CHP Genel Başkanı Özgür Özel: “2009’da 1 Desteyle Alınan Arabanın Bugün 90 Destelik Parasını Bavulla Götürmen Lazım”

Haber Tarihi: 03.12.2024

“YERLİ ARABA 2009’DA 29 BİN, BUGÜN 1 MİLYON 800 BİN LİRA”

“TAYYİP BEY, ŞU PARA KULESİNİN HESABINI VER”

“ÜLKEYİ BU HALE GETİRENLER BİZİ KENDİ GÜNDEMLERİNE MAHKUM EDEMEZLER”

“30 BİN TL ASGARİ ÜCRET, EMEKLİYE ASGARİ ÜCRET ŞARTTIR”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin kendisini ve partisini hedef alan açıklamalarının bulunduğu kağıdı yırtarak, “Devlet Bey istiyor ki bunları konuşayım. Senin istediğin zaman senin istediğin şeylerin konuşulması, Erdoğan’ın işine gelen gündemlerin peşine takılınması dönemi çok gerilerde kaldı. Devlet Bey arabalara meraklı. Şimdi bir Devlet Bey hesabı yapalım. 2009 yılı, Bursa’da yerli bir firma, hepinizin bildiği bu araba 26 bin liraydı, 130 tane 200 liraya alabiliyordunuz. Şimdi o yerli ve milli arabayı almak için, (valizden çıkardığı örnek paraları kule halinde dizerek) bir de Tayyip Bey ‘Kulelerin hesabını versin’ demiştin ya, Tayyip Bey, sen şu para kulesinin hesabını ver. Bir yerli araç bugün 1 milyon 800 bin lira. 90 deste parayı bavulla götürmen lazım. Ülkeyi bu hale getirenler bizi kendi gündemlerinde mahkum edemezler. 30 bin TL asgari ücret, emekliye bir asgari ücret şarttır. Bu talebi yükseltiyoruz. Bizim derdimiz milletin derdidir” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, partisinin TBMM Grup Toplantısında, Cumhuriyet Halk Partisi’nin düzenlediği Görme Engelliler Satranç Turnuvasında dereceye giren satranç oyuncularına kupalarını verdi. Özel, “Değerli grubumuz, Türkiye’nin dört bir yanından gelen çok değerli misafirlerimiz, bizi televizyonları başında izleyenler, radyolarından dinleyenler, gerçekten onların azimlerini, kararlılıklarını, engellerle mücadele güçlerini gördükçe karşılaştığımız, bize göre engel olan, canımızı sıkan şeylerin ne kadar önemsiz olduğunu görüyoruz. Onların yaşama sevincinin, azimlerinin, mücadelelerinin önünde saygı ile eğiliyorum. Dünya Engelliler Günü ile ilgili söyleyeceklerim var. Ama önce biraz daha büyüyelim, biraz daha güçlenelim” dedi.

“BABA EVİNE KATILIM SÜRÜYOR, ÜMİT ÖZLALE GÜÇ KATACAK”

Özel, “Türkiye İttifakı ile yerel seçimlerde Türkiye’nin birinci partisi olan ve Türkiye’nin hem kurulan birinci partisi, hem son seçimlerinin birinci partisi hem de şu anda Türkiye’nin birinci partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni hep ‘baba evi’ olarak nitelendirdik. Kapıların ardına kadar açık olduğunu ve baba evinin herkesi beklediğini, Gazi Mustafa Kemal’in partisini hep birlikte Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının ilk seçimlerinde iktidar yapacağımızı söyledik. İşte işçi bir anne ve babanın gurbette, Almanya’da doğan bir evladı... Sonra İzmir’de, benim de okuduğum yatılı okulumuzda Bornova Anadolu Lisesi’nde ortaokulu, liseyi bitiriyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin İktisat Bölümü’nü kazanıyor. Yurtdışında ekonomi doktorasını en iyi üniversiteden alıyor. 2006’da doçent, 2011’de profesör oluyor. 2003-2011 arası Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nda akademik danışman ve yine 2011-2016 arasında Avrupa Kalkınma Enstitüleri Birliği yönetim kurulunda görevler yapıyor. Şu anda İzmir Milletvekili olan, TÜBİTAK’ın 40 yaş altı üstün başarılı bilim insanı teşvik ödülünü almış bulunan bir isim geliyor. Ekonomi takımımızın gücüne güç katmaya, İzmir’deki gücümüze güç katmaya geliyor. İzmir Milletvekili Sayın Ümit Özlale’yi buraya davet ediyorum. Baba ocağının İzmir’de dumanı tütsün diye mücadele veren İl Başkanımız Şenol Aslanoğlu’nu, tüm İzmir Milletvekillerimiz adına Genel Başkan Yardımcımız Sayın Murat Bakan’ı buraya davet ediyorum” ifadesini kullandı. Özel, Bağımsız İzmir Milletvekili Ümit Özlale’ye rozet taktı. “Sayın Ümit Özlale ile birlikte hem ekonomi takımımız daha güçlü, hem İzmir’de daha güçlüyüz. Ailemiz büyümeye devam ediyor, baba evine katılımlar devam ediyor. Bundan sonra da baba evine gelenlerin arttığını ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin güçlenerek ve büyüyerek kararlılıkla iktidara doğru adım adım yürüdüğünü hep birlikte yaşayacağız” diye konuşan Özel, şunları kaydetti:

“İCRACI ENGELLİLER BAKANLIĞI’NI HAYATA GEÇİRECEĞİZ”

“Bugün Dünya Engelliler Günü. Biraz önce engelli yurttaşlarımızı temsilen üç satranç sporcusunu kürsüde ağırladık, salonda da çok sayıda engelli yurttaşımız var. ‘İrade engel tanımaz’ temasıyla Görme Engelliler Satranç Turnuvası dün benim yaptığım sembolik açılışla başladı. Gün boyu kıyasıya bir rekabetin sonucunda bu önemli sonuçlar elde edildi. Tabii ki önemli olan turnuvanın kendisi ve bir iradenin engel tanımıyor olmasıydı. Dün akşam yemekte birlikteydik, hoş sohbet ettik. Neler yapacağımızı, gelecekte engellilerin sorunlarını nasıl çözeceğimizi konuştuk. Bugün ellerindeki beyaz bastonları ile Anıtkabir’in merdivenlerini çıktılar. Gazi Mustafa Kemal’in önünde hep birlikteydik. Şimdi de burada bizimle birlikteler. Kendileri bu salondayken, özellikle devletin onlarla ilgili istatistikleri düzgün tutmadığını ya da tutuyorsa da bizlerle paylaşmadığını, çünkü engellilere yapılan yardımları bir lütuf, onlardan oy alma aracı halinde kullandığını üzüntü ile takip ediyoruz. Bir verdikleri istatistiğe göre; 4 milyon 882 bin engellimiz var. TÜİK, ‘5 milyon 841 bin’ diyor. Ama STK’lar, engellilerin kuruluşları rakamın 10 milyona yakın olduğunu söylüyorlar. Doğru düzgün istatistik tutmayan, şeffafça paylaşmayan, engellinin sayısında engelli dernekleri ile bile uyuşmayan bir anlayış yönetiyor maalesef ülkeyi. Bakanlığın sayfasına baktığınızda beş çeşit engelli aylığı var. Engelli yaşlı aylığı, yüzde 40-69 arası engelli aylığı, yüzde 70 ve üzeri engelli aylığı, 18 yaş altı engelli yakın aylığı ve silikozis aylığı. En düşük engelli aylığı, söylemeye utanıyorum, 2 bin 800 lira. En fazlası da 5 bin liraya kadar ancak çıkıyor. Biz birazdan da konuşacağız. 12 bin 500 lirayla, 17 bin lirayla sefalet olduğunu anlatırken, birileri engellilerin 2 bin 800 lira ile dezavantajlarını ortadan kaldırdıklarını iddia ediyor. Ne yanlışlar yaptıkları üzerinde hep durduk, durmuyoruz. Bundan sonra biz neler yapacağımızı söylüyoruz. Ben dün tüm engellilerimizle konuşurken de ifade ettim. Güçlü bir bütçesi olan icracı bir Engelliler Bakanlığı, iktidarımızın ilk gününde hayata geçecek. Engellilerin bağımsız bireyler olduğunu, yardım değil hak talep ettiklerini bilerek tüm adımlarımızı buna göre atacağız. Engellilerin eğitimden istihdama kadar tüm haklara erişiminde önlerine konulan tüm engelleri kaldırmak için onlarla birlikte çalışacağız. Engelli haklarından yararlanmak için Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine aykırı olarak en az yüzde 40 vücut fonksiyon kaybına sahip olma koşulunu derhal kaldıracağız. Engellilerin kamu hizmetlerinden ücretsiz ya da indirimli yararlanmalarına dayanan bugünkü sosyal destek sistemi yerine, engelli olmalarından kaynaklı ilave tüm masraflarını karşılamaya yönelik aylık engelli ödeneği sistemine geçeceğiz.”

