CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU

Okunma Sayısı: 16190    |    Haber Tarihi: 10.11.2020

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Teşekkürler değerli arkadaşlarım. Bizleri televizyonları başında, radyolarında, sosyal medya hesaplarında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan bütün vatandaşlarımıza sevgilerimizi, saygılarımızı gönderiyoruz.

Bugün 10 Kasım. Büyük bir lideri, bir devlet adamını, bir eski komutanı, düşmanının bile saygı duyduğu değerli bir insanı sonsuzluğa uğurlayışımızın 82’nci yılı. Gerçekten de düşmanının bile saygı duyduğu bir insan; düşünceleriyle, eylemleriyle, mücadelesiyle, yetişmişliğiyle, öngörüsüyle, devlet adamlığıyla dünyada ender bulunan kişilerden birisi. Demokrasiyi getiren, cumhuriyeti getiren, bunun mücadelesini veren, mücadele verirken de bütün mazlum ülkelere örnek olan bir devlet adamı, bir komutan... Hayatın en zor koşullarında yetişen bir insan. Halkımızın çok sık kullandığı "feleğin çemberinden geçmek" deyimi vardır. Libya çöllerinde, Filistin'de, Suriye'de, Dumlupınar'da, Çanakkale'de feleğin çemberinden geçen, hayatın bütün acılarını yaşayan bir kişi ve biz 82 yıldır onu unutmadık. Bundan sonra da unutmayacağız. Sadece biz değil aslında, dünya onu unutmayacak. Hâlâ dünyanın mazlum ülkelerine, mazlum milletlerine örnek oluyor; hâlâ örnek oluyor, örnek olmaya da devam ediyor. O, ülkesini düşman işgalinden kurtardı. Evet, mücadele verdi. O, milli mücadeleyi sadece kendisi için değil, aslında bir anlamda bütün mazlum ülkeler için, mazlum milletler için yaptı, o nedenle örnek alınıyor. O, "Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir" sözünü tarihe yazdıran bir kişidir ve ilk Anayasa'nın birinci maddesidir bu. Meclis'in duvarında da yazar "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diye. Halkına bu kadar saygı duyan ve halkını yücelten dünyadaki ender liderlerden birisidir. "Bu ülkenin egemenliği sana aittir" diyor. "Kaderini sen belirleyeceksin" diyor; birileri değil, bir aile değil, bir kurum değil.

Halka duyduğu güveni aslında ifade ediyor burada ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışında, 1 Kasım 1930'da şunları söylüyor: "Ülkenin kaderinde tek yetki ve güç sahibi olan Büyük Millet Meclisi, bu ülkenin düzeni için, iç ve dış güvenliğini sağlamak ve korumak için en büyük güvencedir.” Yani çatısı altında olduğumuz bu meclis, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en büyük güvencesidir diyor. "Büyük milli sorunlar şimdiye kadar ancak Büyük Millet Meclisi'nde çözümlendi. Gelecekte de yalnız oradan kesin tedbirler alınabilecektir" diyor. Dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışı, halka duyduğu güven, tarihin altın sayfalarında yer alan eylemlerdir. O, cumhuriyeti kurarken "Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir" dedi. "Hiç kimse kendisini yalnız hissetmesin. Hiç kimse kendisini sahipsiz hissetmesin. Hiç kimse kendisini bir köşeye atılmış, ötekileştirilmiş hissetmesin" dedi. Sıradan bir cümle değil bu cümle. Yine o, devasa Osmanlı İmparatorluğu batarken kendi parasını basacak milli bankası yoktu. Evet, acı ama gerçek. Devasa bir imparatorluk, dünyaya meydan okuyan bir imparatorluk, 7 kıtada söz sahibi olan bir imparatorluğun parasını basacak bankası yoktu. Milli bankayı o kurdu, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası. Önemli bir işlevi yerine getirdi.

Aynı şekilde sanayileşme hamlesini başlatan, batının yakaladığı ve büyük aşamalar kat ettiği sanayi devrimini yakalamaya çalışan bir lider ve bunun için "ben bilirim" demedi. "Her şey benden sorulur" demedi. Ne yaptı? İzmir'de İktisat Kongresi'ni topladı. Bu işin uzmanlarını topladı. Memleketi en hızlı nasıl kalkındırabiliriz? Bunu yaptı. Bilgiye, birikime, deneyime önem verdi. O, aynı zamanda "özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir" diyerek siyasi mesajını bütün dünyaya verdi. “Bayrağımın altında özgürce yaşarım, kimse bana dokunamaz.” Ama ikinci bir mesajı daha var o da çok önemli:

"Savaş meydanlarında kazanılan zaferler, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa, bağımsızlığınızı koruyamazsınız" diyor. Osmanlı'nın nasıl battığına tanıktır çünkü kendisi. O dönemde de Londra'daki tefecilerin esiriydi Osmanlı. Onlar yönetiyorlardı. O kadar ki, Düyûn-ı Umûmiye İdaresi kurarak, devletin bütün gelirleri üzerinde söz sahibiydiler; kurdular ve söz sahibi oldular. Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’nde çalışan memur sayısı, Osmanlı'nın Maliye Bakanlığı’nda çalışan memur sayısından daha fazlaydı. Verilen mücadelenin, elde edilen bağımsızlığın hangi koşullarda verildiğini de çok iyi bilmek ve çocuklarımıza çok iyi anlatmak zorundayız.

