CHP Genel Başkanı Özgür Özel: “Deli Dumrul’a Diyorum; Bu Vergiyi Alamazsın, Almayacaksın”

Haber Tarihi: 16.10.2024

“KAR ELDE EDEN BANKALARA DEĞİL, VATANDAŞIN GIRTLAĞINA ÇÖKÜYOR”

“CHP, MİLLİYETÇİLİĞİNİ İSPAT İÇİN DEVLET BEY’DEN İCAZET ALMAZ, DEMOKRATİK AÇILIM İÇİN DEM’DEN ÇAĞRI BEKLEMEZ”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, iktidarın Meclis’e sunduğu, yeni vergi ve katkı payları getiren yasa teklifine ilişkin olarak, “Vergi kazanandan alınır. Kredi kartını veren banka mı kazanıyor, alan vatandaş mı kazanıyor? Türkiye’nin en büyük kârlarını elde eden bankalara değil, kredi kartıyla kendini döndürmeye muhtaç vatandaşın gırtlağına çöküyor. Yapılmayan alışverişten vergi almaya kalkan Deli Dumrul’a diyorum, bu vergiyi, bu parayı alamazsın, almayacaksın” dedi. Özel, “CHP ne söylerse kendi söyleyecek. Milliyetçiliğini ispat için Devlet Bey’den icazet almayacak, demokratik açılım yapmak için DEM’den bir çağrı beklemeyecek. Bu parti gelecek hafta Diyarbakır’da, Batman’da, Mardin’de, Şırnak’ta, Hakkari’de, Van’da olacak. Artık daha fazla şehit gelmesin diye, terörle mücadele yüzünden oraya hizmet etmemenin bahanesi kalmasın diye, bu ülkedeki tüm vatandaşlar anayasadaki gibi fiilen özgür olsun diye üstüne düşen ne varsa bunu cesaretle yapacak” diye konuştu.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, TBMM Grup Toplantısında konuştu. Özel, “Konuşmama kıvanç veren bir gelişmeyle, bir kutlamayla başlamak istiyorum. Dün Nobel Ödül Komitesi, Nobel Ekonomi Ödülünü ekonomi biliminde uluslararası alanda refah farklılıklarını anlamamıza yardımcı oldukları için Simon Johnson James Robinson ile birlikte çok sevgili Daron Acemoğlu’na verdiler, kendisini yürekten kutluyorum. Kendisi bu toprakların bir evladı, bu ülkenin yetiştirdiği bir değer, hepinizin çok saygı duyduğu, dikkatle takip ettiği bir akademisyen ve ödül komitesi yaptığı açıklamada Acemoğlu‘nun ve arkadaşlarının toplumsal kurumların önemini ortaya koyduklarını söylüyor ve şöyle ifade ediyor, ‘Hukukun üstünlüğünün zayıf olduğu ve halkı sömüren kurumların bulunduğu toplumlarda, büyüme ya da iyiye doğru değişim gerçekleşmez. Ödül sahiplerinin araştırmaları bunun nedenini anlamamıza yardımcı oluyor’ diyor. Daron Acemoğlu’nu aradım, hepiniz adına kutladım, kendisiyle gurur duyduğumuzu ifade ettim. Sayın Meclis Başkanı aramış bundan da memnuniyet duydum. Türkiye’ye geldiğinde Meclis’e davet etmiş, bu daveti çok yerinde buluyorum. Ve ümit ediyorum ki Kurtulmuş‘un davetiyle Acemoğlu bu Meclise gelirse, bu Mecliste, bu ülkeyi kalkındırma yükümlülüğü olan bu Mecliste, bu ülkeyi zenginleştirmek, yoksulluğu bitirme sorumluluğu olan bir Mecliste, hukukun üstünlüğünün zayıf olduğu ve halkı sömüren kurumların bulunduğu toplumlarda niçin büyümenin olmadığını Daron Acemoğlu bir kez daha anlatsın, hep birlikte dinleyelim. Biz buna inanıyoruz ve inanmayanlar inansın, duymayanlar duysun sözü” dedi. Özel, şunları kaydetti:

“22 YILDA EN AZ 831 İŞ CİNAYETİ İŞLENDİ”

“Amasra Maden kazasının ikinci yıldönümüydü dün. 43 madencimiz yaşamını kaybetmişti, AK Parti iktidarı, işçiye yoksulluk, sefalet, perişanlık ama daha da acısı ölüm getirdi. 22 yılda en az 33 bin 831 iş cinayeti işlendi bu ülkede. Deprem, 6 Şubat‘ta hepimizin yüreğini yaktı, hepimiz depremdeki kayıplara ağlıyoruz, onları rahmetle anıyoruz ama 33 bin 831 teker teker veya 43 kişi birden, Soma’da 301 emekli birden hayatını kaybediyor ama toplamda bir ülkede bir felaket yaşayıp da 33 bin kişi hayatını kaybettiğinde dünya tarihine geçiyor. Oysa Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarı boyunca yeterli tedbirler alınmadığı için dünyada 100 bin kişi başına düşen ölümlü iş kazasında birinci ülke Türkiye. Dünyanın en az gelişmiş ülkeleri dahil Türkiye birinci ülke ve iş kazası toplamında da zaten en kötü ikinci ülke. O yüzden meselenin ne kadar vahim, ne kadar politik, ne kadar tercihe bağlı, ne kadar kâr amacı güderken canı yok sayan ve insan hayatını hiçe sayan bir mesele olduğunu hep birlikte bir kez daha hatırlamak gerekiyor. Amasra maden faciası bir katliam. Bu katliam; ihmaller, denetimsizlik ve liyakatsizliğin bir sonucu. O günlerde katliamdan sonra Erdoğan tutup beklenen açıklamayı yaptı ve dedi ki, “Biz kader planına inanmış insanlarız”. Oysa Sayıştay raporlarına baktığımızda bunun bir kader planı olmadığı, aklı olan, vicdanı olan bir iktidarın bunu engelleyebileceği çok açık. Patlama öncesindeki tutanaklar, patlama 14 Ekim gün gerçekleşiyor, 13 Ekim saat 23.43’te yani patlamanın olacağı güne 17 dakika kala ilk uyarı başlıyor ve patlamanın olduğu saat olan 18.49’a kadar havalandırma vantilatörünün 53 kez ikaz, 355 kez alarm verdiği yazıyor. 53 ikaz ve 355 kez alarm varsa orada kader planına inanmak değil, bilime inanmak lazım. İlk uyarıdan sonra ciddiye almak, ilk ikazla birlikte orayı boşaltmak, o canları kurtarmak lazım. Bunları yapmayıp da ‘Kader planında bu varmış’ derseniz kader planında o zaman ülkeyi yöneten kişinin vurdumduymazlığı, o işletmeyi yönetenleri atarken ki liyakatsiz atamaları, denetim eksikliklerini, hepsini birden görüp bu kadar plan planında Recep Tayyip Erdoğan’ın bu ölümler üzerinde bir rolü olduğunu kabul etmek gerekir. O yüzden, ‘Bu mesleğin fıtratında bu var’ diyorlar Almanya’da 100 yıldır ölümlü kazaları olmuyorsa bu mesleğin fıtratında bu yok demektir. Fransa’da, İtalya’da bunlar yaşanmıyorsa, ‘Kader planında bu var’ demek kendi sorununu örtmek demektir. O yüzden bizim kader planımızda bilime inanan, yaptığı işi iyi yapan, kritik görevlere liyakatli atamalar yapan bir iktidarın gelmesi ve bu iktidarı göndermesi bu ülkenin kader planında vardır, er ya da geç bu gerçekleşecektir, bu ölümler değil.”