“ENGELLİ MAAŞI, ASGARİ ÜCRET DÜZEYİNE ÇIKARILACAK”

“Engelli maaşını net asgari ücret yapacağız. Engelli ve yaşlısına bakan, çoğunlukla sosyal güvenceden yoksun kadınlardan oluşan vatandaşlarımıza ödenen evde bakım parasını net asgari ücret düzeyine çıkaracağız. Engelliler Haftası’nda ödenmek üzere her yıl seyyanen net asgari ücreti bu hafta, Engelliler Haftası’nda tüm engellilere yılda bir kez vermekten geri durmayacağız. Özel eğitim merkezlerinde öğrenci başına dörtte bir asgari ücret ödeniyor. Bu yetmediği için sistem çökmüş durumda. Bu ödemeyi, bir asgari ücret düzeyine çıkaracağız. Özel eğitim merkezlerine giden 0-12 yaş aralığındaki öğrencilerin seans sayılarını, 8+4 saatten ki çok yetersiz, net 20 saate çıkaracağız. 2024 yılında engelli öğretmen ataması yapılmadı. 2 bin 500 engelli öğretmen, atama bekliyor. Bir an önce bu atamaların yapılmasını, hem o öğretmenlerimiz ve aileleri için hem de tüm engellilere verilen bu sözün tutulması için takipçisi olacağız. Dün satranç turnuvasında hepinizin gözü önünde her gittiğim masada bir soruyu sordum, ne cevap geleceğinden hiç korkmadan: ‘Belediyenizden memnun musunuz?’ Amasya’dan, Mersin’den, Afyon’dan, Uşak’tan, Aydın’dan, Antalya’dan, Trabzon Ortahisar’dan gelenler döndüler ve dediler ki, ‘Çok memnunuz. Allah belediye başkanlarımızdan razı olsun.’ İktidarın birinci yılında tüm engellilere, Cumhuriyet Halk Partisi adına şu özgüvenle soracağım: ‘İktidarımızdan memnun musunuz?’ dediğimde, ‘Çok memnunuz, sözünüzü tuttunuz’ dedirteceğim.”

“BİZE SPOR SALONUNDA COŞKULU BİR KURULTAY YAŞATTILAR”

“Pazar günü Gençlik Kolları Kurultayımızı gerçekleştirdik. Üç yıl boyunca başarı ile görevini yürüten Gençosman Killik kardeşim, bayrağı Cem Aydın kardeşime teslim etti. Son derece olgun, son derece demokratik, coşku içinde, 1500 kişilik toplantı salonlarından, koca spor salonlarına taşınmış bir kurultayı bize yaşattıkları için tüm gençlik kolları üyelerimize yürekten teşekkür ediyor, onları alınlarından öpüyorum.”

“AK PARTİ DÖNEMİNDE SOMA’NIN ÜZERİNE ALTI SOMA DAHA YAŞADIK”

“Yarın 4 Aralık Dünya Madenciler Günü. Yüzyıllar önce Roma İmparatorluğu’nda zorba bir bürokratın kızı Santa Barbara, babasından kaçarak bir madene sığınır. Onu, madenciler korurlar. Orada bulunduğu sürece en iyi şekilde korunur, hastalıkları iyileşir, yaraları iyileşir. Ama Santa Barbara madenden ayrıldığında zorba babası tarafından katlettirilir. O günden beri Santa Barbara’nın madene sığındığı gün Dünya Madenciler Günü olarak kutlanıyor. O maden İzmit’tedir, Kocaeli’ndedir. Aslında bütün dünyaya ilham olan o olayın yaşandığı bu topraklarda Dünya Madenciler Günü maalesef, coşkuyla değil; Almanya’daki gibi eğlencelerle değil, Fransa’daki gibi büyük kutlamalarla değil boynumuz bükük ve maalesef taziye tadında geçmektedir. Almanya’da çünkü 1962’den beri, Fransa’da 74’ten beri, İngiltere’de 72’den beri ölümlü kazalar olmazken bizim bu topraklarımızda maalesef ‘Bu mesleğin fıtratında ölüm var’ lafı artık klişeleştirilmeye çalışılıyor. Ömrüm buna itirazla geçti; Hans’ın fıtratında olmayanın Hasan’ın fıtratında olmayacağını. Bu ülkede madenlerde, kömür madenlerinde yaşanan bu kazaların, bütün madenlerde yaşanan bu kazaların önüne geçmenin mümkün olduğunu. Ama bunu bir sermaye mantığıyla, bir işletme mantığı ile değil Anayasa ile güvence altında olan, hepimizin ortak varlıkları olan, özelleştirilmesi, satılması yasak olan ama ‘Anayasa’nın arkasından’, ‘rödovans’ diyerek, ‘işletme hakkı’ diyerek özelleştirilen madenlerin kâr hırsı yüzünden, üretim baskısı yüzünden olduğunu hep söylemeye çalıştım, söylemeye de devam edeceğim. Ama şunu bilin ki, 2002’den bugüne kadar AK Parti döneminde tam 2 bin 79 madenci hayatını kaybetti. Yani biz hep Soma’yı biliyoruz. AK Parti döneminde Soma’nın üstüne altı tane daha Soma yaşadık biz. Teker teker, üçer beşer, bazen 40 kişi, bazen Amasra’da, bazen bir başka madende, Erzincan’da, İliç’te... Kiminin üzerine tonlarca toprak kayarken, kimi ‘Dünyanın en güvenli madenlerinden biri’ denen yerde 43 arkadaşıyla birlikte şehit olurken… Soma’da 301 madenci şehit olup, teker teker ölen madencilere verilmeyen haklar, Soma’daki madencilerin büyük mücadelesiyle alınmışken aslında hep birlikte en acı şekilde işçi sınıfına yapılan bir tavsiyeyi, ona gösterilen yolu, daha doğrusu başka bir çıkış yolu olmadığını görüyoruz. O da ‘örgütlenmek’. Ölürken bile madenciler teker teker ölürlerse haklarını alamıyorlar. Hep birlikte öldüklerinde sesleri duyuluyor. Ölürken bile kalabalık olmak, birlikte olmanın bir karşılığının olduğu bu kadar acımasız toprakların üzerinde yaşıyoruz. Onun için Dünya Madenciler Günü’nde bütün madencilere ve bütün emekçilere diyorum ki, ‘En kötü örgüt, örgütsüzlükten iyidir. Örgütlenin, sendikalı olun, mücadele edin, haklarınızı arayın ve savunun.’”

