CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (22 HAZİRAN 2021)

Okunma Sayısı: 11463    |    Haber Tarihi: 22.06.2021

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:



Değerli arkadaşlarım, televizyonları başında, sosyal medya hesaplarında veya radyoları başında bizi dinleyen saygıdeğer vatandaşlarım; hepinize Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan sevgilerimizi, saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz. Hep birlikte güzel bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz. Huzur içinde yaşamak istiyoruz. Beraber, birlikte olmanın önemini kavrayarak yaşamak istiyoruz. Kavgayı değil, barışı önceleyen bir anlayışla birlikte yaşamak istiyoruz. Kimseye kin beslemek gibi bir alışkanlığımız olmadığı bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz. Öfkenin olmadığı, intikam duygusunun olmadığı bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz.

Geçtiğimiz pazar günü Babalar Günü'ydü. Hepinizin Babalar Günü'nü yürekten kutluyorum. Bir anne şunu söyledi: “Peki, babaları olmayan ama çocuklarına babalık yapan anneler için ne düşünüyorsunuz?” Babaları olmayan ama çocuklarına hem babalık, hem annelik yapan annelerin Babalar Günü'nü de kutluyorum.

Amasya Tamimi'nin -1919, şimdi 2021, 102 yıl geçti üzerinden, 102’nci yılındayız. Amasya Tamimi'nin önemi içerdiği şu cümlede yatıyor: “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır”. “Tek bir adamın değil, tek bir kişinin değil, milletin azim ve kararı Türkiye'nin geleceğini, istiklalini koruyacaktır" diyorlar. Bu aynı zamanda aslında demokrasiye yapılmış, o koşullarda demokrasiye yapılmış çok güçlü bir vurgudur. Ve bu anlayış daha sonra 1921, 1924 ve daha sonraki anayasalarımızda da yer aldı, "Egemenlik bilâ kaydü şart milletindir" diye. Dolayısıyla bir kişinin iradesinin Türkiye'yi, Osmanlı Devleti'ni nereye getirdiğini ve milletin iradesinin de Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni nasıl kurduğunu bize gösteriyor. Bugün yine Türkiye'nin bir kişinin iradesine teslim edilmesinin faturasını 83 milyon olarak hepimiz ödüyoruz. Demokrasiyi savunuyoruz, insan haklarını savunuyoruz, adaleti savunuyoruz, hakkı, hukuku savunuyoruz, insan haklarını savunuyoruz, dolayısıyla milletin iradesine her zaman saygılı olduk. Bundan sonra da saygılı olmayı sürdüreceğiz. Ve diyeceğiz ki: Evet, 83 milyon bir kişinin iradesine teslim edilemez. Egemenlik bilâ kaydü şart milletindir.

Değerli arkadaşlarım, hafta sonu Gaziantep'teydik, 3 günümüz Gaziantep'te geçti. Belediye başkanları toplantısını Gaziantep'te gerçekleştirdik. Gaziantep'in tabi bizim tarihimizde çok önemli bir yeri var. Milli Kurtuluş Savaşı destanının yazıldığı yerlerden birisi aynı zamanda Gaziantep. Gazi unvanını alan bir kentimiz ve dolayısıyla Gaziantepliler kendi kentlerinin tarihi ile ne kadar övünseler, o kadar yerindedir. Şahin Bey'i, Şehit Kamil'i ve Karayılan'ın mezarlarını, kabirlerini ziyaret ettik, Fatiha'mızı okuduk. Onların verdikleri mücadele ve hayatlarını kaybetmeleri, bizim sağlığımız için, Türkiye'nin bağımsızlığı için verdikleri mücadele ve hayatlarını kaybetmeleri elbette unutulacak bir olay değildir. Biz uğradık, ziyaret ettik, saygı duruşunda bulunduk, karanfillerimizi bıraktık. Karayılan'ın mezarında bir abide yok. İl başkanımıza talimat verdim, Karayılan'ın mezarına da bir abide yapılması için. Vali ile konuşacak, oradaki yetkililerle konuşacak. Eğer onlar yaparlarsa başımızın üstüne, onlar yapmazlarsa Cumhuriyet Halk Partisi İl Başkanı olarak İl Başkanlığı bunu üstlenecek ve yapacak.  

Biz tarihimize saygılıyız. Biz bu topraklar için can veren herkese saygılıyız. Biz bütün gazilerimize saygılıyız. Biz Türkiye'nin birliğini ve bütünlüğünü savunan, kökleri Kuvayı Milliye'ye dayanan bir partiden geliyoruz. Gaziantep'in önemini o nedenle biliyoruz. Gaziantep sadece Kurtuluş Savaşı'nda değil, gösterdiği çabalardan, başarılardan dolayı değil, aynı zamanda yabancı sermaye almadan kendi iç dinamikleriyle büyüyen bir kent. Yüzbinlerce kişiye istihdam yaratan bir kent. Dolayısıyla Gaziantep'i aynı zamanda bir kurtuluş kenti, bir sanayi kenti, bir kültür kenti, bir gastronomi kenti, bir tarım kenti olarak da görüyoruz. Ama ziyaret ettiğim Gaziantep'in önemli insanları, "önümüzü göremiyoruz" dediler. "Yatırım yapacağız, önümüzü göremiyoruz. Döviz nereye gidecek onu bilmiyoruz. Endişe taşıyoruz Türkiye'nin geleceği açısından. Bu endişelerimizi giderin" diye bize söylüyorlar. Belediye başkanlarımız bütün ilçeleri gezdiler, il merkezini de gezdiler. Ben de il merkezinde kısa bir gezi yaptım. En çok duyduğum sözcük, "gelin ve bizi kurtarın, gelin ve bizi kurtarın." Şunu söyledim; sizin iradenizde geleceğiz, Türkiye'yi aydınlığa çıkaracağız. Hiç endişeniz olmasın.