“TTK SUÇU NEREDEYSE ÖLEN İŞÇİLERE ATMAYA ÇALIŞTI”

“Türkiye Taşkömürü Kurumu, Meclis’te kurulan komisyonda yaptığı sunumunda neredeyse suçu, ölen madencilere atmaya çalıştı. Bu aslında Türkiye’de facia olduğunda herkesin ağladığı, yüreğinin yandığı, sorumluların hesap vereceğine yemin ettiği, madencilerin ailelerine gidip sarılıp ‘Evladının hesabı sorulacak’ dediği ama günü geldiğinde, suçluların ceza çekmesi gerektiğinde o suçlularla olan göbekten bağlarından ötürü ölenleri, masumları suçlayan, suçluları aklayan bir süreç hiçbirimize yabancı değil. En son Soma’da yaşadık bunu. Şimdi Amasra‘da bunu tekrar etmeye çalışıyorlar. Davanın ilk duruşmasının ardından TTK‘nın Genel Müdürü Kazım Eroğlu, apar topar EYT‘den emekli edildi. Bu Kazım Eroğlu 7 Ocak 2013’te Kozlu‘daki maden kazasında sekiz madencinin ölümünden, taksirle ölüme neden olma suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezası almıştı Eroğlu’nun TTK‘ya Genel Müdür atanması, Müessese Müdür Yardımcısının yıllardır madene girmeden maaş alması, genç ve deneyimsiz işçilerin alt kotlara gönderilip üst kotlar da yönetime yakın ve torpilli olanların çalıştırılması bu komisyona beyan veren işçilerin teker teker söylediği, dönüp baktığınızda da bütün kanıtların ispatladığı bir gerçek. O yüzden siz Kozlu‘da sekiz kişinin ölümünden suçlu bulunmuş, hapis cezası almış birisini götürüp Amasra‘ya koyarsanız, ondan sonra ‘Kader planında bu varmış’ diyemezsiniz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak gerek komisyondaki arkadaşlarımız, gerek ilin milletvekili, gerek bütün davayı takip etmekle görevli hem hukukçu hem ilgili milletvekillerimizle bütün süreci takip etmeye, tüm sorumlular hak ettiği cezaları alana kadar Amasra‘yı takip etmeye devam edeceğiz. Bir kez daha ifade etmek isterim ki, hem Kozlu’da hem Amasra‘da hem Soma‘da istediğimiz kadar emeğin yanında olalım, hayatını kaybedenlerin yanında olalım, birileri suçu örtmeye, suçluları korumaya, cezalandırılmış olsalar dahi cezalarını çekmeden bunların kayrılmasına gayret sarf ediyorlar. Soma‘da kazanın son mahkemesinden sonra, mahkeme önünde söylemiştim, bir kez daha burada söylüyorum. Soma‘da da bütün iş cinayetlerini mahkemelerinde de kayrılanlar, korunanlar, ceza almadan kurtulanlar da bilsin oranın mağdur gözü yaşlı anıları eşleri evlatları da bilsin. Çok geçmeden bu ülkede bu davalar bir kez daha açılacak, sorumlular hesap verecek, anaların yüreğine su serpilecek. Ant olsun ki yapacağız bunu.”

“FERNAS’IN PATRONU KUL HAKKI YİYOR VE BUNU ERDOĞAN’A DAYANDIRIYOR”

“İki aydır haklı eylemlerini sürdüren, bunun için memleketim Manisa’dan, Soma‘dan yalınayak Ankara’ya yürüyen Fernas işçileri var. Fernas, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Batman Milletvekilinin adının ve soyadının ilk hecelerinden oluşan patronun hali hazırda bu yüce çatı altında milletvekili olduğu, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin her imkanı yarattığı bir şirket. Soma‘da madencilik yapıyor, Soma faciasından sonra söz verildi, üzerinde durduk, mücadele ettik, bir günlük hafta tatili iki güne çıktı. Bir asgari ücret iki asgari ücrete çıktı yer altında. Ve bununla ilgili birçok güvence oldu. Fernas iki asgari ücreti veriyorum diye yani 34 bin 4 lira işçiye para ödüyor, bunun dışında her gün saatlerce, günlerce, her ay yeraltında fazla mesai yapıyorlar 1 lira ödemiyor. Hafta tatili var iki gün birini kullandırtmıyor, parasını ödemiyor. Bazen bayramda seyranda gece gündüz çalıştırıyor bir lira ödemiyor. İşçiler hakkını arayınca, ‘Efendim ben Cumhurbaşkanımıza söyledim, bana hak verdi’ diyor. İşte bu işçiler Soma‘dan buraya yalınayak yürüdüler. Engellendiler, yine yürüdüler. Ankara’da ‘Meclis’e geleceğiz.’ Önüne engel. ‘Bakanlığa gideyim.’ Önüne engel. ‘Cumhurbaşkanına gidelim.’ Engel. Sesini duyuruyor, çağrı yapıyor, duymuyorlar. En son dün bu saatlerden iki saat önce, 24 saat önce açlık grevine başladılar. Ankara’nın ortasında, bir parkta yemeden, içmeden, konuşmadan sadece ellerindeki kasklarını yere vurarak son kez seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum, bir milletvekilinin, işçinin alın terini sömüren, haksızlık yapan, yer altında 301 işçinin öldüğü o havzada emeği sömürülen birinin emeğini sömüren patron senin milletvekilinin ve sana güveniyor. ‘Gittim, anlattım’ diyor. Allah bilir neler dedi? ‘İdeolojik mi’ dedi, ‘Bunlar solcu’ mu dedi. O dedi, bu dedi. O işçilerin bir emek bilinçleri var ama içlerinde sağcısı da varsa solcusu da var, her görüşten insan var. Soma’nın dağlardaki köylerden gelmiş gariban, tertemiz evlatlar bunlar. Bir kez daha sesleniyorum Fernas patronu hak yiyor. Kul hakkı yiyor. Ve bunu Erdoğan’a dayandırıyor. O işçilerin kılına zarar gelirse müsebbibi Fernas da değildir bizzat Recep Tayyip Erdoğan’dır.

“BABA OĞULA VERMİYOR, NASIL BİR YAPIYMIŞ Kİ CENGİZ HOLDİNG’E VERİLİYOR”