“GİZLİ TANIK, İFTİRANIN ADI OLMUŞ”

“Ölümü değil, yaşamı savunuyoruz. Sömürüyü değil, emeği savunuyoruz. Sömürüyü değil, emeği savunan birisi... Bizim belediyelerimizin pek çoğunda örgütlü olan DİSK’e bağlı Genel İş Sendikası’nın Genel Başkanı Remzi Çalışkan… Remzi Çalışkan, soyadı gibi çalışkan, son derece iyi niyetli, insan ilişkileri kuvvetli, bir müzakere tıkandığında çözümü arayan, işçinin alınterinden taviz vermeyen ama karşısındaki yapının da haklarını savunan, son derece hepimizin sevdiği, bir birimize emeğimizin olduğu ve emek mücadelesinin çok önemli isimlerinden biri. Remzi kardeşimiz, Remzi başkanımızı bir gün hem de asgari ücretle ilgili bakan ile randevusunun olduğu gün alıp götürdüler. Gözaltında tuttular, ‘Gizlilik var’ dediler, en nihayetinde tutuklamaya sevk ettiler. Soruldu, ‘Niye?’ ‘Gizli tanık var.’ Bu gizli tanık, Ahmet Özer’de de var. Bu gizli tanık, gerçekten bir suç bulamadıkları herkeste var. Gizli tanık adı üstünde; gizli. Söylediği doğru mu, yalan mı bilen yok. Atılan iftiraların, kişinin üstüne atılan iftiranın adı olmuş gizli tanık. Remzi Çalışkan Başkanımızı da bu kumpasta tutukladılar. Buradan Cumhuriyet Halk Partisi grubundan, tüm emekçilere, tüm sendikalı işçilere ve onları şahsında Remiz Çalışkan’a selam olsun. Remzi Çalışkan yalnız değildir, hepimiz arkasındayız.”

“NASUH MAHRUKİ HALEN TUTUKLU”

“Bir diğer tarafta; Nasuh Mahruki, 20 Kasım’dan beri tutuklu. Ne demiş? Sadece görüşlerini beyan etmiş. Efendim ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ten aldılar ve içeri koydular. Nasuh Mahruki, annesini kaybettiğinde ‘Ölen öldü, ben bu enkazın altından birinin annesini çıkarırım’ diye dört gün enkazdan çıkmamış biridir. Böyle insan sevgisi olan birinin hapiste tutulması, içinde bulunduğumuz saray rejiminin bir diğer büyük ayıbıdır.”

“MEMLEKETİN YÜZDE 79’U ‘İSRAİL’E TİCARET SÜRÜYOR’ DİYOR”

“Diğer yandan TRT World Forumu’nda Sayın Erdoğan konuşuyor. Önce bir, sonra üç, sonra toplam dokuz genç… Diyorlar ki, ‘Gemiler Gazze’ye, Hayfa’ya değil.’ Yani ‘İsrail ile ticaret devam ediyor’ diyorlar. ‘Gemiler Hayfa’ya gidiyor, İsrail limanına. Gazze’ye gitsin, Gazze’ye’ diyorlar. Özgür Filistin bayrağı açıyorlar. ‘Neden vicdan gemisine izin yok Sayın Cumhurbaşkanı?’ diye bağırıyorlar. Bu çocukları yaka paça dışarı attılar. Dedim ki, ‘Ne ayıp bir şey.’ Demokrasi, tepki ve protesto rejimidir. Demokrasi, bunu güvence altına alır. Tepki gösterebilir, protesto edebilir. Ama yaka paça götürdüler. İnanılmaz bir şekilde, bu dokuz arkadaşımızı ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçuyla tutukladılar, cezaevine koydular. Bakın Sayın Erdoğan’a geçen hafta bir çağrı yapmıştım. Saygın bir anket şirketi, Türkiye’ye sormuş, Türkiye geneli: ‘İsrail ile ticaretin devam ettiğine dair tartışmalar var. Sizce devam ediyor mu, etmiyor mu?’ ‘Etmiyor’ diyenler yüzde 20. Memleketin yüzde 79’u, AK Partililerin yüzde 61’i, MHP’lilerin yüzde 73’ü ticaretin devam ettiğine inanıyor. İkinci soru, ‘Sizce etsin mi?’ ‘Etsin’ diyenler yüzde 18, ‘Etmesin’ diyenler yüzde 82. Erdoğan’a dedim ki, ‘En güvendiğin şirkete sen sor.’ Şimdi Erdoğan gibi düşünenlerin oranı bu, dokuz genç gibi düşünenlerin oranı bu. İsrail ile ticareti kınamanın, ‘Gemiler Gazze’ye, Hayfa’ya değil’ demenin Cumhurbaşkanına neresi hakaret? Bunu hakaret kabul ediyorsa, tarafı bu taraf zaten.”

“BU KADAR HUKUKSUZLUK SIRTINDAYKEN BAROYA KAYDOLAMAZ’ DİYORLAR”

“Diğer taraftan tepki ve protesto deyince, işi bir başka tarafından ele alalım. Malum bir başka gizli tanıkla, Ahmet Özer büyük bir iftirayla, Türkiye’nin en büyük ilçesinin belediye başkanı Silivri Cezaevi’nde tutuluyor. Kendisini geçen hafta ziyaret ettim, selamlarınızı ilettim, selamlarını getirdim. O büyük bir mücadele veriyor. O hariç 413 belediye başkanımız -ki biri de yerine kayyum atanan Mustafa Sarıgül kardeşim, Ovacık Belediye Başkanım- bu hafta sonu toplandık, bu meseleleri tartıştık, uzun uzun konuştuk. Tabii o kayyum siyasetinin Akın Gürlek denilen adalet celladınca yönetildiğini biliyoruz. Ben bu celladı kınarken dedim ki ‘Kardeşim’ dedim, ‘Bırak bu işleri istifa et, git avukatlık yap.’ Ve aslında o mesleği kıymetli bir diploma ve ‘Değerli mesleğine dön’ diyerek söyledim. Bundan bazı avukat arkadaşlar alınmış. Hatta bazı barolar açıklama yaptılar, arkadaşlarıma dedim, ‘Eleştiren eleştirilmeye açık olacak. Demokrasi tepki ve protesto rejimidir. Böyle bakmak lazım.’ Ama çok iyi niyetliydi, tamamen yanlış yere çekildi. Cümlenin ilk başı ‘Bir iş bilmiyorsan git avukatlık yap’ gibi anlaşıldı. Ondan dolayı ben de üzüntü duyduğunu ifade ettim. Ama esas İstanbul Barosu‘nun açıklamasını okurken, çok önemli bir eksik yaptığımı fark ettim. Diyorlar ki, İstanbul Barosu, ’Avukatlık andına aykırı hareket eden savcı ve yargıçların avukatlığa kabul koşulundan yoksundurlar.’ Yani diyor ki ‘Akın Gürlek bir gün sizin dediğiniz gibi istifa ederse ya da emekli olursa bu kadar ayıp, bu kadar yanlış, bu kadar hukuksuzluk sırtındayken gelip de Baro’ya da kaydolamaz, avukatlık böyle bir meslek değildir’ diyorlar. Bu düzeltme için ve bunu bütün Türkiye’ye hatırlattıkları için İstanbul Barosu’na çok teşekkür ediyorum. Başta biricik evladım, hukuk fakültesinden mezun ve gönlünü adalet dağıtmaya, adalet aramaya adayan herkesin önünde saygıyla eğiliyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar.”