Değerli arkadaşlarım, elbette ki Anayasa'mızda siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurları olarak tanımlanıyor. Siyasi partileri kapatmak, onları farklı şekillerde topluma tanıtmak veya terör örgütleriyle onları bağlantılandırmak asla doğru değil. Varsa böyle bir, elbette ki devletin savcısı, devletin polisi, devletin güvenlik güçleri devreye girerler. Bu ülkede saygın hakimler varsa, hakimler gerekli kararı verirler. Ama bu iş bir siyasi talimatla yapılırsa, o doğru değil. Haksızlık kime yapılırsa yapılsın, kimin için olursa olsun, haksızlığa karşı çıkmak insan olarak bizim temel görevimizdir. Eğer haksızlık karşısında susan dilsiz şeytansa, biz şeytan değil biz insan olmak istiyoruz, haksızlığa karşı durmak istiyoruz. Demokrasilerde en büyük hakem halktır, millettir. Gidersiniz oy veriyorsa mesele yok, vermiyorsa zaten tarihin çöp sepetine atılırsınız. Pek çok öyle siyasi parti var. Dolayısıyla bu konuda hepimizin duyarlı olması lazım demokrasi konusunda. Sadece kendimiz için değil, bizim gibi düşünmeyenler için de demokrasiyi istemeliyiz. Belediye başkanı arkadaşlarıma şunu da söyledim: Provokasyonlara hepiniz hazırlıklı olun. İzmir benzeri provokasyonlar her yerde olabilir. Sizden en büyük isteğim, kentin seçimle gelen belediye başkanı olarak halkı sükunete davet etmenizdir. Provokasyonlara pabuç kimse bırakmasın.

Bakın İzmir'de cinayeti işleyen kişi silahlı saldırı yapıyor. Değerli arkadaşlarım, bir kişinin silah ruhsatı alması için -onu araştırdım- önce tam teşekküllü bir hastanede psikiyatri, ortopedi, nöroloji, göz, kulak göz, kulak-burun-boğaz ve dahiliye bölümlerinden tam sağlam raporu alması lazım. Bu kişi 2016 yılından beri psikiyatride tedavi görüyor. Peki, buna sağlam raporunu kim verdi? Psikolojik sorunları olan bir kişinin eline silahı nasıl veriyorsunuz, nasıl tutuşturuyorsunuz? Herhalde savcılar bunu da inceleyeceklerdir.

Değerli arkadaşlarım; bizim güvenliğimizi koruyan hemen hemen her ortamda karşılaştığımız polislerimiz var. Onlar görev yaptıkları sürece, devletin polisleri oldukları sürece, başımızın üstünde yeri var. Polis kardeşlerimizin çok ciddi zorluklar içinde görev yaptıklarını biliyorum. Bakınız Emniyet-Sen Genel Başkanı Sayın Faruk Sezer bir açıklama yapıyor polis intiharları konusunda. 2021'de 40 civarında polis intihar etmiş. Sadece son 25 günde 15 polisin intihar ettiği söyleniyor. Neden? Bir devlet memuru normalde 160 saat çalışıyor, haftada 160 saat. Polis memuru en az 240 saat çalışıyor. Yeri geldiğinde 400 saat çalışan polis memurları var. Kim bunun farkında? Grup başkanvekili arkadaşlarıma söylüyorum. Bu konuyu da parlamentoya getirin. Angarya yasaktır Anayasa'ya göre. Kardeşim polis eksiğiniz varsa, dünya kadar işsizimiz var. Açarsınız sınavı, polisleri alırsınız, yeni polisler alırsınız. 240 çalışmak ne demek? 400 saat çalışmak ne demek? Bunların da aileleri var, bunlar da çoluk çocuk sahibi. Üstelik bu kadar çalışıyorlar, hak ettikleri ücret bu kadar değil. Söz vermişlerdi birileri "3600 ek gösterge" diye. Onu da unuttular.

Bakın ne dedik? Haksızlık, nereden ve kimden gelirse gelsin haksızlığa karşı çıkacağız. Bu ülkede herkesin huzur içinde yaşamasını istiyoruz. Herkesin kendi görevini yasalar ölçüsünde yerine getirmesini istiyoruz. Yargının bağımsız ve tarafsız olması lazım. Siyasi otorite, yargıya talimat vermemeli, talimatla iş yaptırmamalı. O zaman adalete gölge düşer.