“Geçen hafta bu kürsüde dedim ki ‘Ben haftaya bu kürsüye bir daha çıktığımda bir ihale olmuş olacak.’ Aynı Elazığ’da yaptıkları ve Elazığ milletvekilimizin kapalı zarfla bana ve AK Parti’ye teslim edip ihaleden sonra açtığımızda aynen sonucun çıktığı gibi, adrese teslim bir ihale var. İhaleyi Cengiz Holding’e verecekler. Çünkü öyle bir şartname yapmışlar ki o veya ona çok benzer, onun yan kuruluşu bir firma girebilir ve bu ihaleyi alacak. İhale bakır madeni ihalesi ve ihale Sinop Boyabat’taki bir maden alanına dair.’ Bugün buradayım, birkaç saat önce sabah 09.00’da ihale yapıldı ve Cengiz Holding’e ait Eti Bakır A.Ş. ihaleyi aldı, aynı söylediğimiz gibi. Adrese teslim ihaleyi verdiler. Peki ihale tutarı ne kadar? 3.5 milyar TL. MTA’nın raporuna göre sahada ne kadar cevher var? 79.8 - 80 milyon ton cevher var. Bunun bugünkü değeri ne kadar? 456 milyar lira. 3,5 milyara, 456 milyarlık cevheri alıyor. Rezervin tutarı ile ihale tutarı arasında 123 kat fark var. İhalenin iptali için bir çevre derneği yargıya başvurmuş, Genel Başkan Yardımcımız Deniz Bey yakından takip ediyor, hukukçularımız yakından takip ediyorlar. Biz de takip ediyoruz. Biz bunun peşini bırakmayız. Ama değerli vatandaşlarım, çok kıymetli her görüşten, her siyasi görüşten vatandaşlarımız, 456 milyar liralık cevher hepimizin, bütün Türkiye’nin. Tayyip Bey bunu, 3.5 milyar lira veren Cengiz Holding’e veriyor, yandaşına veriyor. Siz, AK Partililer, MHP’liler 450 milyar liralık malınızı 3 milyara yandaşına versin diye mi Tayyip Beye oy verdiniz? Onlara versin de Tayyip Bey versin, o sussun diye mi Devlet Beye oy verdiniz? 456 milyarlık bu milletin bakır cevherini, 3,5 milyara Cengiz Holding’e peşkeş çekenlere yazıklar olsun, bunu unutmayacağız. Günü gelince bunu unutmayın, bunun hesabını sorun. Baba oğula vermiyor, kardeş kardeşe vermiyor, komşu komşuya vermiyor, bir malı 123’te birine, ne imtiyazı varmış? Nasıl bir ilişki varmış da bu Cengiz Holding nasıl bir yapıymış da veriliyor? Bir de bu işin bugünkü boyutu. Elazığ’da ne oldu? Verilenin 10 katı cevher çıktı. Fazlası çıktı. Burada da aynıları olacak. Bu hak değildir, vicdan değildir, insaf değildir, yapılan iş ahlaki değildir, yapılan iş ne ahlaka sığar, ne dine sığar, ne imana sığar. Bu kadar haksız kazanç, kazanç değildir. Bu soygundur, soyan Cengiz Holding’tir, soyulan hepimiziz, soyduran da bugünkü iktidardır. Buna sessiz kalmayacağız, takip edeceğiz. Ama vatandaşlarımızın bunu unutmamasını diliyorum.”

“KATLİAM YASASINI UYGULAMADIK, ASLA UYGULATMAYACAĞIZ”

“Ve yine çok üzüldüğümüz, kahrolduğumuz, gençlerin ağladığı, milletvekilimizin gidip başında durduğu, orada gözyaşı döktüğü bir olay. Cuma akşamı Gebze’de, pazar günü Ümraniye’de yüreklerin kaldırmayacağı görüntüler yansıdı. Aslında bunun böyle olacağını biliyorduk. Hayvanları Koruma Kanunu’nu getirdiler, kanunda bir değişiklik öngördüler. Biz buradan itiraz edene kadar, bu grubumuzdaki arkadaşlar hem bütün sahada, hem komisyonda, hem Meclis’te sonuna kadar direnene kadar, vatandaşlarımız haberdar olup, partimizin yaptığı haklı muhalefete toplumsal bir destek verene kadar kanun şöyleydi, ‘Canları sokaktan alacak, götürecek barınağa koyacak, barınakta iki ay tutacak, sahiplenmeyeni zehirleyecektiler.’ ‘Olmaz’ dedik, itiraz ettik. Büyük itirazların sonunda şuna çevirdiler. ‘Hadi barınak yapmak için 2028’e kadar süre.’ Bu da yanlış bir iş. Katkı sağlayıp, hızla barınak yaptırmak, kapasiteyi artırmak lazım. Zaman tanımak, bugünlerde barınaksızlığı da kanuni görüyor. ‘Alacaksın, kısırlaştırıp, aşılayıp, tekrar bırakmayacaksın, barınakta tutacaksın’ diyor. Sonra alacağım getireceğim, geri de götürmeyeceğim. Ne yapacağım? Kanun gizlice şöyle diyor, ‘Bu CHP çok uğraştı, toplum çok tepki gösterdi, gençler çok tepki gösterdi. O kadarını yazamadık. Çok kalabalıksa sen bilirsin yapacağını’ diyor. İşte Gebze’de ve Ümraniye’de onu yaptılar. Canları zehirlediler, öldürdüler, hepimizi kahrettiler. Övünç, kıvanç duyduğumuz husus şudur ki, ilk gün ben de söyledim, teker teker milletvekillerimiz de söylediler. Teker teker belediye başkanlarımız da açıkladı. Biz bu katliam yasasını uygulamadık, uygulamayacağız, asla da uygulatmayacağız. Ama kendi belediyeleri, örtülü mesajı alanlar, aynı kafada olanlar canlara kıyıyor. Buradan bir kez daha çağrıda bulunuyorum.”

“SORUMSUZ YASAMA ANLAYIŞININ SONUCU BU KANUN, DERHAL DEĞİŞMELİDİR”

“Diyorum ki, ‘2019’da Meclis’teki bütün partiler toplandık, görevlendirdik milletvekillerimizi, bir komisyon çalıştı, bir karar verdi. Bu işin bir boyutu toplama, bir boyutu büyük barınaklar yapma, kısırlaştırma, aşılama, sahiplendirme ama öbür boyutu para. ‘Bunun için şans oyunlarından, at yarışlarından, Milli Piyangodan, belli vergilerden kesintilerle bir hayvan hakkı fonu oluşsun’ dendi. Diyen sadece CHP, DEM, İYİ Parti değil. MHP ile AK Parti de altına imza attı. Bunu yapmadan, bu kaynağı vermeden, ‘Sen topla, topla. Geriye de bırakma’ dersen işte bu yapılanlar oluyor. Bu cinayet, sorumsuz yasama anlayışının eseridir. Derhal bu kanun değişmelidir. Buradan bu çağrıyı yapıyoruz. Grup Başkanvekillerimiz birazdan açılacak Meclis’te bu konuyu dile getirecekler, bu konuda gruplara çağrı yapacaklar, arkadaşlarımız değişiklik tekliflerini komisyonlara iletecekler. Biz elimizden geleni yapacağız ama bir çağrım da Anayasa Mahkemesi’nin sayın üyelerine, biz zaman geçirmeden bu katliam yasasını, örtülü katliam yasasını, biz uygulamasak da birilerinin uyguladığı bu yasayı yüce mahkemeye taşıdık. Yüce mahkeme zaman geçirmeden bu yasayı iptal etmelidir. Bu yasanın yerine yeni yasa için de öyle çok uzun bir süre değil, çok kısa, makul bir süre vermeli ve bir an önce bu yasanın düzelmesi sağlanmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin her birinin çocukları, torunları olan kıymetli üyelerine sesleniyorum. Torununuzun gözüne bakın. Bu Gebze’de yaşandığında torununuzun gözündeki korkuya bir bakın, endişeye bir bakın, öfkeye bakın ve bir an önce bu dosyayı karara bağlayın. Bu katliam yasası durdurulmalıdır, durdurulacaktır.”