“HEKİMLİK SİSTEMİ İLE TASARRUF GETİRMEYE ÇALIŞIYORLAR”

“Son iki aydır birileri sesini duyurmaya çalışıyor. Aile hekimleri. Bugün, bu hafta Türkiye’deki aile hekimleri bir kez daha grevdeler, çalışmıyorlar. Geçmiş dönemde üç gün yaptılar bu eylemi. Çünkü bir yönetmelik çıktı, onları hekim değil yarış atı gibi gören, istatistiklere göre değerlendiren, ona göre para kesen, para veren ve özlük haklarını ellerinden alan, güvencelerini ellerinden alan saçma sapan bir yönetmelik. Efendim ‘Ağrı kesici, antibiyotik, mide koruyucuda Türkiye ortalamasının üstüne çıkandan para keseceğim.’ ‘Aman param kesilmesin’ diye ağrısı olana yazmayacak. Mikrobu tedavi etmeyecek. Böyle bir hekimlik sistemi ile tasarruf getirmeye çalışıyorlar. ‘Efendim hastaların kamuda yılda yediden fazla hastaneye giderse parasını senden keseceğim.’ Hastaya diyecek ki ‘Sakın hastaneye gitme.’ Ya bir baksanıza dünya bu işleri nasıl yapıyor? Aile hekimliğine geçerken dedik, ‘Nusret Fişek’in sağlık ocağını kapatma. Ocak sıcaklıktır, ocak birlikteliktir. Ocakta birinin eksiğine öbürü koşar. Ama sen bunları birer birer tüccara çevirmeye çalışırsan, bu işin sonu kötü olur’ dedik. Bugün aile hekimleri durumdan memnun değil, hastalar durumdan memnun değil, kimse durumdan memnun değil. Bugünlerde beş gün boyunca aile hekimine gidenler kapıdan dönüyor. Bir yandan da benim meslektaşım eczacılar, o hastalar ilaçsız kalmasın diye daha önce aile hekiminin uygun gördüğü ilaçları kendilerine ödünç olarak veriyor. Gelecek ay beş gün erken bitecek ilaçlar, başka tartışmalar.. Aile hekimlerinin mücadelesini ve eczacıların gerçek kamu sağlığını düşünen meslek grubu olarak yapmış oldukları katkıyı, önemli dayanışmayı saygıyla selamlıyorum. Aile hekimlerimizin, eczacılarımızın ve hasta haklarının sonuna kadar arkasındayız.”

“SIRF SEÇİM KAZANMAK İÇİN ATTIĞIN BU YALANIN ALTINDA KALDIN”

“Geçen hafta bu kürsüden depremzedelerle ilgili veriler paylaştım. Tayyip Bey’in gücüne gitmiş. ‘Ben sözümü tuttum’ diyemiyor, söylediğim rakamları yayınlayamıyor. ‘Siz deprem bölgesinde taahhüt ettiğiniz hangi işi bitirdiniz’ diyor. Bursa Ulu Cami‘nin aynısını yapma işinde koyduğunuz bütün bürokratik engelleri anca aştık, yeni başlıyoruz. Onun dışında bir sor bakalım Hatay’a, İBB ‘Yapacağım’ dediği hangi işi bitirmemiş dediği zamanda. Bir sor bakalım git Kahramanmaraş’a Mansur Yavaş, Ankara Büyükşehir Belediyesi verdiği hangi sözü tutmamış? Elazığ’daki deprem okullarına bir bak bakalım nasıl bir okul yapılmış, nasıl bir okul kazandırılmış Elazığ’a? Ekrem İmamoğlu temelini atarken oradaydı, açılışında orada olacağız. Sen şunu söyledin. Seçimlere iki gün var, 12 Mayıs 2023 günü. Dolmabahçe‘de canlı yayında değil arkadaşlar, 13 televizyonun ortak canlı yayınında. Duymayan kalmasın canlı yayını. 13 televizyon aynı anda veriyor ve diyor ki, ‘Depremin birinci yılı dolduğunda herkesi evine sokmuş olacağız. 650 bin konut yapacağım.’ Şimdi sen bu sözü seçime iki gün kala veriyorsun. Ve bugün Hatay’da yüzde 12 konut verme oranı, iki yıl geçti, değil bir yıl, iki yıl. Türkiye ortalaması 24. Hatay‘sız Türkiye ortalaması yüzde 31. Hani Hatay çok aşağı çekiyor ya. Hatay dışındaki illerde on kişiden yedisi konteynerde, çadırda, gurbette. Bütün Türkiye’de on kişiden sekizi konteynerde, çadırda, gurbette. Hatay’da ise on kişiden dokuzu bu durumda. ‘Yaptım’ diyeceğine ya da dönüp susup rezerv alan sorununu çözeceğine, dönüyor ‘Cumhuriyet Halk Partisi ne tutmuş?’ Tutmadığımız sözümüz yok. Ama sen depremzedelere verdiğin, hem de seçimden iki gün önce, seçim sonuçlarını etkilemek için, sırf seçim kazanmak için attığın bu yalanın altında kaldın. Bu evlerin hepsi teslim edilene kadar her hafta, her fırsatta depremzedelerin hakkını ben savunacağım, biz savunacağız.”

“MÜCBİR SEBEP UYGULAMASI DERHAL YENİDEN HAYATA GEÇİRİLMELİ”

“Depremin ardından ilan edilen mücbir sebep hali uygulaması 30 Kasım 2024 günü bitti. Ama deprem bölgesinde hayat normale dönmedi. Bütün iş gruplarında esnafımız çalışmalarını 21 metrekare en büyüğü olan konteynerlerde yapmaya çalışıyor. Başta Hatay olmak üzere, bölgede sık sık elektrik kesiliyor, internet kesiliyor, barınmada, ulaşımda ciddi sorunlar var. Her hafta bir gölge bakanımız, iki haftada bir gölge bakanımız, ulaştırma ile ilgili, konut sorunu ile ilgili, sağlıkla ilgili bölgede. Ama mücbir sebebi kaldırdılar, getirmiyorlar. Diyorlar ki ‘Hadi bakalım beyanname verin, hadi bakalım muhasebeci tutun, hadi bakalım vergi verin’ demeye, ‘Stopaj ödeyin’ demeye başladılar. Oradan bir esnafım yolladı, ‘Bakın bu mücbir sebep derhal gelmezse ve en az üç yıl olmazsa biz burada kepenk kaparız’ dedi. Esnaf Hatay’daki kepenk kapatıyor, diyor ki ‘Kepengin üstüne de şunu yazacağız: Mücbir sebep dolayısıyla kapalıyız.’ Hatay’a esnafımızın ve deprem bölgesindeki bütün esnaflarımızın arkasındayız, mücbir sebep uygulaması derhal yeniden hayata geçirilmelidir.”

