Bu konuda gerekli temasları sağlayacaklar. Biz iktidardan ve MHP milletvekillerinden, yıllardır çoluğuna çocuğuna, emeğiyle, namusuyla evine ekmek götürmeye çalışan Emine Hanım’ı, mutfakta asılı kepçeden farklı görmeye davet ediyoruz. Bu insanlık ayıbını ortadan kaldırmaya davet ediyoruz. Ayrıca benzer durumda olan çağrı merkezi çalışanlarının, KİT’lerde çalışan toplam 250 bin kişinin farklı farklı mağduriyetleri yaşadığını da not etmek isterim.”

“’ÖTANAZİ YAPALIM’ DEMEK KATLİAMDIR, VİCDANSIZLIĞIN DİK ALASIDIR”

“Gelelim haftanın en yakıcı konularından bir tanesine. Sokak hayvanları ile ilgili düzenleme uzun süredir Türkiye’nin gündeminde. CHP olarak bu konuya en net yaklaşan, tutumunu en net ifade eden partiyiz. Sorunu doğru tespit edelim diyoruz. Sorun yoktur diyenlerden değiliz, sorun var, kaldırmak için ‘çare ölüm’ diyenlerin karşısındayız. Çareyi cinayette görenlerin karşısındayız. Türkiye’de bir sokak hayvanları sorunu var mı? Evet, var. Bu sorun maalesef -daha önce de söyledim- sınıfsal bir soruna evrilmek gibi de bir toplumsal riski, fay hattını işaret ediyor. Eğer çocuğunuz okula servis ile gidiyorsa, sitenizin bahçesinden onu arabanıza binip götürüyorsanız, işinize kendi aracınızla gidebiliyorsanız, sizin açınızdan belki de sokak hayvanları sorunu yoktur. Ama bir yoksul mahalledeyseniz, çocuk sabah okula yürüyerek, koşarak kendi gitmek zorundaysa, bir tekstil atölyesinin servisine yetişmek için metrelerce ana yola inmek zorundaysanız, evinizin biraz uzağındaki işyerine yürüyerek gitmek durumundaysanız, bir sokak hayvanları sorunu vardır. Bu soruna ‘yok’ demek, sorunun iki tarafına da yani tehdit altında olanlara da, sokaktaki hayvanlara da en büyük kötülüktür. Ama bu sorunu görüp çözmek için ‘toplayalım, bir ay tutalım, bir ay sonra sahiplenmiyorsa, öldürelim, ötanazi yapalım, sahiplenilmeyeni imha edelim’ demek cinayettir, katliamdır, vicdansızlığın dik alasıdır. Bu konuda çok kişiye teşekkür etmek gerekir ama hayvanseverlere, hayvan dostlarına, her yaştan ailesi hangi görüşte olursa olsun küçücük evlatlarımıza, her siyasi görüşten gençlere, bu konuda gösterdikleri duyarlılık için, başta grubum olmak üzere buna itiraz eden, aylardır itiraz eden, günlerdir komisyonda direnen herkese bugün komisyonda hiç değilse ötenazi kelimesinin çıkarılmasını sağladıkları için, bu katliama kanun yoluyla talimat veren, muğlak ifadelerle alan açan ifadenin ötanazi kelimesinin kaldırılması başarısı için hepinize öncelikle yürekten teşekkür ediyorum.”

“AKP VE MHP SAMİMİ OLSALAR, BU KANUN TEKLİFİNE KENDİ ALTLARINDA İMZASI OLAN HAYVAN HAKLARI FONUNU DA KOYARLAR”

