İnsanın en iyi ve en kötü davranış biçimi “alışmasıdır”. En zor koşullara bile “alışıp” ayakta durmak iyidir ama bu zor koşulları kabullenip “alışmak” kötüdür!
Alışmanın iyiye ve kötüye yorulabilecek felsefi anlatımı sonu gelmeyecek kadar uzundur.
Bir ülkede insanların giderek kötüleşen koşullara alışması kadar da insanlık dışı bir şey yoktur!
Yıllardır giderek kötüleşen koşullara alışmak bir yana alkış tutmak isteyenlerin de olması Türkiye’nin geleceği açısından dikkatle incelenmesi gereken bir durumdur.
Geçen yıllarda çok sık ılık sudaki kurbağa örneği verilirdi. Suyun sıcaklığının giderek artmasından haz alan kurbağanın, kaynar suda yanmak üzere olduğunu anladığı an zıplayıp kurtulma gücünü yitirmiş olması vurgulanır sorulurdu:
- Şimdi suyun sıcaklığı kaç derece?
***
İktidarın her şeyi berbat ettiğini kabul edip şuna sığınması büyük bir tehlikenin habercisi:
Düzeltirsem yine ben düzeltirim!
Bunun altında 7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 arasını anımsatan süreçten başlayarak her şey var.
Geçmiş iktidarlar için kullanılan bir tanım vardı:
Dönem zenginleri yarattı!
AKP bunun tersini yapıyor, yeni ve büyük bir kesim yaratıyor:
Dönem fakirleri!
3Y’yi kaldırmak için geliyoruz, dediler; yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar!
Yasakların adı kararname oldu.
Yolsuzluklar yasa kapsamına alındı.
Yoksulluk da tüm tabana yayıldı.
Orta sınıfın giderek fakirleşmesi, yoksulluk tabanının da genişlemesini beraberinde getiriyor.
Yoksulların iki davranış biçimi olur:
1- Bu durumu kabul etmeyip mücadeleye girişmek.
2- Daha beteri ol
abilir deyip, kabuğuna çekilmek, kabullenmek.
İkinci grup sadece ekonomi değil, demokrasi açısından da çok tehlikelidir. Giderek fakirleştikleri halde, daha beterinden korkarlar.
İşte iktidar en büyük toplumsal kesim haline getirdiği yeni yoksulları bu ikinci grup olarak hazırlıyor.
Bütün sorunları olduğu gibi yoksulluğu da çözmek yerine yönetmeyi tercih ediyorlar.
Daha kolay, daha az riskli...
Gelen her ekonomi bakanı öncekinden daha kötü çıktı.
Nebati’den sonra gelecek olan şimdiden belli:
Berbati!
Ekonomideki bu felaket iktidarın yıllarca temsilciliğini yaptığı siyasal önermelerde de yaşanıyor.
Bu iktidarın sadece ekonomik olarak değil, siyasal olarak da Türkiye’ye verebileceği bir şey kalmadı.
1980-90 Türk-İslam sentezi, 1990-2000 “Ilımlı İslam”, 2000-2010 “Müslüman demokratlar” tartışması ile geçti.
AKP, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm birikimlerini sattığı gibi kendi çizgisinin tüm önermelerini de bitirdi. İkinci Cumhuriyetçileri de kendisiyle birlikte tüketti, ruhlarını boşalttı.
Bütün yönleriyle bitmiş bir iktidar korkutuyor:
Çökersem, Türkiye’nin üstüne çökerim, ona göre oy verin!
***
Bu tabloda Batı’nın AKP iktidarına yeniden prim vermeye başlaması anlamlıdır. Irak, Libya, Mısır, Suriye’nin ardından Ukrayna krizi NATO’ya şunu sorduruyor:
Bu coğrafyanın ortasında kontrol edebileceğim bir Türkiye olması için en ideal iktidar hangisidir?
Bu soruyu iktidar kaptı, gereğini yapmaya çalışıyor!
Bu cendereden çıkış için yukarıda sıraladığımız sorunları en iyi şekilde ifade edecek siyasilere gereksinim yok.
Buradan çıkışın yolunu önerip öne düşecek büyük bir yeni öykü gerekli.
İkilem şu:
Çöküş mü çıkış mı?
Çöküşü yaşamaktayız...
Çıkış sadece seçime endeksli olmayacak kadar kapsamlı, yeni toplumsal önermeyi, toplumsal hareketi ve liderliği gerektiriyor.