O, bize aynı zamanda Hatay'ı kazandırdı; hiç dillendirmiyoruz. Bir barış döneminde gücünü kullanarak Hatay'ı kazandırdı. O, 82 yıl önce gözlerini yumarken daha güçlü bir Türkiye'yi her zaman düşledi. Bizim mücadelemiz de onun bıraktığı mirası büyütmektir. Bizim İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamemizin ana omurgası, cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmaktır. Bunu yapmak istedi aslında hayatında, çok partili rejime de geçmek istedi ama koşullar elverişli değildi. 1946'da İnönü çok partili hayata geçti ama yüzyıllık bir süreç içinde yaralar aldık, darbeler oldu, ihtilaller oldu, idamlar oldu, vesaire vesaire. Ama biz artık ikinci yüzyıla Cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırmak hedefiyle girmek zorundayız. Darbelerin olmadığı, demokrasinin kökleştiği, geleneklerin oluştuğu, devlette liyakatin olduğu, "her şeyi ben bilirim" anlayışından uzak, devletin kurumlarına her zaman saygı gösterildiği bir süreci başlatmak zorundayız. Dolayısıyla İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi, 82’nci yılda daha da önem taşıyor. Biz O’nu saygıyla, minnetle, şükranla ve rahmetle anıyoruz.

Timur Selçuk; müzik dünyamızın önemli bir aktörüydü. Bir besteciydi, yorumcuydu, orkestra şefiydi. Besteleri hâlâ kulaklarımızda. Adalet yürüyüşünde müziğiyle bize eşlik etmişti. Onu da sonsuzluğa uğurladık. Ailesine, sevenlerine ve sanat dünyasına başsağlığı diliyoruz.

Değerli arkadaşlarım; acı olaylar var ama acı olmasına karşın sonuçları itibariyle de bizi sevindiren olaylar da var. Müyesser Yıldız bunlardan birisi. Haksız yere 155 gün içeride tutuldu, haksız yere. Yazdığı yazılar ortada olmasına rağmen, devletin sırlarını yazdı diye 155 gün tutulu kaldı. Oysa o yazılar kendisi içeri girdiğinde de, girdiğinizde internet sitesine zaten okuyordunuz. Onu hapse atan aslında yargı değil, devletin içindeki bazı organizasyonlar intikam almak istiyorlar. "Seni içeri atalım da bak bakalım bir daha yazabiliyor musun?" diye gözdağı veriyorlar. Ama benim bildiğim Müyesser Yıldız, istediği kadar gözdağı versinler, kalemini satmayan onurlu bir gazetecidir. Ona da buradan sevgilerimizi, saygılarımızı gönderiyoruz. Aynı şekilde Osman Kavala'nın, Selahattin Demirtaş'ın, Harp Okulu öğrencilerinin, Ahmet Altan'ın, Ayhan Bilgen'in de haksız yere içerde tutulmalarının doğru olmadığını her seferinde ifade ediyoruz. Ben bunları ifade ettiğimde bana bazı çevreler kızıyorlar. Bunlar bizim partimize oy versinler diye değil, hapisten çıktıktan sonra bizi alkışlasınlar diye değil, bizi özgürce eleştirebilsinler; onların üzerine baskı kurulmasın, her düşünceye bu ülkede saygı olmalı. Her düşünceye saygı gösterirsek çıkıp dünyaya haykırabiliriz. Bizim ülkemizde demokrasi var diye. Biz bunu istiyoruz.

Yine güzel bir haber tabii Azerbaycan'la ilgili. İşgal altında toprakları vardı. Uzun yıllardır işgalin bitmesini istiyordu Azerbaycan ama olmadı, yapmadılar. Buna karşın tek yol vardı savaşmak. Savaştılar ve başardılar. Sayın Aliyev aslında bu savaşta çok sıcak ve çok doğru bir mesaj verdi. "Biz Ermenistan halkına karşı değiliz, Ermenilere karşı değiliz. Ermenistan'ı yönetenlere karşıyız. Onların istekleri üzerine, talepleri üzerine, beklentileri üzerine işgal zaten sürdürülüyor." Dolayısıyla işgalin sona ermesi ile birlikte bir dostluğun başlayacağını düşünüyorum. Umarım Ermenistan'la Azerbaycan arasındaki ihtilaflar son bulur. İki komşu daha sağlıklı, daha tutarlı bir diyalog sürecine başlamış olurlar. Dolayısıyla Ermenistan tarafından kamuoyuna açıklanan bildiri, bölgedeki ateşin düşmesine, ateşin sonlanmasına, savaşın sonlanmasına katkı verecektir. Umarım böyle bir barış süreci tekrar gerçekleşmiş olur.