“Ancak sorun çözülmemiştir. Sorun fiilen katliamlar devam etmektedir. Çok daha riskli bir noktaya evrilebilir. O da şudur. Kanun belediyelere, bu konuda görev vermektedir ama para vermemektedir. Aksine belediyelere yolladıkları çeşitli tasarruf genelgeleri ile zaten belediyelerin ellerini, kollarını bağlamakta, belediyelerin barınak yapma süresini 2024’ten 2028’e ertelemekte, ayrıca belediyelerin yurtdışından buldukları, 10 yıl sonra geri ödenecek paralara bile Cumhurbaşkanlığı ve Mehmet Şimşek tarafından imza atılmayıp, belediyeler her yönden sıkıştırılmaya çalışılmakta. Diğer yandan da çok zor bir görev belediyelere verilip, yapmayan hakkında cezai işlemler, Türk Ceza Kanunu’na göre işlemler, para cezaları gibi tehditler ortaya konmaktadır. Karşımızda soruna tepkili milyonlar, anketlerde yasa tasarısının ilk halini destekleyenlerin oranı yüzde 7. AKP’de bile 15. Tayyip Erdoğan 2 kere 2, 5 eder dese, ‘Reis doğru söylüyor’ diyenler dışında, bu kanunu destekleyen kimse yok. Ama sade ötanazi kelimesini çıkarınca, sakın sorun çözüldü sanmayın. Sorunun çözülmesi için belediyelerin, bütün belediyelerin, -en çok yapan yine bizimkiler- ama bütün belediyelerin, yeteri kadar barınak yapması, yeteri kadar personel alması, araç alması, kısırlaştırma yapması, dijital alan başta olmak üzere etkin sahiplendirme kampanyaları yapması ve onun lojistiğini planlaması lazım. Para yok. İller Bankası kesintileri yapıyor. Belediyeleri, AKP’li belediyelerden buraya kadar borçla devraldık. Öyle bir noktadaki maaş ödeyemeyecek halde belediye devrettiler, herkes biliyor. Şimdi hadi bunları yap. Nereden bulacaksın parayı? Ben bilmem sen bul. Sen biliyorsun. Sen AKP’ysen, MHP’ysen biliyorsun. 2019 yılında hayvan haklarının korunmasıyla ilgili komisyon kurduk. Komisyonda vardınız. Öneriler yapıldı, altına imzayı attınız. AKP ve MHP’liler olarak. Komisyonda, Tekirdağ Milletvekili Mustafa Yel altına imzayı attı, altına komisyonun bütün üyeleri, hem önergeyi verenler, hem komisyonda altında imzası olanlar, dediler ki ‘Hayvan hakları meselesi önemlidir. Çaresi bellidir. Bunun için bir hayvan hakları fonu kurulmalıdır. Bu olmadan olmaz’ dediler. Fonun parayı nereden bulacağını tarif ettiler. At yarışlarından, şans oyunlarında, milli piyango, spor toto, spor lotodan alınan vergilerin çok küçük bir kısmı kesilmek suretiyle, bu yarışlardan, bu şans oyunlarından o vergiler kadar, o vergiler benzer kesintiler yapılmak suretiyle, yetmez yerel yönetimler için alınan ve genelde alınan vergilerden çok küçük oranlar aktarılırsa, devasa bir bütçe oluşuyor. Her şeye yeter. AKP ve MHP samimi olsalar, bu kanun teklifine kendi altlarında imzası olan hayvan hakları fonunu da koyarlar. Niye koymuyorlar? Her koşulan at yarışından kısırlaştırmaya para kesilse. Her çekilen tombala, kuradan, süper toto, loto, milli piyangodan belli miktarda para kesilse de bu iş insani bir şekilde hallolsa ne olur? Olmaz.”

“SORUNU ÇÖZMEK YERİNE BURADAN SİYASET ÇIKARANLAR VAR”

“Hem ki ben komisyona mağdurların getirilmesini çok doğru bulurum. Yıllarca buna uğraştık, karşısına polis diktiler. Bu sefer milletin yüzde 93’ü karşılarına dikilince mağdur aileleri komisyona davet ettiler. O mağdur aileleri gösterip, ‘Bu sorunu çözelim’ diyorlar. Görevi belediyeye veriyorlar. Altlarında imzaları var. Fonu vermiyorlar. Neden? Belediyeleri CHP aldı, bu sorunu çözemesin. Allah muhafaza yeni kayıplar olsun. Kanun var, belediye görevini yapmadı diyelim. Bu oyuna gelir mi bu millet. Görmüyor mu bu insanlar? Nerede var iyi niyet, nerede var muhalefete husumet. Sırf bunun için bu kadar önemli bir meseleyi. Adamın çocuğunu köpekler parçalamış ya. Kadının çocuğu köpekten kaçarken arabanın altında kalmış ya. Onu alıp, komisyona getirmeyi biliyorsun, konuştum, aradım. Yüreğimde o insanların acısını en derinde hissediyorum. Hepimiz hissediyoruz. Sorunun çözümü için gerekli parayı siyasi saiklerle vermeyip, o insanlarla acısını paylaşıyorsun ama yeni felaketlerin önünü açıyorsun. Buradan bütün milletimize, bu ikiyüzlülüğü şikâyet ediyorum. Sanki sorunun çözümünü AKP istermiş de muhalefet karşı çıkarmış gibi. Bir de yahu hakikaten tenezzül meselesi. Almışlar milletvekillerinin T.C.lerini, vermişler İçişleri Bakanlığı dernekler masasına, CHP’den bir kardeşim, avcılar derneğine üyeymiş. Barış, Sinop Milletvekili Barış. Dünyanın en naif insanı. Niye üye biliyor musunuz? Balıkçı, balıkçı adam. Trabzon’dan ta Hatay’a kadar bütün balıkçı barınaklarını gezdi. 1,5 senede zındık gibi karardı güneşin altında. Mücadele etti balıkçılar için. Her balıkçılara gittiğinde avcılar derneğine gitti, sorunlarını dinledi. Balıkçılık için avcılık belgesi olan arkadaşımızı hem hayvanları öldürüyor, hem hayvan yasasına karşı çıkıyor diye toplumun önüne atıp linç ettiriyorlar. Oradan mağdur aileyi getiriyor. Önce çok kızdım. ‘Nasıl olur böyle bir şey’ dedim. Arkadaşlara sordum, videoya baktım. Muhalefete dünya kadar laf ediyorlar. Muhalefet ayağa kalkınca hep birlikte ayağa kalkıyorlar. Ondan sonra muhalefet mağdur alilerin üstüne yürüdü. Buradan milletimize söylüyorum. Bakın sorunu çözmek yerine buradan siyaset çıkaranlar var. Önce ‘Köpekleri öldürelim’ diyenler, ‘Öldürmeden çare bulalım’ deyince, ‘Yapın bu işi’ deyip belediyelere atıp para vermeyenlere, mağdur aileyi getirip muhalefetin karşısına sanki muhalefet laf ediyormuş gibi yalan haber servis edenlere, dünyanın en hayvansever insanına ‘Avcısın, katilsin’ bilmem ne diyenlere sakın ha pabuç bırakmayın. Bunlar samimi değil. Samimilerse gelecekler, biz buradayız, çalışacağız ve sorunu hep beraber çözeceğiz.”