“DIŞ POLİTİKADA ATATÜRK NE ÖĞÜTLEDİYSE TERSİNİ YAPIYORLAR”

“Tabii Hatay deyince, oralara gidince bütçe görüşmelerinden önceki son grup. Yaklaşık bir ay süreyle grup toplantılarının yapılmaması öngörülüyor. Suriye’deki son gelişmelere değinmek gerekir. Biz Türkiye’nin birinci partisiyiz. Ve bu ülkenin ve bu partinin kurucusu, bize vasiyet niteliğinde dış politika öğütleri bıraktı. Bunlardan en birincisi, ‘Komşularla iyi geçin, onların iç işlerine karışma. Komşunun toprak bütünlüğüne saygılı ol, komşundaki devlet dışı unsurları muhatap alma.’ 2010’ların başlarından başlayıp bugüne kadar efendim Emevi Camii’nde namaz kılmaya gitmeler, Esad’ı terörist, hain, katliamcı ilan Edip Suriye’yi bölmek üzerinden söylemler, oradan birtakım selefi grupları getirip eğit, yolla, savaşsın, devlet dışı unsurlarla muhatap olmalar… Atatürk ne dediyse tersini yapıyor, ne dediyse, ne öğütlediyse. Ve maalesef bunun sonucunda milyonlarca sığınmacı Türkiye’ye geldi, bizim gencimiz yerine ucuz iş güç oluyorlar, bizim gencimiz işsiz. Bizim yoksulumuz yerine sosyal yardım alıyorlar, bizimkilerin maaşları yetmiyor, sosyal yardım yetmiyor. Ve bu ülkede ne huzurları var, ne huzur veriyorlar. Ve bu süreçte halen daha birileri aynı yanlışta ısrar ediyor. Bu bölgenin en önemli aktörü Türkiye’dir. Ve ilk seçimde iktidarı devralacak partinin Genel Başkanı olarak ifade ederim ki, biz bu yaşananlara kayıtsız kalamayız. Soğukkanlılığı elden bırakmamalıyız ve dış politikaya yaz-boz tahtası gibi asla bakmamalıyız. Devlet kuran parti, dış politikaya devlet ciddiyeti zaviyesinden bakmak zorundadır. Ne kendimizi akıntıya bırakmamızı beklesinler, ne de hareketsiz bir şekilde beklerken birden gelen sele atlamamızı beklesinler. Burada devlete düşen, tüm kurumları ve kurallarıyla başta Ana Muhalefet Partisi, yarının İktidar Partisi olmak üzere bu gelişmeler hakkında şeffaf, samimi bir iletişimin partilerle kurulması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ivedilikle bilgilendirilmesidir. Biz toprak bütünlüğü korunan, Türkiye’ye zarar gelmeyeceği sürece iç işlerinde kendi kararlarını veren bir Suriye’den tarafız. Oysa bugün Suriye tüm bölge için istikrarsızlık üreten, vekâlet savaşlarının yürütüldüğü bir ülkedir. Bu istikrarsız hal Suriye’ye zarardır, ondan sonra en çok Türkiye zarardır. Bizim beklentimiz Suriye’de istikrarın sağlanması, Türkiye’ye yönelen terör tehdidinin son bulması, ülkemizdeki Suriyelilerin bir an önce kendi vatanlarına dönmesidir. Türkiye sonu belli olmayan maceralardan uzak durmalıdır. Bugün HTŞ gibi terör örgütlerinin, Suriye rejimini geriletme çabalarına büyük bir temkin ve aklı selimle yaklaşılmalıdır. İran’ın bölgede zayıflatılması, mezhep savaşlarının körüklenmesi, İsrail’in hakimiyetinin artması ve güvenliğinin sağlanması Ankara’nın önceliği olmamalıdır. Önceliğimiz değildir, asla olmamalıdır.”

“TÜRKİYE’Yİ 2010’LARIN BAŞINDAKİ POLİTİKALARA GERİ DÖNDÜRMEYİN”

“Öte tarafta Rusya’nın mevzi kaybetmemesi, İran’ın yeniden toparlanması da Ankara’nın önceliği, oyun planı falan olamaz. Bizim safımız yurttaşlarımızın güvenliği ve esenliği neredeyse o taraftır. CHP İkinci Dünya Savaşı koşullarında bile bu memleketin evlatlarını ölüme gitmekten korumuş, İsmet Paşa’nın partisidir. Bu macerada feda edilecek bir tane Mehmedimiz yoktur. Bir gün İsmet Paşa’nın önüne çıkan birisi der ki, ‘Paşa paşa, savaş yıllarında bizi, çocuklarımızı şekersiz bıraktın.’ Paşa döner der ki, ‘Ben onları savaşta şekersiz bıraktım, ama babasız bırakmadım.’ Her şehit, arkasında bir yetim bırakmaktadır. Türkiye bir elinde HTŞ‘yi, diğer elinde YPG‘yi tutanların açtığı yolda yürüyemez. Dışarıda yazılmış bir senaryonun uygulayıcısı, figüranı olamaz. Kendine ait planı olmayan, başkasının planlı parçası olur. Türkiye birilerinin planının parçası olamaz. Hükümeti uyarıyoruz: Türkiye’yi 2010’ların başındaki politikalara geri döndürmeyin. Suriye’yi bölmeye yönelik planlardan uzak durun. Suriye bizim komşumuzdur, Rusya komşumuzdur, İran komşumuzdur. Tüm komşularımızla iyi ilişki içinde olmak zarurettir. Amerika bizim müttefikimizdir. Batı ile ilişkilerin iyi olması da zaruridir. Ancak biz ne Amerika’nın, ne Rusya’nın bölgedeki çıkarları için çalışabiliriz. Ne büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı gibi hareket edebiliriz, ne de Batı’daki yurttaşlarımızın zor durumda kalacağı angajmanların içine girebiliriz. Yurttaşlarımızın güvenliği, Suriye’de istikrarı mı gerekli kılıyor, CHP tam orada durmaktadır. Bu masanın etrafında konuşmak mı istiyorsunuz? CHP yardıma hazırdır. ‘Esat’la görüşülsün’ derken temel gayemiz istikrar ve Türkiye’deki sığınmacı sorununun çözümüdür. Sayın Esad’a da çağrımızdır: Herkes gittiğinde biz burada kalacağız. Burada olmaya devam edeceğiz. Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak sizin menfaatinizedir. Bugün Türkiye’yi yöneten yönetimle, geçmişteki gerilimler, haklı-haksız diyaloglar, karşılıklı söylenen sözler ne olursa olsun, Suriye’nin toprak bütünlüğü için, Suriye ve Türkiye halklarının kardeşliği için yeni bir sayfa açılmalı, diyalog başlatılmalıdır. Bu noktada Cumhuriyet Halk Partisi üzerine ne düşüyorsa tam da oradadır.”