Değerli arkadaşlarım; biraz komik ama her siyasi parti malum kendi düşüncelerini açıklar. Sonra onu bir broşür yapar veya bir kitap yapar. Biz de Arpalıklar diye bir broşür yaptık. Daha önce de malum pek çok broşürümüz vardı aynı şekilde. Kıdem tazminatı ile ilgili de yine aynı şekilde broşürümüz vardı. Kıdem tazminatı, yani işçinin hakkını korumak için, alın terini korumak için neler olması gerektiğini açıklıyordu. Ben sanıyordum ki, ne Öz'dü o meşhur savcı? Zekeriya Öz. Ben sanıyordum ki, Zekeriya Öz sadece İstanbul'da var, meğer Anadolu'da da varmış Zekeriya Öz'ler. Bizim kitapçığımızı, broşürümüzü toplamışlar. Niçin, niye toplatıyorlar? Bu broşürde ne var? Hiç kimseye hakaret yok. Hiçbir bilgi asla ve asla yanlış değil, hepsi doğru. Devleti arpalığa çevirirseniz, biz bunu kamuoyuna duyuracağız. Devlet arpalığa çevrildi mi? Çevrildi. Örnek vereyim: Eski milletvekili maaşı alıyor, gayet güzel. Sonra "efendim maaş bana yetmez.! Ne olacak? "Seni bir başka göreve atayalım." Güzel, oradan da maaş alıyor, etti iki maaş. Sonra "bu da yetmiyor bana ne olacak?" "Bir de seni banka yönetim kuruluna tayin edelim." Banka yönetim kuruluna, o da yetmiyor bu sefer başka bir kamu kuruluşunda daha... Yahu bir kişi dört yerden maaş alır mı? Üstelik her birisi 15-20 bin lira. Bu ülkede bu kadar fakirlik varken, yatağa aç giren milyonlarca çocuk varken biz bunu eleştirmeyecek miyiz? "Hayır, bunu yaparsanız cumhurbaşkanına hakaret etmiş olursunuz" diyorlar. Ne hakareti kardeşim, ne hakareti? Neresinde var bunun hakaret? Bunlar bu maaşları alıyorlar mı, alıyorlar. Devleti arpalığa dönüştürdüler mi? Dönüştürdüler. Bu hakim nasıl bu kararı alıyor? Bu yeni Zekeriya Öz nasıl bu kararı alıyor? Sanıyor ki bu kararı aldığı zaman biz bunları dillendirmeyeceğiz. Senin gücün yetmez sevgili hakim, sen hakim değilsin. Sarayın korumaları adalet kürsüsünde oturduklarında, biz onlara hakim demeyiz. Onlar -açık ve net söylüyorum- sarayın satılmış insanlarıdır.

Karikatür de çok güzel, değil mi? Emekli milletvekili, ayrılmış milletvekilliği süresi dolmuş; ondan sonra ye babam ye dolarlar... Nereden yiyor bunu? Fakir fukaranın ödediği vergilerle. Yetmiyor mu sana bir maaş, yetmiyor mu iki maaş, yetmiyor mu üç maaş, yetmiyor mu dört maaş? 5-6 yerden maaş alacaksın, bunu eleştirdik diye efendim cumhurbaşkanına hakaretmiş. Bu kararların tamamının altında Erdoğan'ın imzası var. Devleti arpalığa dönüştüren de Erdoğan'dır. Bir daha söylüyorum: Devleti arpalığa dönüştüren, yandaşları için arpalığa dönüştüren Erdoğan'dır. Rüşvet alanları büyükelçi atayan, birden fazla maaş almasını sağlayan yine Erdoğan'dır. Bunları söylüyorum.

Hakaret; neresi hakaret? Rüşvet aldın diyorum, dava bile korkudan açamıyor. Çünkü belgesini hakime göstereceğiz. Korkudan bunu bile yapmıyorlar ama mahkeme kararıyla "efendim bunların dağıtımı yasak." Neyse teşekkür ederiz, yasakladı da bu konuya tekrar dönme imkanımız oldu en azından.

Değerli arkadaşlarım; Anadolu'da aslında çok ciddi olaylar yaşanıyor. İktidarın bundan haberi var mı? Hiçbir haberi yok. Diyarbakır İl Başkanımız Gönül Özel aradı. "Silvan'da 16-28 yaşında çok sayıda intihar var. 2 ayda 7 intihar oldu. Bu konunun araştırılması lazım. Bizim ailelere gitmemiz lazım. İntiharın nedenleri, gerekçeleri nedir bunu araştıralım" diye. İnsan haklarından sorumlu olan arkadaşımızı, Sayın Karaca'yı gönderdik Silvan'a. İntihar edenlerin tamamının ekonomik ve sosyal sorunları var. İşsiz bu insanlar. "Düğünde takılan altını satarak evimize ekmek götürüyoruz" diyor bu aileler. "Bekçilik sınavını kazandık ama atama yapmadılar." Bekçilik sınavı kazanıyor. Giriyor, atama yapılmıyor, bunalıma girip intihar ediyor.