Değerli arkadaşlarım, biz ne dersek diyelim, Türkiye'de ne olursa olsun, sıradan vatandaşın derdi mutfak, ekonomi. Günün sonunda bu akşam, daha doğrusu her akşam eve dönüyor. Sofraya bakıyor, buzdolabına bakıyor, aldığı aylığa bakıyor. Pazara gidince fiyatlara bakıyor, alışverişe gidince oradaki fiyatlara, etiketlere bakıyor. Fiyatların nasıl yükseldiğini birebir görüyor ve tanık oluyor. Sonuçta en büyük dert, mutfak. Tencere kaynamıyor. Binlerce çocuğun yatağa aç girdiği bir Türkiye'den söz ediyorum. 10 milyonun üstünde işsizin olduğu bir Türkiye'den söz ediyorum. 19 yıldır ülkeyi yönettiler, 19 yıldır Türkiye'yi bu noktaya taşıdılar, getirdiler. Antep'te Suriyeliler’den büyük şikayet var. Bir kısmı memnun; sigortasız, vergisiz çalıştırıyorsunuz, saati de yok. Bu tür Suriyelileri çalıştıranlar memnunlar. Bedava işçi, sigorta yok, vergi yok, çalışıyor... İstediği kadar çalıştırıyor ve bir şekliyle üretim zincirinin bir halkası, makinenin dişlisi gibi. Ama bir kısmı da şikayetçi. "Asgari ücretle çalışıyorum" diyor. Geldi, yakaladı. "Bir şey anlatmak istiyorum" diyor ısrarla. Anlat, peki... "Asgari ücretle çalışıyorum, ev kiraları çok yükseldi Suriyeliler yüzünden. Nasıl ödeyeceğim ben bu asgari ücretle ev kirasını, biz nasıl geçineceğiz?" diyor. Bazı rakamlara göre 500 bin, bazı rakamlara göre 700 bin Suriyeli Gaziantep'te var. Buradan bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Allah'ın izniyle milletin takdiriyle iktidar olduğumuzda ilk yapacağımız işlerden birisi Suriyelileri Suriye'ye kardeşçe göndermek olacaktır.

Irkçılık yapmıyorum, ırkçılık yapmıyorum. Onların evlerini yapacağız, yollarını, köprülerini, hastanelerini, her şeyini yapacağız. Bizim müteahhitler yapacak, hepsini yapacaklar. Kim finanse edecek? Avrupa Birliği'nden alacağız. Sen şikayet etmiyor musun göçlerden? O zaman yatırım yapacaksın. Bana söz verdiler. O zaman "kardeşim güle güle" diyeceğiz; davulla, zurnayla kendi ülkelerine göndereceğiz ve Suriye'de barışı sağlayacağız. Bütün Ortadoğu'da barışı sağlayacağız. Kavga alanı değil, savaş alanı değil, kan dökülen alan değil, bütün Ortadoğu'yu barış havzasına döndüreceğiz. Sözümdür bu... Herkes bir yere not yazsın, görecekler bunu.

Peki, fiyatlar bu kadar artıyor, neden artıyor? Esnaf mı suçlu, imalatçı mı suçlu, sanayici mi suçlu, çiftçi mi suçlu? Hayır efendim; suçlu, devleti yönetenler, sarayda oturanlar ve onların beslemeleri. Bakın, son bir yılda, geçen yılın nisanından bu yılın nisanına kadar yüzde 11,8 zam geldi elektrik fiyatlarına. Mazot fiyatlarına yüzde 23,8. Geçiyorum, Yem Sanayicileri Birliği'nin yaptığı açıklama var. Yumurta yemindeki artış yüzde 33,4. Besi yemindeki artış yüzde 40,9. Süt yemindeki artış yüzde 43,8. Etlik piliç yemindeki artış yüzde 53,7. Peki bu artış varsa, yemlerde varsa bu nereye yansıyacak? Fiyatlara yansıyacak. Gübre fiyatları zaten daha da felaket. DAP gübredeki artış yüzde 140, üre gübresindeki artış yüzde 130. Çiftçi nasıl geçinecek? Çiftçi bu gübreleri nasıl alacak? Hangi fiyattan satacak ve nasıl satacak? Onlar da perişan değerli arkadaşlarım.

Bugün Ulus'ta çiftçilerin bir toplantısı var, onlara da başarılar diliyoruz. Bakalım onlar dertlerini nasıl anlatacaklar? Bunların olma nedeni, Hazine'nin üzerine çökmeleridir, devletin hazinesine çöktüler bunlar. Devletin paralarını yağmaladılar bunlar. Hak etmeyen insanlara milyar dolarları aktardılar bunlar. "128 milyar dolar nerede?" diye sorarken, 128 milyar dolara kimler çöktü? Aslında bunu soruyoruz ama "sormak suç" diyorlar. Çünkü milletten yana değil, mafyadan yana tavır takınıyorlar. Milletin hakkını hukukunu değil, mafyanın hakkını hukukunu arıyorlar.