“10 EKİM KATLİAMINI HATIRLAYIN, BU MACERADAN GERİ DÖNÜN”

“Sayın Erdoğan’ı da uyarıyorum, lütfen geçmişten ders alın. Maceracılığı bırakın. Çökmüş Suriye politikanızın üzerinde yeni yıkıntılarla bir inşaat kurmaya çalışmayın. Temelsizdir, dayanaksızdır, yeniden çökecektir. İktidar yanlıları bir süredir Suriye’de karmaşaya müdahil olmakta fazla heveskârlar. Troller, sözde uzmanlar, yorumcular Suriye’de Türkiye adına adeta bir fetih hareketinin başlatıldığını anlatmaktadır. Oysa bu türden hayalci yaklaşımların neye mal olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir kez daha Erdoğan’a sesleniyorum: Gaziantep’teki yurttaşlarımızı, Hatay’daki, Kilis’teki yurttaşlarımızı, onların acılarının hatırlayın. 10 Ekim katliamını hatırlayın. Şımartılanların, sınırın zafiyete uğramasının ne maliyetleri olduğunu hatırlayın, bu maceradan geri dönün, geri dönün, geri dönün.”

“SENİN GÜCÜN ÜÇ ÇOCUĞA MI YETİYOR?”

“Bir yandan da geçtiğimiz hafta İzmir’e bir uluslararası organizasyona gittim. Dünyadan 90 ülkeden robot tasarlayan çocuklar, kod yazan çocuklar, her yaştan, daha doğrusu küçük yaş gruplarından inanılmaz zeki, deha çocuklar. Açık söyleyeyim, beşi İzmir’den, ikisi memleketim Manisa’dan, biri Samsun, biri İstanbul’dan. Türkiye’den dokuz takımın dünya finaline kalması.. Bu geçen sene Panama‘daydı, gelecek sene Singapur‘da. Yani Türkiye’de diye finale kaldığımız yok. Her sene bu başarılar tekrarlanıyor. O evlatlarımızla gurur duydum. Gitmişken Filistin standına gittim, atkı taktılar, memnun oldular, moral verdik. Azerbaycan’ı unutmadık. Almanya standına gittim, Alman öğrencilerden, o Alman disiplini ile yaptıkları güzel proje hakkında bilgi aldım. Dedim ki, ‘Suriye yok mu?’ Dediler ki ‘Duydunuz mu?’ Dedim ‘Duymadım.’ Dediler ki ‘91 ülke gelecekti, bir tek Suriye gelemedi.” Niye? Üç çocuk ve bir öğretmen. Beyrut Büyükelçiliğimize -Suriye’de büyükelçilik yok- başvurmuşlar, 26 Eylül günü. 4 Kasım günü red almışlar. Be hey Allah’ın adamları, çocukla düşmanlık olur mu? Be hey Allah'ın insanları, bir düşünün. O yaştaki çocuk, Suriye’den dört kişi, üç çocuk ve bir öğretmen, usulüne uygun vize istemiş, gelmeye kalkmış, onları sokmamışsın. 4 milyon-5 milyon Suriyeli yalınayak girdi içeri, onlara da engel olamamışsın. Bu mu devlet yönetimi? Bu mu devlet yönetimi? Senin gücün üç tane çocuğa mı yetiyor? 4 milyon-5 milyon Suriyeli sınırdan geliyor onlara gücün yetmiyor, üç tane vize isteyen çocuğa artistlik yapıyorsun, kabadayılık yapıyorsun. Türkiye Cumhuriyeti Devletini bu duruma düşürenler utansın, yazıklar olsun.”

“EDİRNE’DE TÜRK LİRASI SİFTAH YOK”

“Şimdi geldik konuşmanın en kritik kısmına, en önemli kısmına. Sayın Bahçeli’nin bana söyledikleri. Bana ve partimize, hakaretler, hakaretler hakaretler… Kendi düştüğü duruma bakmaz, neler söylüyor neler? Şimdi en önemli kısım şu, Devlet Bey istiyor ki bunları konuşayım. Ben Devlet Bey’e inat… (kağıdı yırtarak) Devlet Bey, senin istediğin zaman senin istediğin şeylerin konuşulması, Erdoğan’ın işine gelen gündemlerin peşine takılınması dönemi çok gerilerde kaldı, çok gerilerde. Ekonomi Takımımız Türkiye’yi dolaşmaya devam ediyor. Genel Başkan Yardımcılarımız Sayın Yalçın karatepe ve Volkan Demir’in başkanlığındaki heyetimiz geçen hafta Gaziantep, Kahramanmaraş, Malatya ve Samsun’daydı. Bu hafta Lüleburgaz, Kırklareli ve Edirne’deydiler. Bu hafta içinde Denizli, Isparta ve Burdur‘da olacaklar. Sanayicinin yavaşlayan üretimden şikayet ettiklerini, uzun uzun rapor ettiler. Dün MYK’ya çok güzel bir sunum yaptılar. Çiftçi artan maliyetlerini, esnaf satış yapamamaktan şikayetlerini, emekli ve asgari ücretliler ise gelirlerinin yetersiz olmasından dolayı yaşadıkları sıkıntıları ekonomi takımımıza kendi illerinden örneklerle anlattılar. Edirne raporundan dikkat çeken bir nokta: ‘TL’de siftah yok, siftah hep Leva ile’ diyor. Neden? Edirne’deki emeklinin, Edirne’deki emekçinin cebinde para yok. Bulgaristan’dan Leva’nın alım gücü TL’den yüksek olduğu için gelenlerle siftah yapıyorlar, ‘Gün boyunca kasaya TL düşmüyor’ diyor. Ve ‘Kiralarım 4-5 kat arttı, bu Leva ile satışla ancak kirayı, bazen eleman masrafını ödüyorum, batmak üzereyim, yardım edin’ diyorlar. Ve asgari ücretlilerin geçinebilmek için borç sarmalında olduğunu, cebinde altı kredi kartı getirip, teker teker her birini çektirip altısında da ‘limit yetersiz’ cevabını biraz önce giden müşteri ile yaşadıklarını ekonomi takımına anlatıyorlar. Bu perspektiften bakınca Sayın Demir ve Karatepe bir kanun teklifi hazırlığına giriştiler. Grup danışmanlarımız, Grup Başkanvekillerimizle birlikte o çalışmayı tamamlayıp Meclis’e sunup yılsonu gelmeden kanunlaştırmak için elimizden geleni yapacağız.”

“KREDİ KARTI BORCUNDA BIÇAK KEMİĞE DAYANDI, KANUN TEKLİFİ HAZIRLIYORUZ”

“Çünkü BDDK verilerine göre kredi kartı borcu 1,7 trilyon liraya, kredili mevduat yani ek hesap borcu 400 milyar liraya dayandı. Yani toplam borcu nüfusa böldüğümüzde, dün gece doğmuş kundaktaki bebekten, 77 yaşındaki dedemize kadar her birimizin 25’er bin lira kredi kartı borcumuz var. Kredi kartı ve ek hesap borcu. Bu yüzden bu işe bir çare bulmak lazım. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak 10 bin liraya kadar olan kredi kartı borçlarının faizlerinin bankalar tarafından silinmesini, zaten tahsil kabiliyeti çok azaldı diye yüzde 15’ini varlık şirketlerine devrediyorlar. Faizlerinin silinmesini ve borcun kamu tarafından üstlenmesini, 50 bin liraya kadar olan borçlarda faizin silinip üç yıla taksitlendirilmesini, 50-100 bin lira aralığındaki borçların beş yıla taksitlendirilip, faiz yükünün yarısının bankadan, yarısının kamu tarafından karşılanmasını, 100 bin liranın üzerindekilerde de faiz yükünün üçte birinin bankadan, üçte ikisinin kamu tarafından karşılanmasını öneren bir kanun teklifi hazırlığındayız. Teknik detaylar çalışılıyor. BDDK verileriyle, bankacılıktan uzman arkadaşlarımızın katkılarıyla bu teklifi hazırlayacağız. Buradan bütün Türkiye’ye sesleniyoruz. Bu kredi kartı borcu artık bıçağın kemiğe dayandığı noktaya gelmiştir. Bu Meclis bu sorunu derhal çözmelidir.”