“DEVLET BEY’İN DEDİKLERİNİ CÜZDANINIZDA GÖRMÜYORSANIZ, YERİNİZ SÖZDE MİLLİYETÇİLERİN DEĞİL TÜRKİYE İTTİFAKI’NIN İÇİDİR”

“Tabii memleketin böyle AKP’nin ortaya attığı, tartıştırdığı ve polemik yarattığı gündemlerinin dışında, bir de AKP’nin 22 yıl sonunda ortaya çıkarıp, çözmediği, çözemediği çok yakıcı gündemleri var. Hayat pahalılığı diye bir şey var. Bugün yine ‘Efendim Temmuz ayında mevsimsel sebeplerle enflasyon yine çıktı ama dezenflasyon yakında’. Her ay aynı hikâye. Enflasyon artmış yine. Artmasa ne olur, sabit olsa ne olur? Enflasyon durunca fiyatlar durmuyor ki. Enflasyon 50 ile 100 lira olan fiyat seneye 150 oluyor. Sen onu 50’de tutarsan, yüzde 50 fiyat artışı oluyor. Onu sabit tutmak marifet değil ya da 2 puan düşürdüm. Enflasyon düşüyor. Enflasyon düşerken fiyatlar düşmez. Fiyatlar çıkar, çıkış hızı biraz azalır. O yüzden en kötüsü geride kaldı değil. En kötü günlerdeyiz. Tabii ben en kötü günlerdeyiz deyince, MHP’nin Sayın Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ‘Tarihin en ağır ekonomik krizi demek deli saçmasıdır’ demiş. Hiçbir şey demeyeceğim. Sadece şunu diyeceğim. MHP’ye oy verenler, AKP’ye oy verenler, Cumhur İttifakı’na oy vermiş olanlar, eğer tarihin en ağır şartlarını yaşamıyorsanız, bakkalda, markette, manavda, kasapta, pazarda, elinizdeki para ile alışveriş yaparken keyfiniz yerindeyse, Devlet Bey’e hak verin ve Cumhur İttifakı’na oy verin. Ama filenin dibi delikse, kasabın önünden geçerken zorlanıyorsanız, bu AKP geldiğinde 8 çeyrek alırken en düşük emekli maaşı, şimdi 3 çeyrek bile alamıyorsa, bu AKP’nin geldiği günden bugüne her ay 5 çeyrek altın kaybediyorsanız, Devlet Bey’in dediklerini mutfağınızda ve cüzdanınızda görmüyorsanız, o zaman sizin yeriniz sözde milliyetçilerin değil bu milletin derdi ile dertlenen Türkiye İttifakı’nın içidir. Buyurun, sizi bekliyoruz.”

“TEK FİKRİ AK PARTİ’NİN FİKRİNİ DESTEKLEMEK OLAN GRUPLA KARŞI KARŞIYAYIZ”

“Tabii çok ağır hakaretler var yine ama konuşmanın devamını okuyunca cevap vermekten vazgeçtim. Niye? Konuşmasında çok sevdiğini söylediği köpeklerden bahsediyor. Nasıl Milliyetçi Hareket Partililerin köpek sever, hayvansever olduğundan bahsediyor. Bunları söyleyerek artık herkesin köpeklere karşı ne yaptığını MHP milletvekillerine bakınca göreceğini söylüyor. Ben bakıyorum komisyonda AK Parti söylüyor, MHP oyluyor. AK Parti söylüyor, MHP oyluyor. Öyle bir haldeler ki AK Parti ‘ötenazi’ diyor onu savunuyorlar, ‘katliam’ diyor onu savunuyorlar, ‘geri çektim’ diyor onu da savunuyorlar. Kendine ait bir fikri olmayan, tek fikri AK Parti’nin fikrini desteklemek olan bir grupla karşı karşıyayız. Kişisel kararları geçtim, partinin kararlarının da tepeden ‘AK Parti’nin gözünün içine bakın, ne diyorsa onu yapın’ anlayışı ile karşı karşıyayız. Çok sevdiğini söylediği köpeklere komisyonda ne yaptıklarını görünce benim için sevgi dolu hiçbir cümle okumadım, çok memnunum. Ben MHP’lilerin sevdiği gibi olmaktan ve başlarına bunlar gelmektense onları sevmediği, ağır sözler söylediği biri olmayı tercih ederim.”