“YENİ VERGİLER GETİRMEYİ DÜŞÜNMEDİKLERİNİ SÖYLEMİŞTİ”

“Daha üç hafta önce Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Şimşek, ekonominin iyiye gittiğini, yeni vergiler getirmeyi düşünmediklerini söylemişti. Daha sözlerinin haber olduğu gazetelerde mürekkepler kurumadan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne AK Parti grubu 12 maddelik bir teklif getirdi. Aslında bu teklif, bugünden bakıldığında hiç sürpriz değil. 1 Ekim günü Sayın Erdoğan Meclis’in açılış konuşmasında, kürsüde demişti ki, ‘İsrail’in’ ki konuşmasının o noktaya kadarki kısmında dünyaya yaptığı çağrılar, Türkiye’nin bir birlik halinde Filistin’e sahip çıkması, İsrail’in yaptığı katliama yaptığı vurgularda bir sorun yoktu. Ama dedi ki, ‘İsrail’in bir sonraki hedefi biziz. Türkiye’dir’ dedi. Buna bir anlam veremedik. Bunu ne dış politikacılar, ne güvenlik uzmanları, ne birazcık olsun bu meseleyi yakından takip eden kimse anlam veremedi. Ve ‘Bu işte bit yeniği var’ dedik. Galiba, ‘Evet, açlık var, yoksulluk var, işsizlik var ama büyük bir tehlike var. İsrail Türkiye’ye saldıracak. Bunun için bizi destekleyin’ demek istiyor. ‘Yani yönetimdeki beceriksizliğini örtmek için İsrail tehlikesini ortaya atıyor’ dedik. Bunu geçmişte de yaptıkları oldu. Şimdi susacak, televizyonlar bunu konuşacak, ‘Tayyip Beyin bir bildiği var’ diyecekler. Eski MİT Müsteşarı, Dışişleri Bakanı gizemli laflar edecek, Milli Savunma Bakanı, Milli Savunma Bakanlığı’nın, Genelkurmay, ordunun bütün deneyimine, birikimine, istihbaratına, imkanlarına, kahraman ordumuzun gücüne rağmen bir şey diyemeyecek. Bu korku yayıldıkça yayılacak, Tayyip Bey de bu güvenlik kaygısının konforunu yaşayacak. ‘Anketlerde birinci sorun hayat pahalılığı, iki enflasyon, üç işsizlik, peşi sıra gidiyor ya. Güvenlik kaygısı aşağıya düşmüş, Tayyip Bey bundan rahatsız ya. Buna hamle yapıyor’ dedik. Bu doğruydu. Bunu ortaya çıkarmak için bilinen bir yol vardı. Daha doğrusu Cumhuriyet Halk Partisi’nin bilip, bazılarının unuttuğu, bazılarının hiç öğrenmediği şekilde dedik ki, ‘Gelin bakalım, bunu öyle susarak, bir bildiğimiz var diyerek geçiştiremezsiniz. Ne yapacağız, oturacağız ve anlatacaksınız.’ Kapalı oturum istedik, kaçamadılar. Geldiler, kendisini çağırdık gelmedi, iki bakanını gönderdi. Tabii kural belli, kapalı oturumda ne konuşulduğunu 10 yıl söyleyemezsiniz. Ama zaten söylenmeyecek bir bilgiyi bu Meclis’e verse, bir devlet sırrını verse tüm Meclis, hepimiz bunun gereğini yaparız. Ama ‘Mış gibi yapıp, havanda su dövüp milleti kandırmalarına izin vermeyelim. Hadi bakalım kapalı oturuma gelsinler’ dedik. ‘Kapalı oturumda ne söylediğinizi açıklamayız ama söylemediğinizi ifşa ederiz’ dedik.”

“‘CAMBAZA BAK’ DERKEN BİR YANDAN DA MİLLETİN CEBİNE EL ATACAKLARMIŞ”

“Tam da dediğimizi yaptılar. Bir kelime, sizin bilmediğiniz, bizim bilmediğimiz bir şey anlatmadılar. ‘İsrail Türkiye’ye saldıracak’ diyemediler, kanıtını ortaya koyamadılar. Etrafından dolaşıp ne biliyorsak onu baştan anlattılar. O zaman bu ifşa oldu. Peki, bugün Sayın Bahçeli tepki göstermiş. Erdoğan, ‘Yakıştıramadım’ demiş. Peki, Sayın Bahçeli siz de oradaydınız. Çıkın, bu milletin gözünün içine baka baka deyin ki, ‘Ben bakanları dinledim ve İsrail’in Türkiye’ye saldıracağına ikna oldum.’ Diyemez. Bir MHP’li bunu diyemez, bir AK Partili diyemez. O gün kapalı oturumu izlemiş, akıl ve vicdan sahibi bir milletvekili bunu demedi, diyemez, demeyecek. Ama esas niyet ‘Cambaza bak’ derken milleti oyalamak sanıyorduk. ‘Cambaza bak’ derken bunun yanında bir de milletin cebine el atacaklarmış, attılar, Savunma Sanayii Destekleme Fonu getirdiler. Meğersem ‘Tehlike büyük İsrail Türkiye’ye saldıracak, savunma sanayiine hep beraber destek olacağız. Nasıl olacağız? Vergi beyannamelerinden 600 TL, 100 bin lira üzeri kredi kartlarından 750 TL, Motorlu Taşıtlar Vergisinden muaf olan elektriklisinden, küçük silindirlisinden hem MTV hem yüzde 20’si Savunma Sanayii Fonu’na, her gayrimenkul alım satımından alandan para, satandan para, birinci el arabadan 3 bin lira, ikinci el arabadan bin 500 lira, noterdeki her işlemden 75 lira her işlemden, 5 bin liranın üzerindeki kol saatlerinden para, drone uçuruyor çocuklar askeri amaçlı olmayan tüm dronelardan para, akla gelebilecek her şeyden para. Hesap kitap hızlı yapıldı. ‘70-80 milyar lira’ dediler, bugün mali müşavirler hesap yapmış, sadece beyannamelerden 75 milyar lira toplayacaklar. Ne için? ‘Efendim İsrail saldıracak, tehlike büyük. Pamuk eller cebe.’ Meğersem o gizli oturumda havanda su dövdükleri, Tayyip Beyin hesapla gizli oturumu hesap edemeyip, ‘Bir bildiğimiz var, tehlike büyük’ deyip akşam televizyonda konuştuklarının hepsi, hepimizden bu paraları almak içinmiş.”

“ALIŞVERİŞ YAPMA İHTİMALİ OLANDAN VERGİ ALMAYA KALKIYOR”

“22 yıl önce tam tersini savunup, ki o zaman büyük bir deprem vardı, o depremden dolayı ülke çok zor durumdaydı, o günlerde bunlara itiraz ederek geldiler. İktidarlarının ilk yılında söz vermişlerdi. 30 Temmuz 2003’te kredi kartı sözleşmelerini damga vergisinden muaf yaptılar. 21 yıl sonra tüm kredi kartlarının yüzde 50’sinden, her isteyene, istemeyene kart veriyorlar, sormadan limit artırıyorlar. Ve tüm kredi kartlarının yarısından 21 yıl sonra yepyeni bir vergi alıyorlar. Vergi neyden alınır? Kazanandan alınır. Kredi kartını veren banka mı kazanıyor, alan vatandaş mı kazanıyor? Krediyi çekecek, çekmemiş. Limit vermiş, kendi kendine artırmış. Alışveriş yapandan da değil yapma ihtimali olandan vergi almaya kalkıyor. Ama Türkiye’nin en büyük kârlarını eden bankalara değil, kredi kartıyla kendini döndürmeye muhtaç vatandaşın gırtlağına çöküyor. Buradan şunu söylüyorum, bu kredi kartlarından, bu 750 lira parayı, kaldı ki şöyle yapmış, ocak geldiğinde yüzde 40 mı enflasyon, yeniden değerleme? Yüzde 50 de artırma imkanı var, yüzde 60. 750 lira artacak, 100 bin limiti artmayacak. Herkesin kartları 1-1,5 yılda bunun üstüne çıkacak, tüm kartlardan alacaklar. Şimdi yapılmayan alışverişten vergi almaya kalkan deli dumrula diyorum, bu vergiyi, bu parayı alamazsın, almayacaksın. Onu o taslaktan öyle ya da böyle çıkaracaksın. Alacaksan Türkiye’nin en çok para kazanan bankalarına gidip ondan alacaksın. Ondan alacağı kredi kartıyla çocuğuna mama alan, bez alan, evladının ilacını alan, evinin tüpünü ödeyen, evladına süt alan, anasının evinin doğalgaz parasını kredi kartından çektiren garibanın yakasından düşeceksin kardeşim.”