Ben Ak Parti'ye oy veren kardeşlerime seslenmek isterim: Sizin vicdanınız böyle bir tabloya evet diyor mu? 16-28 yaş aralığındaki gençler, tümüyle umutlarını yitirmişler. Sorumlusu kim acaba bunların? Bu gençlere iş vermeyen kim, aş vermeyen kim? Bir aile diyor ki: "Bir evde oturuyoruz. Evin sahibi bizden para almıyor. Çünkü verecek paramız yok. Açız, sefiliz, yardım istedik; kimse yardım da vermiyor. Çocuk, ailenin bu duruma düşmesinden rahatsız ve tek çıkış olarak intihar ediyor. Ülkenin şu geldiği hale bakın. Erdoğan bunun farkında mı? Haberi bile yok. Sarayda böyle bir olay yok ki çünkü; bir eli yağda, bir eli balda. Bu tablo da hepimizin önünde olması gereken, hepimizin dikkatini çekmesi gereken bir tablo.

Kısaca İzmir depreminden söz edeyim. Belediye Başkanımız, Büyükşehir Belediye Başkanımız ve diğer belediye başkanları el ele vererek gerçekten son derece güzel bir çalışmayı kararlılıkla sürdürüyorlar. Türkiye'deki diğer büyükşehir ve ilçe belediyeleri de ellerinden gelen her türlü katkıyı veriyorlar. Dolayısıyla yaralar hızla sarılıyor, onu da ifade etmek isterim. Yıkılan hane sayısı 143. Acil yıkılması gereken hane sayısı, oturulmayan ama yıkılması gereken 831. İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne ait 224 konut eşyalarıyla birlikte tamamlandı, mobilyaları ile her şey tamamlandı ve beyaz eşyalar da dahil olmak üzere depremzedelere verilecek, 224 konut. Hilton Oteli'nin 380 odası depremzedelere açıldı. Burada da depremzedeler kalacaklar. Bu konuda Büyükşehir Belediyesi ile Hilton arasında da yapılmış güzel bir sözleşme var. İzmir Gaziemir semt garajının bulunduğu bir yerde 58 daire yine depremzedelere tahsis edilmiş vaziyette. Önümüzdeki süreç içerisinde hiç kimse aç ve açıkta kalmayacak. Bu konuda da son derece kararlı çalışıyor Büyükşehir Belediyemiz. Bir “Kira-Bir Yuva” dayanışmasına gelen para 30 milyon lirayı aşmış vaziyette; bu da çok değerli bir birikim. Bu konuda da depremzedelere yardım yapılacak. Orta hasarlı binalara yönelik olarak da her daireye -6 bin yıkık hane var bu şekliyle- her birisine de 5'er bin lira ayrıca ödeme yapılacak. Dolayısıyla yaralar hızlı bir şekilde sarılıyor. 857 çadır Büyükşehir Belediyesi tarafından hizmete sunulmuş ve hizmete devam ediyor. 30 bin 867 uyku tulumu ve çadır matı dağıtıldı bu süreç içinde. 55 bin 509 battaniye ve yorgan dağıtıldı. 4 bin 238 ısıtıcı dağıtıldı. 269 bin öğün yemek verildi depremzedelere, hijyen malzemesi 332 bin 920; bunlar kişisel temizlik, tuvalet kağıdı, sabun, diş fırçası, ped, çocuk bezi gibi. Ayrıca 1 milyon 743 bin 273 de maske dağıtıldı. Dolayısıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi ve diğer belediyelerimizin de katkılarıyla sorunları büyük ölçüde aşmaya çalışıyorlar.

Değerli arkadaşlarım; ülke yönetimi ciddiyet ister. Halk sizi ülke yönetimi ile görevlendirmişse, siz bakanlarınızı "kim hangi işi en iyi yapabilir?" düşüncesinden hareketle belirleyip, onu bakanlığa atarsanız. Benim yakınım diye, akrabam diye, eşim dostum diye kişileri bakan yapmazsınız. Dolayısıyla bakan olacak kişi, bakanlığı çok iyi bilecek, bürokrasiyi çok iyi bilecek, "her şeyi ben bilirim" anlayışından uzak, "biz bu işi, bu sorunu nasıl daha iyi, daha rahat çözebiliriz?" anlayışıyla bu işi götürmesi gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım; Berat Albayrak'ı en çok eleştirenlerden birisi de benim. Hazineden sorumlu, maliyeden sorumlu, ülke felaket durumda; kasa tam takır, eksi birde üstelik eksi ama ortalık ortalıkta pembe tabloyla kamuoyuna sunuş yapılıyor. Bu doğru değildi. Gerçekleri milletin bilmesi gerekiyordu. Sadece muhalefet olarak bizim gerçekleri söylememiz doğru değil, onların da gerçekleri bilerek ona göre önlem almaları gerekiyor. Kaldı ki biz özellikle son yıllarda bir sorunu ortaya koyuyorsak, arkasından mutlaka çözümü de ortaya koyuyoruz.