Değerli arkadaşlarım; bakın vatandaşa yüklere maliyeti sadece borçlanma üzerinden rakamlar vererek sizlere sunacağım. Döviz üzerinden borçlanmanın vatandaşa getirdiği yük ne kadar? 2019: Artan borç stoku 261 milyar lira. Bunun 197 milyar lirası yeniden borçlanma dolar karşılığı. Kur artışından milletin sırtına gelen yük 67 milyar lira, yani yüzde 26'sı. Durup dururken 67 milyar lirayı vatandaşın sırtına yıkıyorsun. 2020 yılında bu rakam 205 milyar liraya çıkıyor, yüzde 42. 2021'in ilk 3 ayında 24 milyar lira yeni borçlanma yapıyorlar ama kur artışının getirdiği maliyet 113 milyar lira. Şimdi sormak istiyorum: Yahu bu ülkede Türk Lirası yok mu? Kendi vatandaşından niye dolar üzerinden borçlanıyorsun? Çünkü vatandaş sana güvenmiyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bankalarında neden yüzde 54 dolarla mevduat hesabı var? Çünkü vatandaş güvenmiyor. Değerli arkadaşlarım; her şeyi satarak bugüne kadar idare ettiler. Fabrikaları sattılar, arsaları sattılar, arazileri sattılar, Türk Telekom'u sattılar, her şeyi satarak bugüne geldiler. Şimdi satacak çok az şey kaldı. Makine Kimya Endüstrisi Kurumunu satmaya kalkacaklar. Tank-Palet'i hatırlıyorsunuz değil mi? Tank-Palet, Milli Savunma Bakanlığı'na bağlıydı, dolayısıyla bir kamu kuruluşuydu. İçinde çalışanlar da kamu elemanıydı ama bir düzenleme yaptılar, burayı birilerine peşkeş çekecekler. Şimdi Sağlık Bakanlığı'nı çekemiyorsunuz, Maliye Bakanlığı'nı çekemiyorsunuz. Çünkü anonim şirket değil. "O zaman biz bunu anonim şirkete dönüştürürsek, istediğimiz gibi satarız." Tank-Palet'i yaptılar ve Katar ordusuna peşkeş çektiler. "Şimdi Makine Kimya Endüstrisi Kurumunu da anonim şirkete dönüştürelim, yeri zamanı gelince Hazine'de para kalmadı, o zaman bunu da birilerine pazarlayalım." Bu arayış içindeler. Anadolu'nun ortasında kurulan ilk entegre silah sanayidir burası, çok sayıda fabrika var. Silah ve mühimmat üretiyor burası. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri kurulan ve bugüne kadar gelişmesini sağlayan bir kurumdur Makine Kimya Endüstrisi Kurumu. Hangi gerekçeyle Makine Kimya Kurumu’nu anonim şirkete dönüştürüyorsun, hangi gerekçeyle? Bana Allah rızası için bir tek mantıklı gerekçe söylesinler, biz de diyelim "ya haklı, bunlar da anonim şirkete dönsün." Orada, yani Kırıkkale'de bu fabrikalar kurulurken burası 12 hanelik bir köydü. Sonra burası kasaba, sonra ilçe oldu, sonra da il oldu burası. Ne diyorum? Bu tayfa, bu Erdoğan tayfası, cumhuriyetten intikam almak istiyor. Silah fabrikalarını da birilerine pazarlamak istiyorlar. Kendi ailesi yapsın istiyorlar, başka birisi yapmasın, devlet yapmasın istiyorlar. “Ailem pazarlasın” istiyorlar. Yahu paraya doymadınız mı siz, dolarlara doymadınız mı?

Değerli arkadaşlarım; buradan tabii Kırıkkalelilere de seslenmek isterim: Her seçimde gittiniz, oylarınızı verdiniz. Önce işçilere taşerondu, sözde bunlara kadro verilecekti, vermediler, sözlerinde durmadılar ama yine oy verdiniz. 10 bin kişi çalışıyordu, çoğunu işten attılar, emekli ettiler yerine yeni işçi almadılar, yine oy verdiniz. Şimdi o fabrikayı alacaklar, satacaklar. Şimdi diyorsunuz ki: “Anonim şirkete dönmesin.” Dönmesin istiyor musun? Kırıkkaleli kardeşime sesleniyorum: Eğer dönmesin istiyorsan, bir tek adresi var, bir tek; o da Cumhuriyet Halk Partisi.

Gideceksin, oyunu vereceksin. Sadece onu mu yapacağız? Hayır efendim; Makine Kimya Endüstrisi Kurumu'nun Ankara'daki genel müdürlüğünü de Kırıkkale'ye taşıyacağız. Fabrika orada kardeşim.