“YÜZDE 78’İ VERİRSENİZ 30 BİN, VERMEZSENİZ YOKLUK OLUYOR”

“Bu milletin gündemi, ekonomi; asgari ücret, emekli maaşı. Önümüzdeki hafta 2025 bütçesinin genel kuruldaki görüşmeleri ve Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun toplantıları eş zamanlı başlıyor. Türkiye’de asgari ücret ücretlilerin yüzde 57’si. Almanya’da bu rakam yüzde 9. Bir sene kıdemi alan, asgari ücretten kopar. Bunun doğrusu budur. Bizim asgari ücret canavarı biraz daha büyüyerek, biraz daha büyüyerek yüzde 57’ye ulaşmış durumda. Seçim öncesi ‘Asgari ücrete yılda üç ya da dört kez enflasyon iyileştirmesi yapacağız, zam yapacağız’ diyenler bir yıl boyunca asgari ücrete zam yapmadılar. 17 bin 2 liranın bugün için alım maliyeti, daha bu ayki hesap, iki ay daha varken 11 bin 600 liraya düşmüş. Verildiği günkü alım gücü olarak, 17 bin liralık asgari ücret yılsonunda 10 bin liraya düşmüş olacak. Bir yıl boyunca zam yapmadılar, şimdi asgari ücrete zam yapacakken; ‘Enflasyonu vermeyelim. Beklenti enflasyonunu verelim, gerçekleşeni değil.’ Beklentisi düşüktü, beceremedi. Hayat pahalandı, düşük zammı verecekmiş. Sebep? ‘Asgari ücrete zam yaparsak enflasyonu düşüremeyiz.’ 11 aydır zam yapmıyorsun, enflasyon düşüyor mu? Merkez Bankası’nın hesabı: Asgari ücrete yapılacak yüzde 1’lik zam, on binde 7 oranında, binde 07 etkiliyor enflasyonu. Yüzde 100 zam bile yapsan, enflasyona etkisi yüzde 10’un altında kalıyor. O yüzden böyle bir yaklaşım tamamen kandırmaca, aldatmaca. Pandemide bedeli ödeyen emekçi, krizde bedeli ödeyen emekçi, seçim ekonomisinde bedeli ödeyen emekçi. Şimdi enflasyon düşecek, yeniden emekçiye kazık atmaya çalışıyorlar. Sayın Bahçeli’nin hatırına tekrar ediyoruz: Asgari ücret talebimiz 30, bunun altında biz yokuz. Bugün TÜİK’in… Tayyip Bey’i Üzmeyen İstatistik Kurumu’nun baş harfleridir TÜİK. Onun hesabına göre bile aylık enflasyon 2,25. Yıllık enflasyon 47. Hedef yine tutmayacak. Ama bu yüzde 47’lik zammı vermek yerine, yüzde 25 - 30 zam vermeye niyetleniyorlar. Biz çalıştık, asgari ücretlinin gerçek enflasyonu yüzde 80. Onun verdiği kira, onun aldığı peynir, onun aldığı ekmek, onun aldığı - alamadığı zeytin, onun çocuğunun cep harçlığı, okul harçlığı, onun mutfak masrafında yüzde 78 artış var. Onu verirseniz 30 oluyor, onu vermezseniz yokluk oluyor.”

“ASGARİ ÜCRET ALAN İÇİN 30, VEREN İÇİN 24 BİN OLUYOR”

“Peki bu asgari ücreti verirken… Sadece bunu büyük işletmeler vermiyor ki, küçük esnaf veriyor. Onu da çalıştık. Asgari ücret 30 olunca devletin kasasına 1 trilyon fazladan SGK prim fazlası giriyor. O paranın sadece dörtte biriyle bakın ne yapabiliyorsunuz? 1 ila 10 arasında asgari ücretli çalıştıran küçük esnafa; berbere, eczaneye, esnaf lokantasına, tuhafiyeciye… 6’şar bin lira kişi başına destek verebiliyorsunuz. Bir kişi çalıştırıyorsa 6 bin, 10 kişi çalıştırıyorsa 60 bin lira. Bu para, 30 bin olan asgari ücretle zaten kasaya 1 trilyon girdi. 10-50 arasına 3 bin, 50-100 çalışana 2 bin, 100 üstündekine de 1500 lira işçi başına destekleme. Asgari ücret 30 oluyor, alan açısından; 24 oluyor, veren açısından. Nasıl hesap? Bunu Ekonomi Takımımız gittiği bütün şehirlerde anlatıyor. Esnaf ‘Harika oluyor’ diyor. Çalışan ‘Harika olur’ diyor. 100’ün üzerinde eleman çalıştıran atölye bile ‘Harika olur’ diyor. Çünkü o da biliyor ki geçinemeyecekler. Ama Türkiye’nin zorluğu şu: Asgari ücret, alan için çok düşük, veren için çok yüksek bir noktaya geldi. Bunun için devletin bu işe destek vermesi, en azından 6 bin liranın desteklenmesi lazım. Senin hesabın zaten asgari ücreti 24 yapmak değil mi? 24 yapmış oluyoruz. Fazladan aldığın verginin bir kısmıyla SGK priminin de o farkı vatandaşın cebine koymuş oluyoruz. 30 liralık asgari ücretle bütün emekçilerimizin yüzünü güldürmüş oluyoruz.”

“ALTIN HESABIMIZ AK PARTİ’NİN KİMYASINI BOZMUŞ, BOZSUN”

Diğer bir yandan, emekli maaşları. Dün Plan ve Bütçe’deki arkadaşlarımızla birlikte çalıştık. Bize diyorlar ki, ‘Emekli maaşları ve o konudaki altın hesabı AK Parti’nin kimyasını bozmuş.’ Bozsun. Hep sen mi milletin asabını bozacaksın, kimyasını bozacaksın? Hesap şurada: Tayyip Bey’in geldiği gün, Sayın Erdoğan’ın geldiği gün en düşük memur maaşı 14,5 çeyrek altın alıyorken, şimdi 7,5 alıyor; 7 çeyrek altın kayıp. ‘Memurdan kesilen Erdoğan vergisi’, her ay 7 çeyrek altın. En düşük emekli maaşı 8 çeyrek alırken, 2,5 çeyreğe düşmüş; her ay 5,5 çeyrek altın kayıp. Asgari ücret 7 çeyrek alırken, 3’e düşmüş; her ay emekçiden 4 çeyrek altın kayıp. Kredi ve Yurtlar Kurumu öğrencisine kredi 1,5 çeyrek alırken ‘çeyrek’ çeyrek altın verebiliyor; gerisi kayıp.”