“BİZ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN TARAFINDAYIZ”

“Bir diğer mesele eli kulağında, bakıyorlar, ölçüyorlar. Ölçümler pek istedikleri gibi değil ama kutuplaşmadan da çok medet umuyorlar. Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde genç teğmenlerimizin ebedi Başkomutanları, partimizin ve ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile Cumhuriyete bağlılıklarını gösteren genç teğmenlere soruşturma açmışlardı. Dikkatle takip ediyoruz. Ama o okuldaki, Kara Harp Okulu’nda görev yapan subaylara, yani askeri idari personele soruşturma açıp, 30-40 tanesini farklı yerlere tayin etmişler. Yani o yaşananlardan orada çalışan subayları sorumlu tutuyorlar. Birincisi o subaylar ki 15 Temmuz gecesini milletin, devletin, hepimizin yanında geçirmiş. O subaylar ki FETÖ’cü olsalar şimdi içeride olurlardı. Yetki elinde, bilgi elinde, o subaylar ki o günden bugüne bu ülkesine hizmet etmiş. O teğmenlerin her sene yaptıkları ama yansıyan ama yansımayan, geçmişte senin gözünün önünde olan, o töreni yapıldı diye oradaki idari personeli, askeri ve idari personeli cezalandırıyorsun. Bu yanlıştır. Haksızlıktır. Niyetleniyorsun ki, ‘O teğmenleri ordudan hepsini değilse de 30’unu, 20’sini atayım, birkaçını atayım.’ Esas mesele oradaki sözün kendisinde. Sayın Erdoğan, hiç rahatsız olacak bir şey yok. Ne demiş teğmenler? ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz.’ Kimin olacaklar? Şimdi o teğmenler ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ demeyecek de ‘Trikopis’in askerleriyiz’ mi diyecek? O teğmenler Mustafa Kemal’in tarafında, sizin ‘Mustafa Kemal’e zerre muhabbet besleyen, ne ölüme, ne dirime gelsin’ diyen Fesli Deli Kadir’in dirisine sen gittin, elini sıktın, elini öptün, hürmet ettin. Cenazesine beş bakan gönderdin. Biz Mustafa Kemal’in tarafındayız. Senin o çok hürmet ettiğin Fesli Deli Kadir Yunan’ın tarafındaydı. ‘Keşke Yunan kazansa’ diyordu. Biz tarafımızı muhafaza ediyoruz. Anlaşılan bu teğmenler ceza alırsa, sen de tarafını tekrar göstereceksin. Ayrıca siyasi parti ayrımı olmaksızın sorulduğu bütün anketlerde tüm siyasi görüşlerden vatandaşlarımız teğmenler meselesinde cezalandırmayı yersiz, teğmenlerin tavrını da doğru buluyorlar. Bu millet teğmenlerin karşısında duran bu anlayışa karşı durması gereken doğru yerde duruyor. Bu millet genç teğmenlerin yanında, devleti teğmenlerin karşısına dikenlerden de ilk sandıkta hesap soracak. Herkes bunu bilsin.”

“HEKİMLERİN TALEPLERİNİN YANINDAYIZ”

“Geçtiğimiz hafta Türk Tabipleri Birliği’nin seçilen yeni yönetimi Sayın Alpay Azap ve Merkez Konseyi bizleri ziyaret etti. Tabii hepimiz çok sayıda acıyı yaşıyoruz, şöyle bir hatırlayalım. Sadece Ekim ayında, yani değerli milletvekilleri, Meclisin açıldığı 1 Ekim’den bugüne kadar Kahramanmaraş’ta kadın doğum Çocuk Hastanesi’nde sağlık çalışanları pompalı tüfekli bir saldırgan tarafından rehin alındı. Balıkesir Edremit Devlet Hastanesi’nde yatan bir hasta, hastaneye gelen birisi tarafından silahla vurularak öldürüldü. Körfez Devlet Hastanesi Acil Servisinde görev yapan hekimler bir kişinin saldırısına maruz kaldılar, darp dediler. Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Serviste görev yapan asistan ve intern hekimlere hasta yakınları saldırdı. Buca Kuruçeşme 8 Nolu Aile Sağlığı Merkezinde saldırıya uğrayan bir aile hekiminin kafasında çatlaklar oluştu, ağır yaralandı. Ak Parti iktidarı boyunca hekime ve sağlık emekçilerine karşı şiddet hızla artıyor. Bu konuda defalarca defalarca kanuni düzenlemeler yapıldı, yapılırken biz muhalefet partileri tabip odalarının, Türk Tabipleri Birliği’nin taleplerini söyledik, AK Parti bildiğini yaptı, onun bildiği ile hiçbir sonuç alınmadı. Acil servislerde çalışan hekimlerin yüzde 84’ü görevleri boyunca en az bir kez şiddete maruz kalmışlar Türkiye’de. Ankara Tabip Odası’nın yaptığı çalışmaya göre, 2015’ten bugüne beyaz kod uygulaması yani şiddete maruz kalan doktor beyaz kod veriyor 120 bin sözlü ve fiziksel şiddet olmuş, o günden bugüne kadar. Sağlıktaki şiddetin önüne geçmek için öncelikle ve öncelikle ‘Hastalansınlar, iyileştiririz’ değil koruyucu sağlık hizmetlerinin önemine vurgu yapmak lazım. Türk Tabipleri Birliği geldiler, önerilerini sundular. Bunu arkadaşlarımız bir kez daha ilgili komisyonlarda ve Genel Kurulda dile getirecekler, hayata geçmesi için karşılık bulunması için çaba sarf edecekler. Ama en başta hekime karşı şiddetin önlenmesi için başta TTB ve diğer sağlık meslek örgütleri sağlık alanındaki sendikalara kulak kabartılmasını, hekim hasta ilişkilerinin sağlıklı şekilde işlemesine, yürümesine olanak vermek için güvenli çalışma ortamı için tıbbi, teknik ve idari önlemlerin alınmasını, artık hekimlerin hedef gösterilmemesi, ‘Biz gelmeden önce doktor hastayı azarlardı, şimdi hasta doktoru pataklıyor’ diye patavatsızlıklara bir an önce son verilmesini, cezasızlık algısıyla mücadele bugünlerde gündemdeyken esas olarak bunun sağlık çalışanlarına şiddet konusundaki caydırıcılığın artırılmasında da değerlendirilmesini ve hızlı bir şekilde bu konuda bir seferberlik ilan edilmesini talep ediyor Türk Tabipleri Birliği. Ayrıca birinci basamak sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesini, deprem bölgesinde aksayan acil ve gündelik sağlık hizmetleri için yeni tedbirler alınmasını, teşvikler verilmesini hep birlikte oradaki hekim ve sağlık emekçisi sayısının artırılmasını, hekim emeğinin hor görülmemesini ve hekime karşı yapılan ücretlendirme noktasında bunların tek kalemden oluşup hekimlerin emekliliğine de yansımasını, hekimlerin gelecek kaygısının ortadan kaldırılmasını, yurt dışına hekim göçünün bir an önce sonlandırılmasını talep ediyorlar. Biz de hekimlerimizin, sağlık çalışanlarımızın, sağlık emekçilerimizin Cumhuriyet Halk Partisi olarak haklı taleplerinin her zaman olduğu gibi şimdiden sonuna kadar yanındayız. Doktorlarımızın, emekçilerimizin arkasındayız.”