Bunu da Kırıkkaleliler bir yere not etsinler. "Kılıçdaroğlu bu sözü verdi" desinler. İktidar olduğumuzda bu sözlerin nasıl yerine getirildiğini, bir bir nasıl yerine getirildiğini görecekler. Oranın bir kültürü var kardeşim; çalışanları var, ustaları var, ciddi araştırmalar var. Millet can derdinde, değerli arkadaşlarım, bunlar neyi satarız onu arayışı içinde. Niye diyorum, millet can derdinde? Bakın ocak-nisan döneminde 195 bin 904 kişi bankalara olan tüketici kredisi ödeyemedi. Çekmiş bankadan tüketici kredisi, geçimini sağlayacak, 195 bin 904 kişi parasını ödeyemedi. Kredi kartı borcu var; 148 bin 629 kişi kredi kartı borcunu ödeyemedi. Geleceğim ona da geleceğim, ona da geleceğim... Onu da ödeyemedi ve bankalar bunların tamamını icraya verdiler.

İcra dairelerine geliyorum: 1 Ocak-11 Haziran arasında icra dairelerine gelen yeni dosya sayısı 3 milyon 264 bin dosya, yeni dosya; 3 milyon 264 bin yeni dosya geldi icra dairelerine. Kredi kartı borcunu ödemedi diye icraya veriyorlar. Çiftçi borcunu ödeyemedi diye traktörüne haciz koyup, tarladaki ürününe haciz koyup gereğini yapıyorlar. İhtiyaç sahibi ailenin çocuğu aldığı krediyle üniversiteyi bitirdi, işsiz. "Parayı niye ödemiyorsun?" diye ona da çöküyorlar, ailesinin gelirine çöküyorlar. Esnaf borcu niye ödemedin diye çöküyorlar ona da. Peki kardeşim, devletin bankasından 750 milyon dolar kredi çekeceksin, yeri gelince ödemeyeceksin, saraylarda ağırlanacaksın, bir tek icra memuru bile etrafında gezemeyecek.

Değerli arkadaşlarım; böyle bir adaletsizlik dünyanın neresinde görülmüştür? Neymiş? Efendim, rahatsızmış bir medya gurubundan, "o medya grubundan rahatsızım, satacaksın" diyor, tehdit ediyor. "Ben de satayım" diyor, 750 milyon dolara. "Ben gazeteci değilim diyor" patron. Yeni alacak "ben gazeteci değilim, yayıncı değilim." “Alacaksın” diyor. Param yok. "Sana para da vereceğim" diyor devletin bankasından, 750 milyon dolar para.... Aldı, aldı da hem televizyonlar, hem gazeteler başına bela oldu, hepsi zarar ediyor. Ne yapacağız? "Sana Milli Piyango'yu da vereceğim." Onu da verdiler. Yine olmuyor. Ne olacak? "Bütün o para aldığın bankalara söyleyeceğim, senin gazetelerine sayfa sayfa ilan versinler, televizyonlarına sayfa sayfa ilan versinler."

Şimdi esnaf kardeşime soruyorum: Sen borcunu ödemedin diye icra memuru kapına geliyor, evine geliyor. Çiftçiye soruyorum: Sen kredi borcunu ödemedin diye icra memuru gelip, traktörüne haciz koyuyor, evine haciz koyuyor, buzdolabına haciz koyuyor. Kredi alıp üniversiteyi bitiren gencecik çocuk, işsiz çocuk; kredi borcunu öde. İşim yok; iş ver de ödeyeyim. Haciz gidiyor ona ve ailesine, babasının mal varlığına haciz gidiyor. Ama 750 milyon dolar tokatlayan adama hiçbir şey olmuyor, el üstünde tutuluyor. Şimdi yine AK Parti'ye oy veren ve Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren kardeşlerime seslenmek isterim: Bu mudur adalet yahu? Garibanı buldun, ensesinde boza pişireceksin, devleti soyan adamı el üstünde taşıyacaksın ve bunun adı da adalet olacak. Öyle bir şey ki, zarar eden şirketi var, onu da OYAK'a satıyorlar, Ordu Yardımlaşma Kurumu'na. Niçin? Orduya da siyaset girdi ya, talimatla OYAK da artık zarar eden şirketleri devralıyor ya. Böyle bir rezaleti Cumhuriyet tarihinde hiç yaşamadık. Bu konuda parlamentoya bir araştırma önergesi verin. Bütün bu rezaletler Meclis tutanaklarına girsin. Gariban esnafın ensesinde bankaya bir taksitini ödemedi diye icra gelecek, 750 milyon dolar tokatlayan adama hiçbir şey olmayacak, el üstünde taşınacak.