“154’ÜMÜZLE İSTEDİKLERİ GİBİ HESAPLAŞSINLAR AMA SİZ VİCDANINIZLA HESAPLAŞIN”

“Devlet Bey’e bir tek şey söylemek isterim. O ikisi, o ikisi. Hani bütün örgütün yaka silktiği o ikisi. Hani o ikisi olmadan, çağırın sorun birisine ne diyormuş o ikisi? O ikisi yazıyor, çiziyor, saldırıyor, ben Milliyetçi Hareket Partisi’nin o ikisinden başka savunanının olmamasından, herkesin yaka silktiği o ikisinin partideki pozisyonundan da sizin zorluklarınızın da farkındayım. Ben nereye gitsem, kimle konuşsam, sorunun ne olduğunu, nereden kaynaklandığını biliyorlar. Şimdi o ikisi 154 kişilik bir isim listesi yapmış, mahkemeye yollamış, geri atmış mahkeme. Şimdi bizimle hesaplaşacakmış. Onlara demiyorum ama gerçekten bunların yazdığı yazıyı alıp okudunuz ya Sayın Bahçeli bir hesaplaşma olacaksa biz 154’ümüzle istedikleri gibi hesaplaşsınlar ama siz bir vicdanınızla hesaplaşın. Sizin onayınızla, atamanızla Ülkü Ocakları Genel Başkanı olmuş, Ankara’nın ortasında vurulmuş, vurulduğu andan itibaren MHP’nin içindeki o ikisinin yaydığı haberle bir kişi tweet atmamış, bir kişi… Ya şaşırıp da bir kişi başsağlığı diler. Bir kişinin cenazesine gitmemiş, gidenlerin hepsi MHP’den istifa etmiş, bir kişi tavsiye vermemiş, bir kişi adını almamış. Şimdi o ikisinden biri azmettirici ile mesajlaşmış durmuş, mahkemede görüyoruz, her yerde görüyoruz. Mesajın içeriğini de bilen var, günü gelince bütün Türkiye öğrenecek ama onu bilenlerin, görenlerin resmi kanaldan onu bir şekilde iddianameye sokması lazım, ona direniyorlar. Ondan sonra tutuyorlar 154 kişiye Sinan Ateş’in yerde bıraktıkları maaşına sahip çıkan 154 kişiyi fişliyorlar, hedef gösteriyorlar, ‘hesaplaşacağız’ diyorlar. Bizim vicdanımız rahat, gönlümüz rahat eğer yastığa başını koyup da ‘vicdanım rahat, ben bu ikisi yüzünden bu partinin lekelenmesinden şikâyetçi değilim, öyle bir endişem yok’ diyen varsa rahat uyusun. Ama gün gelecek, gün gelecek vicdanı rahat olmayanlar o ikisinden hesap soracak, göreceksiniz.”

“TÜİK’İN YEMEKHANE ENFLASYONU YÜZDE 385, TÜİK’İN SOKAKTAKİ ENFLASYONU YÜZDE 71”

“Devlet Bey ‘hayat pahalılığı’ yok diyedursun, ‘yoksulluğu söylemek ihanettir’ diyedursun, açıkladığı enflasyon oranlarıyla işçinin, memurun, emeklinin maaşını belirleyen TÜİK, Tayyip Bey’i Üzmeyen İstatistik Kurumu geçen hafta açıkladığı rakamlardan sonra Genel Başkan Yardımcımız Gamze Taşcıer, TÜİK hakkında Türk Ceza Kanununun 257. Maddesi uyarınca suç duyurusunda bulundu. TÜİK yöneticilerinin görevi kötüye kullandığı, bilgileri eksik ve yanıltıcı şekilde sundukları ve kamuoyunu doğru bilgilendirmemekle birlikte verilecek maaş zamlarına olumsuz yönde etki ettikleri için suç duyurusunda bulunduk. Büyük şehirlerde kira ayda 20 bin liraya dayanmışken, kirayı 5 bin 800 lira sayan TÜİK yıllık enflasyonu da yüzde 71 olarak açıklamış. Bir arkadaşımız şöyle dedi: ‘TÜİK enflasyona yüzde 71 mi diyormuş? İyi. Uzaklarda aramayalım, gidelim bu enflasyonu TÜİK’te araştıralım’ dedi. TÜİK’in işi binadan çıkıp sokaktaki enflasyonu ölçmek ya biz de binaya girip binadaki enflasyonu ölçtük. Türkiye İstatistik Kurumu’nun yemekhanesinde bir yıl önce aynı yemek, dört çeşit sıcak yemek, kaç paraya satılıyor? 35 lira. Bugün kaç paraya satılıyor? Aynı yemek 170 lira. TÜİK’in yemekhane enflasyonu yüzde 385, TÜİK’in sokaktaki enflasyonu yüzde 71. Şimdi TÜİK çalışanlarına şunu söylemek lazım: ‘Her gün yemeğinizi alırken geçen seneki yemek fiyatıyla bunu, bir sonraki zamdan sonra da sizin maaşınıza yapılan zammı karşılaştırın.’ TÜİK kendi vicdanını kendi damarlarından ölçsün. Oradan baksın. Hiçbirisini suçu günahı yok ama bu kuruma bu hilebazlığı yaptıranlar, bu yanlışı yaptıranlar bunun hesabını er ya da geç verecekler.”