“TOPLUMUN YÜZDE 81’İ EĞİTİMİ ADALET VE KALKINMA PARTİSİNİN BAŞARISIZ OLDUĞU BİR ALAN OLARAK TANIMLIYOR”

“Eğitimde sorunlar çok fazla. Bu cumartesi günü sabah saatlerinde Ankara Hasanoğlan‘da. Hasanoğlan Köy Enstitüsü ki 1940’larda köy enstitüsü olarak efsanevi çalışmalara ve hizmet etmiş, çok kıymetli mezunlar vermiş Hasanoğlan köy Enstitüsü’nde eğitim konuşacağız, çok önemli bir çalıştay gerçekleştireceğiz. O güne dikkatlerinizi çekmek ve eğitime önem veren, bugün evladının aldığı eğitimden memnun olmayan ve verdiği eğitim hizmetinden tatmin olmayan öğretmenleri, evladının aldığı eğitiminden memnun olmayan tüm velileri ve sektörün, alanın tüm paydaşlarını cumartesi günkü eğitim çalıştayımıza davet ediyorum. Bugün ebeveynlerin yarısından fazlasının çocuklarının eğitim masraflarının karşılamakta zorlandıklarını, her beş ebeveynden üçü imkanı olsa çocuğunu özel bir okula göndermek istediğini, devlet okullarına güvenmediğini ve çocuğunun aldığı eğitimden memnun olmadığını ifade ediyor. Toplumun yüzde 81’i eğitimi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başarısız olduğu bir alan olarak tanımlıyor. Bu şartlar altında cumartesi günü, bu konuları gün boyunca uzun uzun konuşacağız tartışacağız.”

“8 BİN 300 LİRA EĞİTİM ÖĞRETİM BURSU VERMESİ LAZIM”

“Bir hususu üniversite öğrencilerine verdiğim sözden dolayı burada ifade etmek isterim. Adalet ve Kalkınma Partisi 22 yıldır iktidarda. Tayyip Bey dönüp dönüp öğrencilere diyor ki, ‘Biz gelmeden önce üniversite öğrencisine verilen burs 45 liracıktı, 45 liracık. Biz şimdi kaç lira yaptık?’ Oradan biri bağırıyor, ‘2 bin.’ ‘Ya 45 lira nerede, 2 bin lira nerede?’ Bakın, tam oradayız. Bu memlekette üç tane hesap var, kabul gören. Çeyrek altın, asgari ücret ve simit. Doğru mu? Bakın, o küçük gördüğü 45 liracık, bir simit 20 kuruşken 2002’de 225 simit alıyormuş, bugün verdiği 2 bin lira 133 simit alıyor. İkinci hesap, o gün 45 lira, verilen asgari ücretin yüzde 27’siymiş, bugün 2 bin lira asgari ücretin ancak yüzde 11’i. Ve o gün çeyrek altın 26 lira, inanmayan çarpsın, Bugün 4 bin 900 lira. O gün küçümsediği 45 liracık, 26 liralık çeyrek altından 1.7 çeyrek altın alıyormuş, bugün 2 bin lira, 4 bin 900 liralık çeyrek altından 0.4 çeyrek altın alıyor. Yani çeyrek altın üzerinden dört kat, simit üzerinden iki kat, asgari ücret üzerinden üç kat azalmış üniversite öğrencisine verdiği burs. Şimdi buradan bütün öğrencilere diyorum ki, ‘Bizim zamanımızın öncesini bilmezler, eski Türkiye şöyleydi, eski Türkiye böyleydi.’ Tayyip Bey gölge etmesin, son 22 yıllık gölgeyi çeksin, eski Türkiye’dekini versin, eğer asgari ücrete göre verecekse 5 bin lira, çeyrek altına göre verecekse 8 bin 300 lira öğrencilere eğitim-öğretim bursu vermesi lazım. Tayyip Bey, bak işte, ‘Nereden nereye?’ diyorsun. 2 bin lira vermek nereye, rahmetli Ecevit’in bugünkü parayla verdiği 8 bin 300 lira nereye. Bütün öğrencileri ve ailelerini, gördükleri tüm AK Partili milletvekillerine, AK Parti’yi savunan herkese bu hesabı anlatmaya, evlatlarının hakkını bu iktidardan sormaya davet ediyorum.”

“BİZ GELENE KADAR İSTANBUL’DA İBB’NİN YURDU YOKTU, ŞİMDİ 61 TANE VAR”

“Diğer yandan Türkiye’deki üniversite öğrencilerinin barınma sorunu var. Devletin görevi ne? Öğrenciye yurt yapmak. Türkiye’de 100 öğrencinin 13’ü yurtta, 87’si başının çaresine bakacak. Evde mi kalır, özel yurda mı gider, bir yakının yanına mı gider, çadırda mı yatar ya da baş edemeyip memleketine mi döner? Yüzde 87’ye ‘Başının çaresine bak’ diyorlar. Diğer taraftan bu rakam İstanbul’da yüzde 2,6. İstanbul’daki 100 öğrenciden 2,6’sına devlet burs veriyor. Geri kalan yüzde 97,4’üne ‘Başının çaresine bak’ diyor. Bu yüzden, bu iktidara geçmişte oy vermiş ve bugünlere gelmiş tüm anne ve babalara diyoruz ki; ’Devletin asli görevi yurt yapmaktır.’ Biz yerel yönetimlere gelene kadar, İstanbul’a biz gelip de hiç olmayan yurtlara ilk adımı atana kadar İstanbul’da, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir tane yurdu yoktu. Şu anda tüm belediyelerimizde 61 yurt var. Bunu vatandaşlarımızın bilgisine sunuyorum. İstanbul Büyükşehir’i de Mersin’de, Ankara’da, Adana’da, Antalya’da ve tüm Türkiye’de öğrenci yurtları yapan bütün belediye başkanlarımızı da alınlarının ortasından öpüyorum.”

“KÜÇÜCÜK ÇOCUKLAR KARANLIKTA OKULLARINA GİDİYOR”

“Kalıcı yaz saati uygulaması vatandaşlarımızı çıldırtıyor. Bundan 8 yıl önce damat Albayrak, güya ‘tasarruf edeceğiz’ diyerek, ‘4,5 milyar tasarruf edeceğiz’ diyerek yaz saati uygulamasını kalıcı hale getirdi. Yaz saati uygulaması altı ayda bir ileri geri alınırdı, kalıcı hale getirdi. Videolarda, ‘Nasıl? Namaza kalkıyoruz, artık yatmıyoruz’ diye gençlerle yumruk çakıyordu. Neymiş efendim? Sabah namazına kalkıyormuş, yatmadan güne devam ediyormuş. ‘Bu hesapla 4,5 milyar lira avantaj sağlayacağız’ dedi, bir tane rapor bu hesabı doğrulamadı. Bir kuruş avantaj sağlandığına ilişkin çalışma yok. Aksine eskiden kış saati uygulaması varken, sabah okullarda, işyerlerinde ışıklar açılmazdı. Sokak lambaları çocuklar çıkmadan sönerdi ya da onlar yoldayken sönerdi. Şimdi okula varılıyor, zifiri karanlık, sokakta lamba yanıyor, okulda lamba yanıyor, sabah giyinirken evde lamba yanıyor ama güya bizimkiler tasarruf ediyor. Türkiye ile aynı zaman diliminde birçok Avrupa ülkesi var, hiç birisi bunu akıl etmiyor, hepsi zarar ediyor. Bir tek bizim aklı bollar kendilerince tasarruf ediyor. Ama esas mesele sabahın köründe servise giden işçi kardeşim, küçücük çocuklar karanlıkta ve korkarak, endişe ederek okullarına, iş yerlerine gidiyorlar. Buradan bir kez daha akıl ve vicdan sahibi tüm bürokratlarımıza diyoruz ki; ‘Lütfen çalışın, rakamları çıkarın, bu beylerin önüne koyun. Bu tuhaf uygulamadan lütfen bu ülkenin öğrencilerini, gençlerini, çocuklarını erken saatte işe giden emekçilerini kurtarın.’”

