Adalet, insanın toplumsal hayatın gereği uydurduğu bir kavram değil. Adalet bir duygu. Adaletsizlik insanı kemiren, kalbini eriten bir azap.
‘Adalet mülkün temelidir’ yazıyor binlerce duruşma salonunda. Öylesine bir söz değil. Senin emeğinle, alın terinle beslediğin devletin en temel görevi sana adaleti sağlamak. Senin emeğinle var olan Saray, Meclis, adliyeler, yüksek yargı organları, mahkemeler, maaşlarını ödediğin binlerce yargı mensubu toplum için adaleti sağlamakla yükümlü. Bunun için her kararlarını ‘millet’ adına açıklarlar.
Türkiye’de yargı geçmişten bugüne siyasetin gölgesinde adaletten uzaklaştı. Baskı dönemlerinin sopası, sermayenin kalkanı, emekçinin zinciri, devlet adına işlenen cinayetlerin örtüsü oldu. Ama hiçbir dönem bu denli kirlenmedi...
İsmi ‘Adalet’ ile başlayan siyasal İslamcı partinin iktidarında adalet sistemi çürüdü. Çetelerin mahkeme kararlarını satın aldığı bir karanlığa teslim oldu.
∗∗∗
Çürüme; Fetullahçılar ve AKP’nin iktidar ortaklığındaki kumpas davaları süreciyle başladı. Fetullahçılar’a teslim edilen yargı sistemi eliyle yeni devlet düzeni tasarlandı. Somut gerçeği ortaya koyması gereken yargı, komplo teorileri, niyet okumalar, iftiralarla kumpasların üretim merkezine dönüştürüldü. Siyah cübbelerin önüne görünmez düğmelerin yerleştiği bir süreçti…
15 Temmuz darbe girişimi, siyasallaşmış yargının kirlenmesinde bir dönüm noktası oldu. Darbe girişimin başarısız olmasından sonra Fetullahçı zenginleri para karşılığı hapis cezasından kurtarmak bir sektöre dönüştü. Artık yerelden yükseğe mahkemelerde rüşvetle işlerin çözüldüğü bir sistem vardı.
Aynı dönemde Saray rejimi inşa ediliyordu. Devletin tüm denge, denetleme sistemleri yok edilirken yargı Saray’ın sopası haline getiriliyordu. Siyasi talimatla kararların verildiği bu sistemde muhaliflere delilsiz, hukuksuz cezalar yağarken yargılanmaktan, cezadan muaf bir kesim yaratıldı. Yargı, büyük yolsuzluk skandallarına, hatta siyasi cinayetlere soruşturma açacak bir savcının olmadığı acziyetteydi. Siyasi iktidara yakın sermaye grupları da sınırsız özgürlüğüne kavuşmuştu.
Yargıdaki çürümede büyük kırılma noktalarından biri Gezi Davası oldu. İki kez beraat kararı verilen davalara rağmen Erdoğan’ın talimatıyla hukuk çiğnendi. Gezi Davası’nda verilen cezalar, ülkede hiçbir delil ve suç olmadan insanlara hapis cezaları verileceğinin ilanıydı.
∗∗∗
Can Atalay’ın milletvekilli seçilmesine, Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına karşın tahliye edilmemesi ve milletvekilliğinin düşürülmesi ise darbeydi. Artık AYM kararlarının bile tanınmadığı bir adaletsizlik bataklığının içindeydi ülke. İktidar kliklerinde yuvalanan çeteler, adliye koridorlarında para dolu çantalarla gezerek kararları değiştirebiliyordu.
Elbette tüm yargı mensupları bu çetelerin bir parçası değildi. Ancak yan odada dönen kirli işleri bilip susan, görmezden gelen bir yargıcın ya da savcının masum olduğunu söyleyebilir miyiz?
Sonuçta; Yenidoğan Çetesi’ne yönelik soruşturmayı yürüten savcı, makamında ölümle tehdit edilebiliyor. Uyuşturucu baronları, çete liderleri, katiller skandal kararlarla tahliye ediliyor. Deprem davalarında rant çeteleri yargılanmazken evlatlarını kaybedenler adaletsizlikte boğuluyor.
Tweet atanlar tutuklanırken Sinan Ateş Cinayeti’nin dava açılmayan 17 şüphelisine dair dosya rafta unutulmaya terk ediliyor. Patronlar, bürokratlar korunuyor.
Bir halk adaletsizliğin azabını yaşarken devlet çürüyor.