Böylece aslında belki de dünyada hiçbir muhalefet partisinin yapmadığı önemli bir süreci başlattık "sorun var, şöyle çözülür" diye. Muhalefet çözüm üretmek zorunda değil ama Türkiye'de yaşanan olayları görünce, iktidarın basiretsizliğini görünce, onlara yol da gösterdik ve şunu da söyledik: Olabilir, bizim önerilerimiz yanlış da olabilir, eksik de olabilir. Çıkıp dersiniz ki: "Şu önerimiz yanlış, şu öneriniz eksik." Biz de alır bakarız eksik midir, yanlış mıdır? Bugüne kadar yaptığımız önerilerden hiçbirisi hakkında "bu yanlıştır veya eksiktir" eleştirisi hiçbir zaman gelmedi. Çünkü biz, her çözümü uzmanına danıştık. Üstelik bir değil, birden fazla kişi bir araya geldik. Olur ya birimizin atladığı bir şey olabilir. Olur ya birimiz farklı düşünebiliriz, yanlış düşünebiliriz, eksiğimiz olabilir ama çözümleri ortaklaşarak, bir araya gelerek üretmeye çalıştık değerli arkadaşlarım.

Ekonomik kriz var, evet. Daha 2018 Ağustos'unda, ekonomik krizin başlangıcında "bu iş böyle yürümez" diye 13 madde halinde bunları saydık. 13 madde ve şunu da söyledik: Bu 13 maddenin çözümüyle ilgili olarak bizim üstümüze düşen bir şey varsa her türlü desteği vermeye hazırız. Onu da söyledik. Kriz varsa, kavga etmenin mantığı yok. Çünkü zararı vatandaş çekiyor. O zaman siyaset kurumunun belli bir anlayışla bir araya gelip, bu sorunu çözmesi lazım. Vatandaş büyük sıkıntılara girmesin. Biz bu teklifi yaptık. Sorumluluk duyarak, sorumlu bir muhalefet anlayışıyla bunu yaptık. "Hayır, siz bilmezsiniz, biz bildiğimizi okuruz." Olur, okudular. Sonra? Ekonomik buhranın içinde bulduk kendimizi, ekonomik buhranın. Milyonların işsiz kaldığı bir süreç, milyonların işsiz kaldığı. İnsanların ekmek bulamadığı bir süreç. Yüzbinler, çöp konteynırlarından beslenmeye başladılar. O zaman da yine bir sorumluluk üstlenip "Buhranı nasıl aşabiliriz?", bunu da oturduk bir basın toplantısıyla kamuoyuyla paylaştık 18 Mayıs 2020'de değerli arkadaşlarım.

Şimdi eleştiriyi yaparken, devletin ne olduğunu da bilmek gerekiyor. Devlet dediğiniz kurum, siyasi partiler, iktidara getirilen siyasi partiler tarafından belli aralıklarla yönetilen bir organdır. 4 yıl süreyle, 5 yıl süreyle seçimle gelirseniz, devleti yönetirsiniz ama devlet olmazsınız. Siyasi parti, devlet değildir. Devlet ayrı bir kurumdur ama siyasi parti ne zaman ki "ben devletim" diyorsa, orada sorunlar başlar. Değerli arkadaşlarım; tek adam rejimi, bir kişinin "ben devletim" dediği rejimdir. "Ben devletim, benim dışımda hiç kimse düşünemez. Benim dışımda hiç kimse öneri getiremez. Benim dışımda söylenen bütün sözler doğru değildir. Çünkü en doğruyu ben yaparım ve devlet sadece ve sadece benim söylediklerimi yerine getirir." O nedenle biz bu tek adam rejiminin ülke için felaketler üreteceğini hep söyledik. Bugün geldiğimiz nokta da budur değerli arkadaşlarım.

Şimdi, damat istifa etti, Sayın Albayrak istifa etti. Gerçekten istifa etti mi, etmedi mi? Uzun bir sessizlik, sarayda sessizlik. Ak Parti Grubuna bakıyorsunuz, orada sessizlik. Ona koşulsuz destek veren, bütün değerlerini kaybedip, bütün değerlerini yitirip, bütün değerlerini ayaklar altına alıp koşulsuz destek veren Milliyetçi Hareket Partisi'nde de, onun genel başkanında da büyük bir suskunluk... Ne oluyor? Hazineden ve maliyeden sorumlu olan bir kişi "ben istifa ettim" diyor. Değerli arkadaşlarım medyaya bakıyorsunuz, sosyal medyada yaptığı istifa açıklamasının üzerinden 17-18 saat geçtiği halde, 17 saat geçtiği halde RTÜK'teki kayıtlara baktık, 1780 radyo ve televizyondan sadece 5’i istifa ettiğini söylüyor, sadece 5'i... 1780'den sadece 5'i, diğerlerinde tık yok. Tık yok. Havuz medyasında zaten hiç tık yok. Şu memleketin geldiği hale bakar mısınız Allah aşkına? Şu memleketin, şu medyanın geldiği hale bakar mısınız? Havuz medyası diyoruz, gerçek anlamda havuz medyası olduklarını kanıtladılar. 27 saat sonra, 17 saat sonra belli değil; 27 saat sonra istifa dolayısıyla bir açıklama yapıldı. Ülke böyle yönetiliyor.