“CUMHUR İTTİFAKININ VİZYONU: İSRAİL KORKUSU VERGİSİ İLE CEZASIZLIK ALGISI”

“Maalesef geçtiğimiz hafta kadın cinayetleriyle, çocuk istismarlarıyla, aydınlatılmayan cinayetlere meşgul olduk ve üzülüyoruz. En son Narin Güran’ın katilleri halen daha ortaya çıkmadı. ‘Efendim hangi odada olduklarını tespit ettik, yakında bulunacak’ diyorlar. Adalet Bakanını takip ediyoruz. Van Yüzüncüyıl Üniversitesi’ndeki Rojin Kabaiş’in 18 gündür kaybını takip ediyoruz. Türkiye’nin dört bir tarafından kötü haberler geliyor. İktidar partisi çıkmış, ‘Cezasızlık algısı var’ diyor. Cezasızlık algısı vardır. Çünkü bu memlekette bu suçları işleyenler, çok kısa sürede tekrar aramıza karışmaktadır. Peki bunu kim yapmaktadır? Bugüne kadarki yargı paketlerini kim yaptıysa, uyarılarımızı kim dinlemediyse, İnfaz Kanununu zırt pırt kim değiştirdiyse, cezaevlerini dünya kadar suçsuz, günahsız öğrenciyle, gazeteciyle, önüne geleni terörist ilan eden bu anlayış yüzünden kim doldurup, Covid’de kim çaresiz kaldıysa cezasızlık algısına sebebiyet verenler onlardır. Türkiye’nin geçtiğimiz hafta iki tane majör gündemi vardı. Bir tanesi İsrail korkusu vergisi, ikincisi cezasızlık algısı. İşte size Cumhur İttifakı’nın 2024 Türkiye vizyonu. İkisiyle de akılcı, kanıta dayalı, vatandaşın sesini duyan, sorunu gören ve çözüm için en doğrusunu öneren ama bu iktidarın peşine takılmayan, arkasına dizilmeyen, suçlarına, hatasına ortak olmayan, yaptığı kötülükleri görünmez kılmayan etkin bir muhalefetle bu hafta da Meclis’te ve tüm Türkiye’de doğruları söylemeye, savunmaya, doğru yolu göstermeye, suçluları işaret etmeye devam edeceğiz.”

“ANAYASANIN İLK DÖRT MADDESİ TARTIŞMAYA KAPALIDIR, NOKTA”

“Bir yandan millet geçim derdindeyken, Tayyip Bey emekliye, asgari ücretliye, çiftçiye, emekçiye, esnafa verdiği sözleri tutmazken Hüda Par’a verdiği sözleri tutuyor. Kadınları ortada bırakıp arkasından devleti çekip, İstanbul Sözleşmesinden bir imza ile çıktıkları gibi şimdi de o Hüda Parcıların açtığı tartışmayı, Anayasa’nın ilk dört maddesi tartışmasını kendileri sürdüremiyor, ‘Sorunumuz yok’ diyor, ‘Konuşmayız’ diyor. Ama o mayınlı araziye Numan Beyi yolluyor. Numan Bey güya entelektüel bir tartışma yapacak. Çıkmış bir de en son şunu söylemiş; ‘Kendimizden ve ne yapmak istediğimizden çok eminiz.’ Kim? Anayasa’nın ilk dört maddesini tartışmaya açmak, Meclis Başkanlığının kurumsal görüşü değilse, üzerine yemin ettiğimiz Anayasa’nın değişmez maddesini konuşmak tarafsız Meclis Başkanın işi değilse, bu çoğul laf kimin? Kimsiniz siz? Meclis Başkanı bir kişidir, tarafsızdır, hiçbir partiden, hiçbir görüşten taraf olamaz. O, Anayasa’dan taraftır. İç Tüzükten taraftır. O, eşitlikten taraftır, hakkaniyetten taraftır. Doğrusu budur. ‘Kendimiz ve yapmak istediklerimizden eminiz.’ Kimsiniz siz? Dört Hüda Parlı ile sensen beş kişisiniz en az. Senin yanında MHP var mı? Bugün gördüm ki, Devlet Bey baktı ki o gittiğin yolda mayına bastın, seni bıraktı. Tayyip Bey yanında durmadı. Şimdi, bakalım ne diyeceksin? Ama hepimiz bu oyunun farkındayız. Bu Hüda Par, gerek Hüda Par üzerinden, gerek yeniden bir kez daha seçilebilmek ümidiyle Anayasa’yı, yani her doğana değil, Erdoğan’a yapılmış anayasayı yeniden Erdoğan için değiştirmek amacıyla binbir numara ile Anayasa masasına bizleri çekebilmek, partileri çekebilmek için bin yol deniyorlar. Bir tanesi de Kurtulmuş’un seçtiği yoldur. Hiç öyle entelektüel tartışma yapıyorum havalarına girme. Net bir mevzu var. Biz orayı okuduğumuzda şunu görüyoruz. Orada yazanın ruhu şudur; ‘Türkiye Cumhuriyeti devletiyle de milletiyle de ülkesiyle de bölünmez bir bütündür.’ Tartışmaya kapalıdır. Nokta. Yok öyle yazmayalım, böyle yazalım. Sen diyorsun ki; ‘Üzerinde kalem oynatalım’. Ona gelince senin Hüda Par; bayrağa karşı, Anıtkabir’e karşı, başkente karşı, İstiklal Marşına karşı. Öbürü başkasına karşı. O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi, Anayasa’nın ilk dört maddesinin tartışmaya açık olmadığının, değiştirilemez olduğu fikrinin taş gibi yanındadır, arkasındadır. Bu memlekette, bu ülkede bu konu tartışmaya kapalıdır.”

“AÇIK KULAKLAR; CHP’NİN YOKSULLAR, HAYAT PAHALILIĞI, DEMOKRASİ İÇİN KONUŞTUKLARINA HAK VERİYOR”