“AYNI SEPET, İNGİLTERE’DEKİ ASGARİ ÜCRETİN YÜZDE ÜÇÜNE DOLARKEN, TÜRKİYE’DE ASGARİ ÜCRETİN YÜZDE 19’UNA DOLUYOR”

“İngiltere ile Türkiye’deki asgari ücret… Mehmet Şimşek Londra’dan geldi, Londra’ya atıf yapıyor. Dedim ‘Araştıralım bakalım. Londra’da asgari ücret kaç para, alışveriş nasıl oluyor?’ Londra’da asgari ücret bin 978 Pound yani Türk parasıyla 85 bin lira. Sorsan, ‘Efendim, onların dağına göre kar veriyor.’ Yani orada hayat pahalı, maaş da çok. Öyle söylüyor Mehmet Bey. Bakın, gittik İstanbul-Londra Market Araştırması. Araştırmayı yapan kurum İstanbul Planlama Ajansı. Kıyma 1 kilo Londra’da 282 lira, Şişli’de 419 lira. En ucuz markette. Kuşbaşı 430 lira, 469 lira. Süt Londra’da 27, Türkiye’de 39. Tereyağı Londra’da 292 Türkiye’de 524. Soğan Londra’da 51, Türkiye’de 46. Ayçiçek yağı... Her birisinde tek tek karşılaştırdık. Aldığı maaş, 85 bin lira, muhatap olduğu fiyatlar bunlar. Türkiye’de alınan maaş 17 binler, muhatap olunan fiyatlar bunlar. Londra’da aynı sepet 2 bin 972 TL’ye, İngiltere’deki asgari ücretin yüzde üçüne alınıyor. Türkiye’de aynı sepet 3 bin 297 liraya, asgari ücretin yüzde 19’una alınıyor. Hani diyor ya, ‘Maaş yüksek ama fiyatlar da yüksek, Allah dağına göre kar veriyor.’ Adamlarda dağ da yok kar da yok. Maaş da iyi, maaş 85 bin lira, fiyatlar Türkiye’den ucuz, Mehmet Şimşek’in en iyi bildiği Londra’dan bildiriyoruz. Bundan sonra ekonomi yönetimi ağzını açıp ne söylerse, TÜİK mi? TÜİK’in yemekhanesindeyiz. Londra mı? Londra’nın marketindeyiz. Bunların Türkiye’ye ne yaptığını gösterene kadar, sonuna kadar bunlarla mücadele edeceğiz.”

“TÜRKİYE HÜKÜMETLERİ VERİMLİLİK ARTIŞINI MAAŞLARA YANSITSAYDI BUGÜN ASGARİ ÜCRET 75-80 BİN LİRA OLACAKTI”

“Bakın bu reel ücretlerle emek verimliliği... Ta 1970’lerden bugüne ücretin döviz karşısında, enflasyon karşısında, reel ücret... Her türlü zaman etkisinden arındırdığınızda 100 liralık ücret... Türkiye’de sıfırdan başladığında emek de 100 lira, verimlilik de 100 lira kabul edilen 1970’ten beri böyle bir seyir izliyor. Bir tek nerede çıkmış? Birazcık burada. Neden? SHP iktidarda, koalisyon ortağı. Koalisyon olmasa buralarda olur. Tek başına olsa burada olur. Bir dahaki sefere burada olacak Allah’ın izniyle. Onun dışında hep dümdüz. Ama verimlilik böyle artıyor. Verimlilik 100’den 450 olmuş ama 100 liralık emek 100 lirada kalmış. Türkiye işçi sınıfının esas sorunu budur, sosyal demokrat partinin esas sorunu budur, bununla mücadele etmek lazım. Teknoloji artıyor, verimlilik artıyor. Bilimsel yöntemler bulunuyor, artıyor. Kimyasal indikatörler gelişiyor, verimlilik artıyor. Beceriler gelişiyor, işçinin yetkinliği, becerisi gelişiyor, verimlilik artıyor. Artan 100’den 450’ye çıkan verimliliği 350’sini patron cebe indiriyor, bizim evladımız aynı maaşa kanaat ediyor. Bunu değiştireceğiz, bunu değiştireceğiz arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri, iktidarda bunu değiştireceksiniz Bunu değiştirmeye geliyoruz. Bakın aynı şey, Fransa’da mesela. Verimlilik artmış maaş da artmış. Eğri aynı eğri. Eğer Türkiye hükümetleri işçilere verimlilik artışını maaşlara yansıtsaydı Fransa hükumetleri gibi bugün asgari ücret 17 bin lira değil, 4,5 katı olan 75 - 80 bin lira olacaktı. Londra’da kaç paraydı asgari ücret? 80 bin lira. Bugün 17 bin liraya zam yapılmamasını, ‘milli menfaatler böyle gerektiriyor’ gibi anlatmaya çalışanlara herkes şunu söylesin: ‘Benim hakkım 80 bin lira asgari ücret. Bu hakkı İngiliz alıyorsa, Fransız alıyorsa, Alman alıyorsa biz de söke söke alacağız evelallah’. Söz veriyoruz. Bizim bir grup danışmanı, daha doğrusu bir danışman arkadaşımız var. Kendisine sürekli kıyma hesabı yaptırıyorum. Bunu da yapmış. Londra’daki asgari ücret 296 kilo kıyma alıyormuş. Türkiye’deki asgari ücret 40 kilo kıyma alıyor. Aradaki fark bu arkadaşlar.”