Değerli arkadaşlarım; medya dedik doğru. Havuz medyası dediğimiz bir medya grubu çıktı. Havuz medyasının temel özelliği, iktidar ne yaparsa yapsın sadece görevi alkışlamak. Gazete baskıya girmeden önce saraya gider. Sarayda birinci sayfalar kontrol edilir. Birinci sayfalar kontrol edildikten sonra, manşetler orada verildikten sonra talimat verilir "bunu basacaksın" diye ve basılır. Ve bu gazeteler satılmaz ama her birisi sanki 200 bin satıyor, 300 bin satıyor diye Basın İlan Kurumu soyulur. Böyle bir satış hiç yok. Televizyonları da izlenmiyor zaten, dolayısıyla zarar ediyorlar. Zararı nereden karşılıyorlar? Gazeteler Basın İlan Kurumu'ndan karşılıyorlar. Onlar da devleti tokatlıyorlar. Havuz medyası elbette ki ağırlıklı olarak iktidar sahiplerinin, yani Erdoğan'ın gezilerine de davet edilirler, uçaklarında ağırlanırlar. Bunlara önceden sorular verilir. "Efendim, Sayın Erdoğan'a şu soruları soracaksınız. ‘Ben bir gazeteci olarak farklı bir soru...’ Sus! Uçaktan indiririm seni, bir daha seni uçağa almam. Beyefendinin arzu ettiği sorular sorulacak, onun verdiği cevaplar yazılacak.” En son yurt dışına gitti. Bekledim Türkiye'ye gelsin diye, geldi nihayet. 13 gazeteci var yanında, uçağında 13 gazeteci var. 13 gazeteciden bir tek kişi Allah rızası için bu toplumun 83 milyonun merak ettiği soruyu soramıyor, sormuyor. Hadi tamam, havuz medyasının değil ama diğerlerini de sormuyor. İki gazeteci var farklı yerlerde, onlar da korkudan soru soramıyorlar, "bir daha bizi uçağına almaz" diye.

Değerli arkadaşlarım; ne diyordu? "1915 olaylarıyla ilgili gidince bunu soracağım" diyordu. Soru sorulmadı. Masasının üzerinde bir kitap var, Türkiye'nin terörle mücadelesini anlatıyor. Kardeşim sen bu soruyu sormaya kararlıysan, masanın üzerine o kitabı değil. Türkkaya Ataöv'ün 76'sı yabancı dile çevrilmiş, 80 kitabı var 1915 olaylarıyla ilgili, öyle bir kitap koyacaktın oraya, hepsi İngilizce. Veya "efendim bunu bir Türk bilim adamı yazdı" diyorsan, Justin Mccarthy var profesör Amerikalı. Onun bu olaylarla ilgili kitabı var, onu masaya koyacaktın, Biden da görecekti. Kendi ülkesinin bir tarihçisi yazmış. Soruyu soramadın, soramaz zaten. Sorma gücü ve enerjisi artık yoktur. Erdoğan egemen güçlere teslim olmuştur. O nedenle Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Devleti için artık bir milli güvenlik sorunudur.

Şu sorunun sorulması lazımdı: Ya bu Kılıçdaroğlu senin içişleri bakanının söylediği bir sözü sürekli dillendirdi. Bir siyasetçi yeraltı dünyasından her ay 10 bin dolar rüşvet alıyor. Bu kim diye sordu. Siz acaba içişleri bakanını çağırıp bu soruyu kendisine sordunuz mu? Mantıklı bir soru değil mi? Mantıklı bir soru. Ahlaki bir soru mu? Ahlaki bir soru. Bir gazeteci bu soruyu soramıyor. Ya uçaktasın, niye sormuyorsun? Hazır Erdoğan da orada. Gazetecilik yapamıyorlar. Kalemini satan adamdan gazeteci olmaz, düşüncesini satan adamdan da gazeteci olmaz.

Bakın yine aynı soruyu sorabilirlerdi. Siz gitmeden önce dediniz ki, "24 Nisan'ı soracağım" diye. Neden sormadınız? Neden sormadınız ve neden böyle bir cevap verdiniz "hamdolsun hiç gündeme gelmedi" diye. Şimdi ben soruyorum, 10 bin doları da soruyorum. Çık, adam gibi cevap ver. Adam gibi cevap vermezsen, adam değilsin. Biliyorum feministler kızacaklar ama ne yapayım? Hayır, ne yapayım? Bulunduğu pozisyon itibariyle yolsuzluklarla mücadele etmesi lazım. Bulunduğu pozisyon itibariyle Türkiye'nin çıkarlarını savunması lazım. Eğer bulunduğu makam itibariyle yolsuzluklarla mücadele etmiyor ve üstünü örtüyorsa, yolsuzluklardan besleniyorsa ve Türkiye'nin çıkarlarını savunmuyorsa, oradan ayrılması lazım. Bırakın beni, kendi partisinde uzun yıllar çalışmış, Adalet Bakanlığı yapmış, önemli görevlerde bulunmuş Cemil Çiçek soruyor, "böyle bir şey olamaz" diyor. Peki, bugüne kadar Erdoğan çıkıp bir cümle kurdu mu? Bir cümle... Niye kurmuyorsun kardeşim? Bu soygun düzeninin faturası kime çıkıyor? Esnafa çıkıyor, çiftçiye çıkıyor... "Para yok" diyorsun, para var kardeşim. Para var da esnaf için para yok, çiftçi için para yok, emekli için para yok ama haramzadeler için bütçenin bütün imkanları seferber ediliyor.