“Sayın Bahçeli bugün yine uzun bir süreyi bana ayırmış. Demiş ki; ‘Normalleşme çığırtkanları, normalleşme takıntısı olanlar’ diye lafa başlamış. Sonra dönmüş, dolaşmış, ‘Uzattığım el hesapsızdır, iyi niyetlidir’ demiş. Bir kere Sayın Bahçeli, bu normalleşmeyi tahmin ediyorum, neden bu noktaya geldiğini biliyorum. Geçen, evvelki haftalarda sen de il başkanlarını topladın. Ben bu hafta sonu Türkiye’den 81 il başkanımız, üç gün oturdular, konuştular, tartıştılar. Dedikleri şu, ‘Normalleşme millette karşılık buldu. Normalleşme Cumhuriyet Halk Partisi’nin siyaset alanını açtı. Normalleşme, milletin tüm görüşleri birbirine ifade etmesine, gerçek bir demokrasiye olanak sağladı.’ Anketlere bakıyoruz; normalleşmeye destek. Tayyip Bey ‘yumuşama’ diyordu, kimse ‘yumuşama’ demek istemiyor. Muhalefette yumuşamayacağımız belli. Bu Meclis grubunun görevini yaparken yumuşamayacağı belli. Ama siyasetçilerin, kayıkçı kavgasına, birbiri ile konuşup değil de bağrışmasına, evde kavga eden anne ve baba gibi çocuğun ‘İkinizi de duymak istemiyorum’ diye kulağını kapamasına Tayyip Beyin ihtiyacı var. Çünkü açık kulaklar, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yoksullar için konuştuklarını, hayat pahalılığı için konuştuğunu, demokrasi için konuştuklarını duyduklarında bize hak veriyorlar. O yüzden kutuplaşma, o yüzden gerginlikler isteniyor. Baktılar, gördüler ki anketinde, kamuoyu araştırmasında, toplumda Cumhuriyet Halk Partisi’nin lüzumsuz tartışmalardan kaçan, sürekli vatandaşın derdinden söz açan, vatandaşın gerçek sorunlarını tartışan, ona Meclis’te alan açan, ona sokakta, mitingde alan açan siyaseti karşılık buluyor. Devlet Bey, normalleşmeye karar verdi. Devlet Bey demiş ki; ‘Uzattığım el hesapsızdır, iyi niyetlidir.’ DEM’e uzattığı eli söylüyor. Düne kadar ‘kapatılsın’ dediği partiye, ‘Hazine yardımına el konulsun’ dediği partiye, el konmayınca ‘Anayasa Mahkemesi de kapatılsın’ dediği partiye, ‘Terör odağı yuvası’ dediği partiye bize o partiye seçilmiş milletvekillerine, diyalog kurduğumuz, el sıktığımız için demediğini bırakmayan Devlet Bey ‘Uzattığım el hesapsız, kitapsızdır’ demiş. Ben ona diyorum ki; ‘Devlet Bey doğrusunu yapıyorsun. El uzatmak iyidir. El, sıkışmak iyidir. Konuşmak, kavgadan iyidir. Diyalog, kuru inattan iyidir. Barışmak, küslükten iyidir’. Bu yaptığın için seni eleştirmiyorum. Dün bana dediklerini dönüp de şimdi sana söylemiyorum. Diyorum ki; ‘El uzatman doğrudur. Milletin temsilcisine uzatılan el milletin kendine uzatılan eldir. Milletin temsilcisine gösterilen saygı, onu seçene gösterilen saygıdır. Bir partiyi yok saymak, ona oy veren seçmeni yok saymaktır. Yıllardır bunu yapmadım. Yaptığınız için size karşı çıktım, AK Parti’ye karşı çıktık. ‘Milletin tercihi sanaysa, milli irade baş tacı. Tercihi banaysa milli iradeyi al aşağı. Beka sorunu. DEM’eyse, milli irade milli irade değil bölücülük, terör örgütü.’ Bu anlayıştan vazgeçmek doğrudur.”

“BU PARTİ GELECEK HAFTA DİYARBAKIR, BATMAN, MARDİN, ŞIRNAK, HAKKARİ VE VAN’DA OLACAK”

“O yüzden bu sürecin kendisine dair, efendim Cumhuriyet Halk Partisi ne söyleyecek? Bir kez şunu söyleyeyim. CHP ne söylerse kendi söyleyecek. TV’deki yorumcular ağzıyla, bir takım ezberlerle, bir takım maksatlarla veya bir takım hesaplarla konuşanların ya da hesapsız kitapsız, üç beş fazla reyting için ortalığı gerenlerin ağzıyla değil, bu parti konuşacaksa Genel Başkanının, Grup Başkanvekillerinin, sözcülerinin, milletvekillerinin ağzıyla konuşacak. Ayrıca bu parti konuşmak için ya da kendi milliyetçiliğini ispat için Devlet Beyden icazet almayacak, bu parti demokratik bir açılım yapmak için DEM’den de bir çağrı beklemeyecek. Ama beklenenlere şunu söyleyeyim, şu kadarını söyleyeyim. Bu parti gelecek hafta Genel Başkanıyla, kuvvetli bir milletvekili grubu, yöneticileriyle Diyarbakır’da olacak, Batman’da olacak, Mardin’de olacak, Şırnak’ta olacak, Hakkari’de olacak, Van’da olacak. Bu parti, orada açılan yumruklar sıkılsın diye değil, eller birbirine kavuşsun diye. Birbirini duymayan kulaklar yeniden kapansın diye değil, birbirine kulak versin diye. Bu parti gözyaşlarının durma ümidi doğarsa ‘Aman ha çatışmalar sürsün, gözyaşları sürsün, analar ağlamaya devam etsin’ diye değil o dünyanın en kıymetli şeyi, analarımızın gözyaşı dursun diye. Bu parti artık daha fazla şehit gelmesin diye. Bu parti terör yüzünden, oradaki çatışmalar, terörle mücadele yüzünden, oraya hizmet etmemenin bahanesi kalmasın diye, bu ülkedeki tüm vatandaşlar anayasadaki gibi fiilen de özgür olsun, özgür olduğunu hissetsin ve kendini bu milletin, bu ülkenin onurlu ve eşit vatandaşları görsün diye. Kürt kendini Türk’ten geri, Alevi kendini Sünni’den daha az eşit hissetmesin diye üstüne düşen ne varsa bunu cesaretle yapacak. Kimsenin şüphesi olmasın. Ne Devlet Beyin bizi hapsettiği yerde, ne DEM’in Sayın Eş Genel Başkanının bize işaret ettiği, istikamet verdiği yerde. Ne Devlet Beyin korkularını sözde, endişelerini sözde haklı çıkaracak bir şey yaparız, ne DEM’in geçmişe bir takım referanslarla ortaya koyduğu güvensizlik üzerinden ‘Aman kendimizi birilerine beğendirteceğiz’ diye olmadık bir şey yaparız. Biz Kürt’ün, Türk’ün, Alevi’nin, Sünni’nin kardeşliğinin, eşit yurttaşlığının ve bu Türkiye’de yaşayan, Anadolu’da yaşayan, Trakya’da yaşayan her ananın gözünün yaşının durması için üzerimize ne düşüyorsa onu yaparız, cesaretle yaparız.”

“CUMHURİYET RESEPSİYONUNU ÇANKAYA KÖŞKÜNDE YAPIN”

“Şimdi bir çağrı da bizden. Biz siyasetin kısır kavgalardan, şahsi tartışmalardan uzaklaşmasını, sadece milletin gerçek sorunlarının konuşulmasını istiyoruz. Siyasi hattımızı da buna göre belirliyoruz. Milletin iradesiyle kavga etmiyor, milletin seçtikleriyle didişmeye girmek yerine milletin sorunlarını önlerine koyuyoruz. Bu milletin istediği, kavga yerine diyaloğu, sorularının çözülmesi için artık sözün öne çıkmasını, sıkılı yumrukların açılmasını savunuyoruz. Bu milleti millet yapan değerler olduğu gibi bu milletin, bu ülkenin önemli günleri de var. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı bunlardan bir tanesi. Her sene olduğu gibi bu resmi törenlere katılacağız. Şimdi buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum. Sözüne çok kıymet verdiği Sayın Bahçeli’ye sesleniyorum. Bu sene Cumhuriyet Resepsiyonu’nu Atatürk’ün vasiyetine rağmen, tüm yargı kararlarına rağmen, Atatürk Orman Çiftliği’nin bağrına bir hançer gibi saplanmış o sarayda değil de milletin evinde, Atatürk’ün evinde, gelin Çankaya Köşkü’nde yapın. Çankaya Köşkü’nde yapın Cumhuriyet Resepsiyonu’nu. O resepsiyonu Çankaya Köşkü’nde yaptığınız takdirde göreceksiniz ki bu parlamentonun milletvekillerinin hepsi, partilerinin hepsi, siyasilerinin hepsi gelecek. Devlet Bey Meclis’te gidip sıktığınız eli yine sıkacaksanız, gelin Çankaya Köşkü’ne, Cumhuriyetin, Atatürk’ün ve bu milletin gerçek evine. Hepimizin ama hepimizin kabul ettiği, gurur duyduğu Çankaya Köşkü’ne o resepsiyonu taşıyın, 10 yıldır yarattığınız suni tansiyondan, ayrışmadan bu milleti kurtarın. Cumhuriyet Resepsiyonunun yapılmasını ve Çankaya Köşkü’nde yapılmasını Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a önemle ve kaçınmaması, bu memleketi kutuplaştıracak bir adım atmaması ümidiyle teklif ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum, sağ olun var olun.”