“VURUN ENSELERİNE ANAYASA MAHKEMESİ’NİN HUKUK TOKADINI, BAKALIM BİR DAHA YAPABİLİYORLAR MI?”

“Adalet ve Kalkınma Partisi Anayasa Mahkemesi kararlarını hiçe saymaya devam ediyor. Bunun da emekle ilgili bir kısmı var, onu anlatıp bağlayacağım. En somut hali Can Atalay kararı. Bu Meclis’in seçilmiş milletvekili, Anayasa Mahkemesi kararına rağmen gelmiyor, onun mücadelesini vermeye devam ediyoruz. Geçtiğimiz günlerde torba teklife komisyonda bir madde ilave ettiler. Ettikleri madde toplu sözleşme ikramiyesinden yararlanmak için yüzde 2’lik sendikal baraj getirmişlerdi, Anayasa Mahkemesi de dedi ki, ‘Toplu sözleşme ikramiyesini örgütlenme düzeyi ile ilişkilendirilmesi ve farklılaştırılması, burada bir bağ kurulması eşitlik ilkesine ve örgütlenme özgürlüğüne aykırıdır.’ Yani büyük sendikada örgütlüysen, 800 lira alacaksın yüzde 2’nin altında sendikaya gidersen 300 TL’ye düşecek. ‘Bu olmaz’ dedi, ‘sendika seçme özgürlüğüne müdahale, bunu bırakır, oraya gider’ dedi. ‘Örgütlenme hakkına müdahale, yeni sendika kuramazsın, kimse üye olmaz’ dedi, iptal etti. Şimdi gelmişler yüzde 2’yi yüzde 1 yapmışlar. Kötü bir şey söylemek istemiyorum da insanda biraz akıl fikir vicdan olur. Anayasa Mahkemesi ‘yüzde 2 çok, düşürün mü’ demiş? Yoksa ‘yüzde iki sendika arasına bu fark koymak doğru mu değil mi’ demiş? ‘Yüzde 2’yi bozdu, bir yapalım’ diyorlar. Buna karşı elbette bunun tekliften çıkarılması için mücadele edeceğiz. Ama velev ki bunu geçirdiler. Anayasa Mahkemesi üyelerine bir kez daha söylüyorum, siz bir karar veriyorsunuz bunlar burada uygulamıyorlar. Anayasa herkes size uyacağımızı söylüyor. Sizin çoğu kararınıza ben de katılmıyorum ama Anayasal düzene saygıdan o kararlarınıza uyuyoruz. Ama işlerine geldiğinde sizi kalkan yapanlar hatta o zaman doğru karardı partiler kapatılmamalı. AK Parti bugün duruyorsa Anayasa Mahkemesi’nin kapatma kararının reddetmesindendir. Mevcudiyetini size borçlu olanlar, sizin kararlarınıza uymuyor. Bir tek şey yapacaksınız, bir tek şey… Dört yıldır kullanmadığınız bir şey var. Ne o? Yürütmeyi durdurma. Bizim başvurularımızda kullanmıyorsunuz, ne kadar acil olursa. Kendi kararlarınızı korumada, mahkemenin onurunu korumada kullanın. Sizin bir kararınızı, arkanızdan dolanıp ve’yi veya virgülü noktalı virgül, ki’yi ku yapıp değiştirip önünüze getirince yürütmeyi durdurma yetkinizi kullanın. 10 gün içinde durdurun, vurun enselerine Anayasa Mahkemesi’nin hukuk tokadını, bakalım bir daha yapabiliyorlar mı? Bu yetkiyi kullanmadan olmaz.”

“BAKANIN ALDIĞI VERGİ 557 MİLYON, AFFETTİĞİ VERGİ 660 MİLYAR”