Değerli arkadaşlarım; bir şey daha: Türkiye'nin geldiği hale bakın Allah aşkına. Bu mafyayla siyasi ilişkileri götüren bir kişi, TV yorumcusu, televizyon yorumcusu bir açıklama yapıyor. Okurken "ya acaba doğru mu?" dedim bu. Ya bir daha siz bakın "böyle bir şey söylemiş mi söylememiş mi?" diye. "İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya masum olduğuna inandığım binlerce kişinin dosyasını götürdüm. Binlerce kişinin dosyasını götürdüm. Dedim ki, bu insanlar eğer masum çıkmazsa hesabını benden sorun. Araştırmalar yapıldı, hepsinin bir iftiraya kurban gittiği ortaya çıktı, hepsi görevlerine iade edildi.” Savcı mısın sen? Hakim misin sen? Avukat mısın sen? Nereden biliyorsun bunların mağdur olduğunu? Nerede bu binlerce dosya, hangi dosyalar? FETÖ borsası dediğimiz, işte budur arkadaşlar. Paranı alırsın, adamını bulursun, dosyayı götürüsün, seni hapisten çıkarır, sen de serbest kalırsın.

Bakın bir daha ifade edeyim: FETÖ borsası budur işte. Hakim var mı bu işin içinde? Yok. Savcı var mı bu işin içinde? O da yok. Avukat var mı bu işin içinde? Yok. Bir kişi var, o da bütün kara işlere, yeraltı dünyasına ve siyasetçilerle yeraltı dünyası arasındaki ilişkileri kuran birisi. Parasız hiçbir iş yapmaz. "Binlerce dosyayı aldım, Süleyman Soylu'ya götürdüm, hepsini kurtardı Süleyman Soylu." Bedava mı yaptı? Biz sizin ne kadar aç olduğunuzu bilmiyor muyuz? Sizin ne kadar açgözlü olduğunuzu bilmiyor muyuz? Yargının bu kadar kirlendiğini, bu kadar devre dışı bırakıldığını hiç görmemiştim.

Bir de OHAL inceleme komisyonu var, sözde... Niye kurdunuz ki? Bu adamı getirin onun başına zaten, hepsini zaten serbest bırakacak, hepsini bırakacak.  

Gariban olan, parası olmayan insanların hepsi hapiste. Söylüyorum, Harp Okulu öğrencilerinin ne günahı var? Paraları yok, ailelerin fakir. Paraları olsa onlar da götürecekler, dosyayı verecekler. Onlar da fazla değil, 3 gün içinde hepsi çıkar.

Değerli arkadaşlarım; Erdoğan müzikten rahatsız olmuş. Ya arkadaş, ya çifter çifter maaş alan beslemelerin var, bundan rahatsız olmuyorsun da müzikten rahatsız oluyorsun. Akıl alacak iş değil?

Devleti soyanlardan rahatsız olmuyorsun ama müzikten rahatsız oluyorsun. Devleti soyanlardan rahatsız olmuyorsun, müzikten rahatsız oluyorsun. Her ay 10 bin dolar rüşvet alan siyasetçiden rahatsız olmuyorsun ama müzikten rahatsız oluyorsun. Ya akıl alacak gibi değil. Bu memlekette 10 milyonu aşkın işsiz var. Baba ile oğul evde birbirlerinin yüzüne bakamıyor. Bundan rahatsız olmuyorsun ama müzikten rahatsız oluyorsun. Sanatçılara görev düşüyor, müzik sanatçılarına ve onların örgütlerine; çıkıp konuşmaları lazım. Eğer onların örgütleri konuşmuyor da korkuya teslim oluyorlarsa, onlar zaten sanatçı değil. Sanatçı dediğimiz kişi korkuya teslim olmayan kişidir, yiğit kişidir, sözünün arkasında duran kişidir. Sanatçı budur. Değerli arkadaşlarım; sanatçıdan ve müzikten rahatsız olan Erdoğan'ı gençlere teslim ediyorum.

Önümüze sandık gelecek, gençler gereğini yapacaklar, yürekten inanıyorum. Bu ülkenin gençleri, bu ülkenin umudu, bu ülkenin özgürlüğünü savunan gençleri, bu hortumculara, bu zalimlere gerekli dersi verecektir. Buna yürekten inanıyorum.

Değerli arkadaşlarım, son sözler... Bahçeli'yi çoğu zaman muhatap almayı doğru bulmam. Çünkü o kendisini bir yere adamış kişi ama bugün bir şey söylemiş, bir cümle kurmuş. "Kılıçdaroğlu elini vicdanına koyup söylesin.” Vicdan sözcüğünden yola çıkarak muhatap alıyorum. Çünkü söyledim, bazı bilim insanları vicdanı Allah'ın sesi olarak tanımlarlar. İnsanın yüreğindeki derin bir adalet duygusudur vicdan. Elimizi vicdanımıza koyup söyleyeceksek, sorduğu soru şu: "Kimin yanındadır? Bölücülüğü mü destekliyor, yoksa Türkiye'nin yanında mı yer alıyor?" Önemli bir soru ve cevabını vereyim: Ben ve arkadaşlarım ve bütün dostlarımız, Türkiye'nin birliğinden ve bütünlüğünden yanayız. Bir daha ifade edeyim, Türkiye'nin birliğinden ve bütünlüğünden yanayız.