“KIRK HARAMİLERE DEĞİL, BİR HARCAYACAĞINI KIRK KEZ DÜŞÜNENE BÜTÇE YAPIN”

“Dün Plan ve Bütçe’ci arkadaşlar söylediler. Dediler ki, ‘Hani beşli çete deniyor ya. Aslında onlar 40’ın üzerinde firma. Bunların yedisinden harici, 1 lira vergi vermedi. Ne olmuş? Destek olmuş. Ne olmuş? Kredisini ödüyor. Ne olmuş? Yeni yatırım yapıyormuş. Bir kuruş vergi ödemiyorlar. Bir yandan da emekliden vergi alıyorlar. Biz emekliye, asgari ücretliye, esnafa, memura, çiftçiye, öğrenciye bütçe istiyoruz. Kırk haramilere bütçe yapmayın. Yoksullara bütçe yapın, bu topluma bütçe yapın. Kırk haramilerin bütçesindense alacağı, yapacağı bir harcamayı 40 kere düşünenlere bütçe istiyoruz. Bunun için de emeklilerimiz için bir kez daha bütçe görüşmeleri başlamadan haykırıyoruz: Emekliye geçim haktır, bir asgari ücret şarttır. Devlet Bey iyi gidiyor mu? Nasıl cevaplar? Devlet Bey’e bir büyük sürprizim var. Bir büyük sürpriz, en sonda.”

“200 LİRA 5 LİTRE BENZİN ALAMIYOR, PARAYI PUL ETTİLER”

“‘Ekonomide en kötüsü geride kaldı’ dediler. Erdoğan da ‘En zor günler geride kaldı’ dedi. Bunlar ‘Ekonomide kötüsü geride kaldı’ dediklerinde enflasyon yüzde 62’ydi. Nebati dediğinde 49’du. Onu bırakın ‘En kötüsü geride kaldı’ dediğinde Damat, enflasyon yüzde 20’ydi. Halen daha yüzde 48 enflasyon baz etkisi dışında hiçbir düşme emaresi göstermeyen enflasyonla maalesef, paranın satın alma gücü neredeyse sıfırlandı. Şimdi size birkaç şey göstermek isterim. Bu gördüğünüz 200 liralık banknot. Merkez Bankasının bastığı örnek banknot. Bu banknot çıktığı gün, 1 Ocak 2009 günü Erdoğan bu banknotu göstererek şöyle diyordu: ‘Para, tıpkı bayrak gibidir. Bir ülkenin gücünü, itibarını ve bağımsızlığını simgeler.’ Bu banknot çıktığı gün 132 dolar ediyordu, bugün 6 dolar etmiyor. 5 dolar 75 cent bu banknot. 132 dolar değerden 5 dolar 75 cente düştü. 2009’da 200 lira piyasadaki banknotların yüzde 5’iydi, bugün yüzde 82’si. Neredeyse bütün ekonomi tek bir banknot üzerinden dönüyor. 2009’da en çok satan mini fırın 200 liraydı, bir banknota alınabiliyordu. Aynı marka yerli mini fırın bugün 11 bin lira; 55 banknota satın alınabiliyor. 55 banknot veriyorsunuz, bir tane mini fırın satın alıyorsunuz. Çıktığı gün bir taneyle alıyordunuz. Paranın düştüğü durumu görün diye. Yine bu 200 lira çıktığı gün 73 litre benzin alıyordu. Bir depoyu dolduruyordu, yarım depo daha benzin alıyordu. Bugün ne kadar alıyor? 5 litre benzin alamıyor. 1,5 depoyu alan banknotun düştüğü hale bakın. En hazini; bugün PTT’ye yolladım arkadaşları. ‘Resmi pul alın’ dedim. Biliyorsunuz en küçüğü resmi pul. Kaç lira biliyor musunuz? 175 lira. ‘Parayı pul ettiniz’ diyoruz ya atasözü. Atalar söyledi. Ama atamız söyler, AK Parti yapar. Atalar söyler, Erdoğan yapar. Parayı pul ettiler; parayı pul…”

“BAVULU DEVLET BEY İSTERSE YOLLAYABİLİRSİNİZ”

“Devlet Bey arabalara meraklı. Şimdi bir tane Devlet Bey hesabı yapalım. Bu da Devlet Bey’e hediyem olsun. Beni bugün çok güzel anmış, kulaklarım çınlamış, onun da kulakları çınlasın. 2009 yılı, Devlet Bey yerliliğe milliliğe önem veriyor. Bursa’da yerli bir firma, reklamı olmasın diye söylemiyorum, hepinizin bildiği bu araba 2009 yılında 26 bin liraydı. 26 bin lirayı, elimde tutuyorum bakın. Tam 1,3 deste. 26 bin lira. 100 tane ve üstüne 30 tane 130 tane 200 liraya bu arabayı alabiliyordunuz Devlet Bey. Şimdi Devlet Bey’e hediyem olsun. Devlet Bey, o yerli ve milli arabayı almak için (örnek paraları göstererek)... Tek tek koyacağım. Bir de para kulesi soruyorlar diye onu da anlatacağım. Bak, al sana para kulesi. Tayyip Bey ‘Kulelerin hesabını versin’ demiştin ya, ver bakalım kulelerin hesabını. Bavulu Devlet Bey isterse yollayabilirsiniz. Erdoğan ‘Para kulelerinin hesabını ver’ dedi, İstanbul’a bir il binası satın alacağız, güzel bir bina. Parasını ödeyeceğiz. Cümle alem biliyor ki Türkiye’de ‘Şu kadarını bankaya, bu kadarını elden vermezsen binayı satmam’ diyor. Biz partiyiz, ne vergi ile işimiz olur, ne başka şeyle. Elden verilen paraların görüntülerini adamın dükkanında, bürosunda sayarkenki görüntüyü seçime alet ettiler. Ara ara dönüyor. ‘Para kulelerinin hesabını ver.’ Konu mahkemede, hesap ortada, bütün millet biliyor ki ev sahibi ‘Şu kadarını elden istiyorum’ deyince Nuh deyip peygamber demeyince elden ödeme yapıyor, vatandaş bunu biliyor. Ama Tayyip Bey sen şu para kulesinin hesabını ver, şu para kulesinin hesabını ver. Bir yerli araç bu para çıktığı gün 1,3 deste ile 26 bin liraya alınıyorken bugün 1 milyon 800 bin liraya 90 deste parayı bavulla götürmen lazım.”

“DEVLET, TAYYİP BEY’İN DEĞİL HALKIN GÜNDEMİNİ KONUŞUYORUZ”

“O yüzden buradan bir kez daha sesleniyorum ki ülkeyi bu hale getirenler bizi kendi gündemlerinde mahkum edemezler. Buradan bütün örgütümüze talimatımdır. Tekrar hep beraber ele alıyorsunuz, altın hesabını, ele alıyorsunuz asgari ücret talebini, ele alıyorsunuz ‘Emekliye bir asgari ücret şarttır, emekliye geçim haktır’ demenizi, yollara düşüyorsunuz. Devlet Bey’in değil Tayyip Bey’in değil halkın gündemini konuşuyoruz. Asgari ücret talebimiz 30, bunun altında yokuz. Bu milletin hakkını yedirmeyiz. Haydi arkadaşlar bu hafta sonu gençlerin, kadınların, örgütün girmediği ev, çalmadığı kapı, gidilmeyen kahve, otobüs durağı, işçi servisi kalmayacak. Bu talebi yükseltiyoruz. Bizim derdimiz milletin derdidir, hepinize saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun.”








Bu Bölümdeki Diğer Haberler

SENİNLE BÜYÜYORUZ
Haber Tarihi: 19.09.2024