Milli Kurtuluş Savaşı veren, yedi düvele karşı mücadele eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti işte böyle yönetiliyor. Biz her zaman devletin belli bir saygı içinde, demokratik kurallar içinde yönetilmesini istedik. Elbette siyasi partiler giderler, halkın iradesine başvururlar. Halk kimi iktidar yapıyorsa, gelir, adalet içinde, demokrasi içinde ülkeyi yönetir. Biz de yeri, zamanı geldiğinde eleştiririz veya eleştirmeyiz. "Doğru yaptın" deriz. Doğru yaptığına doğru, eğri yapıyorsa da bu yanlıştır deriz, bunu söyleriz. Her seferinde bunu dillendiririz. Eğer bir ülkeyi anonim şirket gibi yönetmeye kalkarsanız, sonuç budur arkadaşlar: Yönetilemez bir Türkiye. İnsanlar şirketleri niye kurarlar? Kâr elde etsin diye değil mi? Hemen her şirket kâr elde etmezse batar zaten.

Erdoğan, "Benim derdim ne biliyor musunuz?" diyor. “Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir.” Devleti bilmeyen, devletin ne olduğunun farkında bile olmayan... Anonim şirketin ordusu mu var? Her anonim şirketin bağımsız kurulları mı var? Her anonim şirketin Türkiye genelinde özel politikaları mı var? Her anonim şirketin istihbarat örgütleri mi var? Her anonim şirketin ordusu mu var? Emin olun, devlet bu tür insanların elinde bugünkü noktaya geldi. Kayınpeder-damat ülkeyi yönetiyorlar. Aralarında bir kavga çıkmış, herkes diken üstünde. Havuz medyasının ağzına bant çekilmiş vaziyette, tek kelime edemiyorlar. Tek kelime, tek kelime edemiyorlar. Siz gazeteci misiniz ya Allah aşkına? Kalemini satan insandan gazeteci olur mu? Kalemini saraya tahsis eden insandan gazeteci olur mu? Aylığını ses çıkarmadığı için alan adamdan, yazmadığı için alan adamdan, eleştirmediği için alan adamdan gazeteci olur mu? Kalemini satacaksın, düşüncenin satacaksın, öngörünü satacaksın, eleştiri hakkının satacaksın; ortalıkta da "ben gazeteciyim" diye gezeceksiniz. Bunlardan gazeteci olmaz. Bunlardan gazeteci olmaz.

Değerli arkadaşlar, görünen tablo gayet açık ve net. Berat Bey'in istifası sonunda kabul edildi. Ülkemiz için hayırlı bir iş. En azından bir damat-kayınpederi olayından kurtuldu Türkiye ama arkasındaki gerçekler ne, onu bilmiyoruz. Hangi gerçeklerle istifa edildi, onu da bilmiyoruz. Sorumlusu damat mıdır? Hayır efendim. Bu işin sorumlusu bir kişi, Erdoğan. Her şeyi ondan sorulmuyor mu? Ondan soruluyor. Her şeye o karar vermiyor mu? O karar veriyor. Eğer bazı gerçekler Erdoğan'dan gizlenmiş ve Erdoğan o gerçeklerin sonradan farkına varmışsa -efendim Merkez Bankası'nda şu kadar açık varmış- dünya onu biliyor zaten. Sen yeni öğrendiysen o zaten daha büyük bir felaket. O daha da büyük bir felaket. Devletin yönetilmediğini, bir aile şirketine dönüştürüldüğünü hepimizin kabul etmesi lazım. Böyle bir devlet yönetimi olmaz. Böyle bir anlayış da olmaz. Devlet yönetimi, ciddiyet ister, bilgi ister, birikim ister, ahlak ister, adalet anlayışı ister, liyakat ister. Bunların tamamından yoksun olan bir kişiye devleti teslim etmişiz. Bu doğru değil arkadaşlar. Sorumlu kim? En tepedeki kişidir; Erdoğan'dır sorumlu. Berat Albayrak ne olacak? Damadın zaten. Asıl sorumlu, bu işin tepesinde olan insandır. Damadı feda ederek buradan kaçınamazsınız. Onu geçen gün ifade ettim: Veziri verip, şahı kurtaramazsınız asla.