Biz, şanlı ordumuzun Tank-Palet Fabrikası Katar ordusuna peşkeş çekilirken itiraz eden kişileriz, sen ise Katar ordusuna peşkeş çekilirken alkışlayan kişiydin. Şimdi söyle bakalım, vatanın birliğinden ve bütünlüğünden kim yana? Şanlı ordumuzdan kim yana? Biz kendi vatan topraklarını ve o topraklarda yatan Süleyman Şah Türbesi'ni ve o topraklarda dalgalanan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bayrağını indirip, kaçıp, toprağı düşmana teslim edenlerden yana değiliz. Biz oraya bir hafta içinde şanlı bayrağımızı dikmekten yanayız, bunun sözünü verdik.

Milletin takdiriyle ve Allah'ın izniyle iktidar olduğumuzda 1 hafta içinde o bayrağı da, o türbeyi de vatan topraklarına götüreceğiz. Peki sen, sen ne yaptın? Kaçanları alkışladın, bayrağı indirenleri alkışladın, onların yanında yer aldın. Şimdi söyle bakalım, kim bölücü, kim milliyetçi, kimi ülkücü? Ben ve bizim arkadaşlarımız, bizim dostlarımız, vatanını milletini sevenler, devleti yöneten bir kişinin mal varlığı dolayısıyla tehdit edilmesini içimize sindiremeyiz. Mal varlığı dolayısıyla tehdit edildiğinde sessiz kalmasını da içimize sindiremeyiz. Devletin en tepesindeki kişi, bütün sırlarına vakıf olan bir kişi, mal varlığı dolayısıyla tehdit ediliyor ve sesini çıkarmıyorsa, o kişi artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti için bir milli güvenlik sorunudur. Sen o sorunun yanındasın. Biz ve dostlarımız, adaletten yanayız, haklıdan yanayız. Haramdan, yolsuzluklardan yana değiliz. Her ay 10 bin dolarlık rüşveti alan siyasetçiyi hiç merak etmedin mi Sayın Bahçeli? "Kim bu siyasetçi" diye sormadın mı Sayın Bahçeli? Bir esnafın derdini dinledin mi Sayın Bahçeli? Bir garibanın derdini dinledin mi Sayın Bahçeli? Bir çiftçiye gidip de, "yahu nasılsın?" dedin mi Sayın Bahçeli? Ama biz eli yağlı olan tornacı ustasına "elini uzat kardeşim, senin elini sıkmak benim için şereftir" diyen bir gelenekten geliyoruz.

Teşekkür ederim arkadaşlar.

Biz ve bizim gibiler ve dostlarımız bu coğrafyada hiç kimsenin yatağa aç girmemesini savunuyoruz. Sen, saray ve beslenmelerini 1 yerden, 5 yerden, 10 yerden, 11 yerden maaş alanları alkışlıyorsun. Vatanın birliğini ve bütünlüğünü sen mi savunuyorsun, ben mi savunuyorum? Hiç düşündün mü Sayın Bahçeli; 83 milyon kişi Londra'daki bir avuç tefeciye hizmet eder hale getirildi. Türkiye'nin mali bağımsızlığını hiç düşündün mü? Duyun-u Umumiye İdaresi gibi Borçlar Genel Müdürlüğü kuruldu, sen bunu biliyor musun? Bilemezsin. Beslemelere alkış tutanlar, bayrağı indirip kaçanlar, egemen güçlere teslim olanlar, Türkiye'nin bağımsızlığından, özgürlüğünden söz edemezler. O sözü biz söyleriz, o mücadeleyi biz yaparız, o kavgayı biz veririz. Çünkü biz Cumhuriyet Halk Partisi'yiz.

İki soru daha sorayım: Sayın Bahçeli hiç merak etmedin mi ya; ne kadar yabancı uyuşturucu kaçakçısı varsa, esrar, eroin, kokain kaçakçısı varsa, bunlara Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verildi, verilmeye de devam ediliyor. Rıza Zarrab'ı var, Zindaşti'si var, hepsi var. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının saygınlığını koruyan benim, o saygınlığı yok etmek isteyenlerin yanında duran sensin.

Yine Bahçeli'ye soruyorum: Hangi devlet 250 bin dolara kendi vatandaşlığını pazarlar? 250 bin dolara istediği yerde vatandaş oluyorsun Türkiye'de ne olursan ol. Bu mudur milliyetçilik arkadaşlar? Yeni bir milliyetçilik tanımı yapıldı da bizim mi haberimiz yok? Yeni bir vatanseverlik tanımı yapıldı da bizim mi haberimiz yok? Bayrağı indirip kaçacaksın, alkışlayacaksın, dönüp bana soracaksın: "Sen milliyetçi misin? Sen bayraktan yana mısın? Sen vatandan yana mısın?" Hadi canım, hadi canım; geçiniz bunları, geçiniz.

Hepinize sevgiler diliyorum. Sağ olun, var olun. 

Tüm Fotoğraflar İçin Tıklayınız...


Bu Kategorideki Diğer Haberler

Cumhuriyet Halk Partisi 100 Yaşında
Haber Tarihi: 09.09.2023
CHP Parti Meclisi Açıklaması
Haber Tarihi: 06.06.2023