“Değerli arkadaşlar vergi teklifi var Meclis’te. Ancak teklifte vatandaşın vergi yükünü azaltacak bir madde yok. Teklif, vergi vermeyenden vergi almak üzerine değil, vergi veren garibana daha çok yolmak üzerine kurulmuş. O yüzden de vergi de adalet getirmiyor. Hatta bu teklifi getirenlerin ne işler çevirdiğini, vergiyle nasıl bir ilgisi olduğunu grup başkanvekilimiz yarın çok somut kanıtlarıyla gündeme getirecek. Ama şu kadarını söyleyeyim, Vergi Kanunu ne getiriyor? EYT’den emekli olanlar çalışıyorsa yüzde 5 prim istisnası vardı, yüzde 5 prim istisnasını kaldırıyor. Bunu yapmakla ne yapacak? Bunu yapmakla toplamda EYT’lileri, hani kafaya takmıştı ya Sayın Erdoğan, ‘Emekli olursa çift dikiş olur’ diyordu. ‘Hem emekli maaşı alır, hem çalışır’ diyordu. Şimdi onlardan onlara verilen yüzde 5’lik istisnayı kaldırarak onların çalıştırılmasının önünde yeni bir engel çıkaracak. Bir yandan bakanları, bakan yardımcıları görevlendirdikleri çeşitli kademelerdeki kamu görevlilerine iki maaş, üç maaş, dört maaş verecekler. Bir yandan EYT’li son maaşta 10 bin lira aldı, 10 bin lira. Kira 15 bin lira, maaş 10 bin lira. Adam yeni işte çalışıyor diye, çalıştırmayın diye önüne engel çıkarmaya çalışıyorlar. Bu yaptıkları işin sonucunda yılda 13 milyar gelir elde edeceklermiş. Diğer taraftan yüzde 25 olan kurumlar vergisinin Yap İşlet Devret’le KÖİ, Kamu Özel İşbirliği projesi yapanlar için yüzde 25’ten yüzde 30’a çıkarıyorlar. Dostlar alışverişte görsün. Güya hep diyoruz ya ‘Beşli çete.’ Otobanları yapanlar, hep devletten ihaleyi alan aynı firmalara yüzde 25’ten 30 diyor. Onlardan alacağı para 557 milyon, milyar değil. 557 milyon. Bakın EYT’liden aldığı para 13 milyar, EYT’li çalıştırandan almaktan vazgeçmediği para 13 milyar. Öbürü 557 milyon. EYT’liye 26 kat, öbürüne bir kat. Beşli çeteden bir alıyor EYT’liden 26. Ama öbür taraftan bu 44 şirketin 37’si zaten matrah beyan etmemiş yani para kazanmış, ‘yatırım yapıyorum’ demiş vergi vermemiş. Para kazanmış, ‘leasing borcumu ödeyeceğim’ demiş, vergi ödememiş. Para kazanmış, ‘yurtdışı kredimi kapatacağım’ demiş, vergi ödememiş. Yüzde 25’ten 30’a çıkarınca sadece 559 milyon ama EYT’liden tam 13 milyar lira. Peki, bu vergi ödemeyen, şimdi de ‘557 milyon vergi alacağım’ dediklerinden geçen sene ne kadar vergi affetmiş? 660 milyar. Bakanın aldığı vergi 557 milyon, affettiği vergi 660 milyar. Bu hükümetin bir göz boyama operasyonudur. İş dünyasını zora sokacak, enflasyon muhasebesi yıllık olarak uygulanması ve matrah etkisi kaldırılması gerekirken şirketleri batağa sürükleyecek bir haldedir. Mutlaka düzenlenmesi gerekmektedir.”

“EMEKÇİNİN EMEĞİNİN VERGİ YOLUYLA ÇALINMASINA HEP BERABER İTİRAZ EDECEĞİZ”