Berat Bey'in yaptığı açıklama da ilginç: "At izi, it izine karıştı" diyor. Yıllardır bakanlık yapıyorsun, yanında kayınpederin. Öve öve bitiremiyordun. Bu at izi, it izine karıştı ne demek? Açtım Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünü, ne yazıyor burada acaba, yanlış bir şey söylemeyelim diye. İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayıramayacak halde bir karışıklık meydana gelmesine "at izi, it izine karıştı" ifadesi kullanılıyor. Değerli arkadaşlarım; sormak gerekiyor. Ne oldu da at izi it izine karıştı? Ne oldu? Belki önümüzdeki günlerde Berat Bey çıkıp bu konularda biraz daha ayrıntılı açıklama yapar değerli arkadaşlarım.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin içinde bulunduğu koşulları hepimiz biliyoruz ekonomi olarak. Milyonlarca işsizimiz var. Sadece işsizler için değil, üreticiler için de, çiftçi için de, sanayici için de, esnaf için de çok karamsar bir tablo var. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmeye çalışıyoruz. Önce esnaflara arkadaşlarımız büyük ölçüde gittiler. Esnafı dinlediler. Onlara neyi yapabilirsek, hangi önlemleri alabilirsek, sorunları aşabileceklerini anlatmaya çalıştık. 17 madde halinde esnaflarla ilgili çözümlerimizi kamuoyuyla paylaştık. Bütün esnaf arkadaşlarımıza da bunu gönderdik. Şimdi KOBİ'ler var, küçük ve orta boy işletmeler. Bu konuda da grup başkanvekillerimizin koordinasyonunda bütün milletvekillerimiz 81 ile gittiler. Raporları düzenlediler; burada 5 klasör rapor var. Bu raporlar 81 ilden gelen milletvekillerimizin düzenlediği KOBİ'lerle ilgili rapor. Herkesle görüşlüler, hem yöneticileriyle, hem meslek kuruluşlarıyla, hem de doğrudan doğruya üreticiyle görüştüler. Dolayısıyla şunu ifade etmek isterim: Türkiye'nin sorunlarını en iyi saptayan ve en sağlıklı çözümler üreten partinin, Cumhuriyet Halk Partisi olduğunu da artık bütün dünya alemin bilmesi lazım. Çünkü hiçbir CHP'li kişisel çıkar peşinde değildir. Bizim için önemli olan, bu ülkede herkesin karnının doymasıdır. Her evde huzurun olmasıdır. Her evde bereketin olmasıdır. Her kişinin işinde çalışmasıdır, alın terinin karşılığını almasıdır. Ülkede enflasyondu, krizdi, bu tür ekonomik olumsuzlukların olmamasıdır. Arzu ettiğimiz budur. Bu nedenle bütün arkadaşlarım gittiler, çalıştılar. Dolayısıyla ekim ayı içinde raporlar geldi. Ben de bu 5 büyük klasörü İstanbul'a gidip gelirken arabada tamamını okudum. Tamamını, her satırını okudum. Önce bütün milletvekili arkadaşlarıma yaptıkları saptamalar, görüştükleri kişiler ve onların görüşlerinin rapora yansıması açısından yürekten teşekkür ediyorum. Bu raporlar -Merkez Yönetim Kurulu’nda da söyledim- belli akademisyenlerin ele alıp bir Türkiye değerlendirmesi raporu hazırlamaları için çok önemli materyaller içeriyor. Düşünün; Hakkari'den Tekirdağ'a kadar, Yozgat'tan Çankırı'ya kadar, efendim Rize'den tutun Zonguldak'a kadar, aşağı yukarı bütün illerimize ve bazı büyük ilçelere giderek durum tespiti yapan raporlar. Bana göre biz bir tarihi sorumluluğu da yerine getirdik. Bu raporlarda benim karşılaştığım ve üzüldüğüm bir olay var. Bizim bugüne kadar yaptığımız, önerdiğimiz çözümlerin çok az kısmının KOBİ yöneticileri tarafından duyulduğunu gördüm. Bir eksiğimiz burada. Duymayan insanı suçlayamayız elbette "niye duymadın?" diye. Biz, demek ki duyuramadık. O nedenle bizim bu raporları alıp değerlendirdikten sonra, tekrar tekrar oralara gidip, o yöneticilerle konuşup çözümlerimizi onlara aktarmak durumundayız. Bu da bizim görevimiz.

Yaşanan sorunlar için kısa bir özet yapayım. Ankara'dan bir iş adamı, daha doğrusu bir KOBİ yöneticisi: “Döviz üzerinden borçlanan işletmeler çok zor durumda. KOBİ'lerin yüzde 20'sinin döviz borcu var. Dövizin ne olduğu belli değil. Dolayısıyla KOBİ'lerin yüzde 20'sinin borçlarının döviz olması ve dövizin de kontrolsüz artması bunlara iş açısından büyük bir risk.”

Tekirdağ'dan bir işletme sahibi diyor ki: "Hammaddeyi dolarla alıp, ürünü Türk Lirası ile satıyoruz. Dolar belli değil. Fiyat belli değil. Bir belirsizlik içindeyiz, istikrar yok" diyor. Doğru. Tekirdağ da bir sanayici ama aslında Türkiye'deki bütün sanayicilerin bir anlamda sorununu dile getiriyor.

Bir işletme sahibi yine: "Kur yükseldiği zaman ithal ürünlerin fiyatlarına firmalar hemen zam yapıyor. Fakat kur düştüğü zaman fiyat indirimi yapmıyorlar. Yani nasıl olsa bir sefer yükselttik, artık bir daha düşünmeyelim diyorlar. Bu da bizim için sorun" diyorlar.

