Bazen hayat bir parantez açar. Dünyanın gamını yükünü dışarda bırakıp kendinize bakma fırsatı verir. Hastanede iki gün.. İlaçlar.. Ölçümler falan!
Sonra parantez kapanır ve yeniden dünya haline dönersiniz.
CHP’nin kırmızı kartı.. Erdoğan’ın kırmızı kitabı.. Neler de neler.
Bir memleket düşünün; Beyaz Saray’a resmen oturmak için gün sayan Trump geçenlerde Erdoğan’ın kulaklarını çınlattı. Müthiş villasında düzenlediği basın toplantısında aynen şunları söyledi:
“Türkiye, Suriye’nin peşinden 2000 yıldır, farklı isimler ve farklı şekillerde gidiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan benim dostum. Sevdiğim, saygı duyduğum biri. Onun da bana saygı duyduğunu düşünüyorum. Ayrıca, kendisinden belirli kişilere karşı harekete geçmemesini rica ettiğimde, bunu yapmadı. Kimden bahsettiğimi biliyorsunuz – Kürtler. Ne kadar süreceğini bilmiyorum çünkü onlar doğal düşmanlar. Birbirlerinden nefret ediyorlar ama Erdoğan bunu henüz yapmadı ve geçmişte de yapmadı. Başlattığında ise, ona “Lütfen yapma” dedim ve o da yapmadı."
* * *
Erdoğan ne yapacaktı da Trump “rica edince” yapmadı? Bu konudaki mesajlar nasıl gelip gitti? Asıl önemlisi o mesajlar resmî hüviyet kazanıp devlet arşivine kaydedildi mi? Yoksa “iki dostun muhabbeti” olarak mı kaldı?
Bakın! Bu soruların yanıtlarını belki hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz. Ancak daha fenası medyanın çoğunluğuna bakarsanız SORULARI da pas geçeceğiz. Başta Anadolu Ajansı, ABD’de muhabiri olan Saray yanlısı gazetede dergilerin haberlerinde nedense Trump’ın bu sözleri yok! Basbayağı yok! Düşünün ABD Başkanı “YAPMA DEDİM YAPMADI” diyor ve bu ülkenin gazetecileri kulağının üzerine yatıyor. Duymuyor!
Neyi duyuyor peki? Trump’ın, Erdoğan’ı ne kadar sevip saydığına dair sözlerini.
Aman da aman. Başkan bey Reis’i severmiş. Arada bir “aptallık etme” diye atarlanması da herhalde bu sevginin tezahürü imiş.
* * *
Doğrusu, bu ifadelerin görülmediği.. Yani açık konuşalım, sansürlendiği bir medya ancak Kuzey Kore, Rusya ve Suriye’de görülebilir.
Belki Çin’i de ekleyebiliriz. Geçenlerde bir haber vardı. Çin’de bir gazeteci, ülkedeki protestolarla ilgili belgeseli yüzünden üç yıl hapis cezasına çarptırılmış.
“O da bir şey mi” diye düşündüm. Bizde canım Çiğdem Mater Utku “ÇEKMEDİĞİ BELGESEL” yüzünden 18 yıl ceza almadı mı?
İleri demokrasi böyle bir şey herhalde!
Zaten bazı AKP ileri gelenlerinin de “sayın” hitabıyla andığı Öcalan’ın ev hapsi ile İmralı’dan çıkma ihtimali konuşulurken.. Osman Kavala’nın hukukla, yasayla falan izah edemediğimiz biçimde 7 yılı aşkın süredir hapiste olması.. Erdoğan gitmeden de özgürlüğüne kavuşamayacağına inanılması.. Ne kadar ileri olduğumuz gösteriyor.
* * *
Edebiyatın ve epik tiyatronun büyük ustası Haldun Taner, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım oyunuyla memleketin en gerilimli dönemlerinde bile “vazifesini” yapanları anlatmıştı. Şimdilerde Şehir Tiyatroları’nda yeniden sahnede. Ne de olsa gelenin gideni arattığı ülkemizde vazifesine düşkünler bitmiyor. Bitemez.
Trump bombayı kucağımıza bırakır mesela.. Ama o bomba Serenay Sarıkaya dedikodusu ile patlayıverir. Günlerce onu ve baş harflerinden çıkartmaya çalıştığımız ünlüleri konuşuruz.
Ünsüzler de Esra Erol’da boy gösterir mesela.. On aylık evli ama evlilik dışı ilişkisinden dokuz aylık hamile genç kadınlar hayatımıza girer, aynı hızla çıkar.
Bu arada bir bakarsınız Ahmet Hakan canlı yayında petrol kokluyor..Gabar Petrolü ama, öyle sıradan bir petrol değil!
O sahneye bakınca Karadeniz gazı olmasa da Gabar oil’imiz var diye mutlu olacağız belli ki. Ama ah şu kötü alışkanlık; ille rakamlara bakıp mutluluğun endeksini sorgulayacağız.
Sorgulayınca ne gördük peki?
Tam da 1 Ocak 2025 itibariyle Gabar’da üretim günlük 70 bin varile çıkmamış mı!! Heyyyyy!
Derken.. Türkiye’nin günlük petrol tüketiminin 950 bin varil olduğunu hatırlamamış mıyız!!!
Peeeeeh!,,
* * *
Yalanın yeni sürümleri bunlar. “İhracat rekor kırdı” dersiniz. İthalat rakamlarını vermediğini sürece yalanın boyutu, hatta varlığı gözlerden ıraktır.
Öcalan sürecinin Bahçeli’nin engin vatan ve demokrasi sevgisiyle başlatıldığını anlatırsınız. İnananlar inanmayanları ikna etmeye çalışsın dursun.. Bir çalım yürüyüp gidersiniz.
Günün sonunda ne gerçek.. Ne yalan.. Har şey birbirine karışır gider.
Aslında yalan söyleyen Reis değil. Onu kendi çıkarları için korumaya ant içmişler söylüyor yalanı.
Yoksa… Osman Kavala’nın 7 yılını anlatan “BİR DAVA HİKAYESİ” derlemesinde eşi Ayşe Buğra’nın bir cümlesinin altını çizdim. “Artık bize yalan söylemek gereği bile duymadıklarını düşünüyorum.”
Evet, gerçekten de Erdoğan ve ekibi bizden hedefini, dostluklarını, düşmanlıklarını saklamadı. Saklamıyor.
Kadir Mısıroğlu’nu Saray’da şeref masasında ağırlayan kişinin Anıtkabir’e gitti diye Atatürk cumhuriyetine sahip çıktığını ZANNEDEN bizdik.
Trump’ın bayağı bir üslupla nasıl hitap ettiğini unutup “dünya lideri” zanneden de bizdik.
BİZ dediğime bakmayın.BİZ gerçekte o kadar azınlıkta.. O kadar çaresiz.. O kadar savunmasızız ki!
Düşünün, soyguna, açlığa isyan eden vatandaşa bula bula KIRMIZI KART EYLEMİ bulup önermişiz.
İnsanlar sokak röportajından korkar hale gelmiş.. Kırmızı kart çıkaracak, öyle mi!
Bilmiyorum, Ankara’da herkes Gabar petrolü koklayıp kafa mı buluyor?
Fazla varsa biraz da bize göndersenize!!