“Biz vergide adaletle ilgili bir kanun teklifi hazırladık. Aslında bunu DİSK ‘Vergide adalet’ diye yürüyüp Ankara’ya geldiğinde biz DİSK’in yöneticilerinin taleplerini ilettiğinde arkadaşlarımızı görevlendirdik ve bir tasarı hazırladılar. Tasarı, gelir vergisi tarife dilimlerinin 5’er puan düşürülmesini yani bütün çalışanlardan alınan gelir vergisi puanları var ya önce 15, sonra 23, hemen 27 sonra 35. ‘Bunları 15’ten 10’a, 20’den 15’e,27’den 22’ye, 35’ten de 30’a düşürün’ diyoruz. Gelir vergisi tarifesi dilimlerindeki sınırların, yani bir ay maaş alıyor, ikinci ay vergi dilimine geçiyor. Yani ilk ay 15’ten veriyor, ikinci de hemen 20, üçüncü ay hemen 27 oluyor. Onu düşürmelerini öneriyoruz. Asgari ücret vergi istisnasının matrahtan indirim yoluyla yapılmasını diyoruz. Yani asgari ücretten vergi alınmıyor ama gelir vergisine esas yerlerde doğrudan matrahtan indirim yoluyla yapılacağına, istisna tutuluyor bu yüzden hesaba dahil ediliyor, ‘onu kaldırın’ diyoruz. Dediğimin Türkçesi nedir? Bakın bu vergi sistemiyle maaşın aylık seyri. Hesap kolay olsun, net olsun ücreti 110 bin lira olan bir işçi. Yani beyaz yakalı, bugün İstanbul’da bir plazada çalışan, emeği sömürülen bir kişinin maaşının başına gelen, herhangi bir işçinin başına gelen. SSK primi, gelir vergisi, damga vergisi uygulanıyor. Gelir vergisi oranı Ocak ayında yüzde15. Kendisine ödenecek maaş 110 bin liradan 81 bin liraya düşüyor. 30 bin lira eksiliyor, maaşı 81 bin lira. Bir sonraki ay, direkt vergi indirimi değişmiş, yüzde 20 olmuş, aldığı para 77 bine düştü. Bir sonraki ay Mart vergi dilimi yüzde 27’ye çıktı, aldığı para 73 bin liraya düştü. Bir sonraki ay 70 bin liraya düştü. Dört ay, beş ay böyle aldı, Eylül gelince 65 bin liraya düştü, Aralık ayında 63 bin liraya düştü. Vergide adalet denen 81 bin liralık maaşın Aralık ayında 63 bin liraya düşmesi. Bu 50 bin lira maaş alan da örneğin 55 bin lira maaş alan da önce 40 bin liraya düşüyor, ay sonu geldiğinde de 36 bin liraya düşüyor, 35 bin liraya düşüyor, 32 bin liraya düşüyor. O yüzden şu dilimlerin beşer puan indirilmesini, bu limitlerin hemen Ocak’ta dolmak yerine, ilk barajın Haziran’a kadar, ikinci barajın Eylül’e kadar idare etmesini, başta hemen dilim atlayıp sanki yüksek maaş veriyormuş gibi Ocak ayında ilan edip Mart ayında kuşa dönmesine itiraz eden bir kanun teklif. Şimdi bütün maaşları bugün Meclis’te grup önerileri bitip gündeme geçilmeden önce İç Tüzük 37’ye göre Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilimizin, Umut Akdoğan’ın bütün partimiz adına verdiği bu teklifin oylamasına bakmaya davet ediyorum. Burada evet oyu verenler, evet oyu verenler maaşların hokus pokusla, yankesicilikle, laf oyunlarıyla kuşa çevrilmesine rıza gösterenler olacak. Eğer ‘bu devam etsin’ derlerse. Bizim kanun teklifimizi destekleyenler, maaşların vergi cambazlığı yoluyla erimesine engel olacaklar. Dönün bakın, sizin için oy veren muhalefeti görün, sizin bu durumunuz devam etsin diye oy kullanacak AKP, MHP iktidarını görün. Vakit varken tanıdığınız milletvekillerine, partilere, partilerin yöneticilerine ulaşın. Burada sadece bu kanun teklifinin gündeme alınıp, oylanıp kabul edilmesiyle vergide adalette sona gelinmez mücadelede ama önemli bir nefes alınır. Bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi grubu tam kadro Meclis’te olacak, beraber emekçinin yanında olacağız. Bu emekçi ister mavi yakalı olsun, ister gri yakalı olsun, ister masasının başında çalışan beyaz yakalı olsun, emeğinin vergi yoluyla çalınmasına hep beraber itiraz edeceğiz.”

“BEYEFENDİYE BEŞLİ ÇETELER AĞIR GELMİYOR, EMEKLİLER AĞIR GELİYOR”

“Biz en düşük emekli maaşının bir asgari ücret olmasını söyledik. Tayyip Bey buna dertlenmiş, demiş ki ‘Bunların sırtında küfe yok.’ Vallahi aslında ben de onu söylüyorum. Ben küfe istiyorum, Cumhuriyet Halk Partisi olarak küfe istiyoruz. Millet sana küfeyi verdi. Küfenin içine emekliyi koyuyorsun, taşıyamıyor, ağır geliyor. Küfenin içine asgari ücret koyuyorsun, taşıyamıyor. Tarım, çay üreticisi beyefendiye ağır geliyor. Fındık üreticisi ağır. Üzüm, narenciye, buğday ağır geliyor. ‘Milletin efendisi’ denen çiftçiyi taşıyamıyor, ağır geliyor. Ama ‘47 tane firmanın vergi borcunu silelim’ deyince küfeyi taşıyor. O zaman beyefendiye beşli çeteler ağır gelmiyor, yandaş müteahhitler ağır gelmiyor, holdingler ağır gelmiyor. ‘10 bin lirayla geçinenlere asgari ücret ver’ diyorum. ‘Taşıyamam, ağır geliyor’ diyor. Bırak, ben taşıyacağım, ver küfeyi. 10 bin liralık en düşük emekli maaşını 12 bin 500 yapmış, ‘Çok ağır geldi, 33 milyar.’ Müteahhitlerden geçen sene sildiği borç 660 milyar... 20’de biri ya 20’de biri. Şunu gel 17 buçuk yapalım, ne lazım? Olsun olsun 100 milyar... 660 milyar müteahhitten silmiş, emekliye gelince ağır geldi, asgari ücretliye gelince ağır geldi. Arkadaşlar, emekliyi taşıyamayanlar, asgari ücretliyi küfesine çok görenler o tarafta, iktidar kulisindeler. O yükü taşıyacak olanlar, emekliyi yük değil emeklinin derdinin sırtlanılmasını onurlu vazife bilenler, asgari ücreti Hans’tan, asgari ücretin Helmut’tan Helga’dan az yapmayacak olanlar, bugün 17 bin liradan utanıp onu Fransa’daki gibi 80 bin lira, İngiltere’deki gibi 85 bin lira yapacak olanlar sizlersiniz. Bu yükü taşımaya hazır mısınız? Gidin ve onlara gösterin. Hangi yükü ağırdır, oyu kime hafif gelir. Biz milleti yük görmeyiz. Küfeyi taşıyamayanlar, çıkarın. Taşıyacak bu aslanlar. Biz taşıyacağız, biz taşıyacağız, biz taşıyacağız.”