Gümüşhane'den canına tak eden bir işletmeci: "Bizim arkadaşlara şunu söylüyorum. Bu firmanın devlete ve kurumlara olan borçlarını ödesinler, fabrikaların anahtarlarını hemen teslim edeyim." Gümüşhane gibi bir yerde bir işletmeci bu noktaya gelmişse, Türkiye açısından çok önemlidir. Gümüşhane'de kaç işletmecimiz var, kaç fabrikamız var? Kaç kişiyi istihdam edebiliyoruz? Bir kişi dişiyle tırnağıyla eğer bir fabrika kurmuş, istihdam yaratmışsa ve onu bu noktaya getirmişsek, oturup hepimizin düşünmesi lazım. Tabii önce Gümüşhanelilerin düşünmesi lazım. İktidara sürekli oy verdiler. Sizin oyunuzu sevgili Gümüşhaneliler, sizin oyunuzu çantada keklik gördüler. Burada herkes işsiz olsa bile "nasıl olsa gelip bunlar AK Parti'ye oy verecekler, hiç yüzlerine bakmazsanız da olur" dediler. Ama biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak oyumuz çok düşük bile olsa, o ilde çalışan herkesin sorununa eğilmek, milletvekili göndermek ve o sorunu da dillendirmek yükümlülüğü içindeyiz. Bu bizim Türkiye sevdamızdır. Türkiye'yi seviyoruz, insanlarımızı seviyoruz; herkes kendi bulunduğu noktada huzur içinde yaşasın diye.

Aydın'dan: "Borcu borçla kapatmaya çalışıyoruz. Nereye kadar gidecek bu?" diye sitem geliyor.

İstanbul Tuzla'dan: "Çoğunlukla ithal girdi kullanıyoruz. Kurdaki yükseliş ithalat maliyetimizi yükseltiyor. Aynı zamanda ihracat gelirimiz de artıyor. Ama yabancılar kur yükselince hemen fiyatlarda indirim istiyorlar. Bu bizi zorda bırakıyor."

Manisa'dan aynı paralelde bir açıklama var bir iş dünyasından: "10 dolardan sattığımız malı, şimdi 8 dolardan alıyorlar. Pazarı kaybetmemek için satmaya mecbur oluyoruz" diyor.

Denizli'den birisi: "Allah'tan döviz borcumuz yok. Döviz borcumuz olsa batardık" diyor. "Terlik üretiminde kullanılan süngerin fiyatı bir ayda yüzde 100 zamlandı" diyor yine Denizli'deki bir terlik üreticisi firma.

Enerji maliyetleri çok yüksek. Buradan da şikayetler geliyor. Yozgat'tan: "Enerji tüketim bedeli olarak aylık 2 bin lira ediyordum. Son 2 yıldır 6 bin lira ödüyorum" diyor.

Aydın'dan yine bir üretici, KOBİ: "Döviz artıyor, elektrik artıyor. Döviz duruyor, elektrik yine artıyor. Temmuz ayında 3500 lira ödediğim elektrik faturası, eylül ayında 8 bin liraya çıkmış" diyor.

Bingöl'den: "Sadece enerji değil" diyor Bingöl'den bir KOBİ yöneticisi de şunları söylüyor: "Personelin günlük yemek maliyeti 7 bin liradan, 12 bin liraya çıktı" diyor.

KOBİ'lere destek yeterli mi, iktidarın desteği yeterli mi? Bu konuda da üreticiler yeterli desteğin olmadığı konusunda hepsi hemfikir. Bartın'da küçük bir yönetici diyor ki: “Küçük ve orta boy işletmeler yok edilmek isteniyor. Ya büyük ol, ya da yem ol politikası izleniyor.” Doğru; “ya büyük ol, ya da yem ol. Sana, küçük KOBİ'ye ihtiyacım yok "diyor. Bunu fark etmiş durumda.

"Krediler hakkaniyetli değildir" diye şikayet geliyor. Siirt'ten birisi, yine bir KOBİ yöneticisi: "Bankalar üretici yerine, daha kârlı olduğu için tüketim kredisi vermeyi tercih ediyorlar." Siirt'te ihracat yapan tek firma kalmış, diğer firmalar batmışlar.

Sivas'tan boya sanayi alanında, daha doğrusu boyacılık konusunda faaliyet gösteren bir sanayici: "Artık muhasebedeki çalışanımıza sürekli fiyat değiştir demekten utanır hale geldim. Yatırımı geçtik, bu ülkede yaşamaktan bıktık. Her gün döviz kurunun, faizin peşine düşmekten yorulduk. 100 TL'ye ürün alıyorum, 110 liraya satıyorum. Sattığı ürünü yerine koymak için sipariş verdiğimde bu sefer hammaddeyi için 120 TL'lik bir fatura çıkıyor. Bu durumda kendime ben bu ticareti neden yapıyorum?" diye soruyor Sivas'taki bir boyacı KOBİ.

Kayseri'de mobilya sektörünün şu anki en ciddi sorunu sünger sıkıntısıdır. “Türkiye'de süngerin ham maddesini üreten firma yok. Fiyatlar yüzde 300 arttı. Ülkemizde sünger hammaddesi üretecek yatırımın şimdiye kadar yapılması gerekiyordu” diyor. Sevgili kardeşim, bu yatırım yapılmaz çünkü Devlet Planlama Teşkilatı kapatıldı. Eskiden yatırımlar planlanırdı, programlanırdı; hangi bölgeye kim, hangi yatırımı yapacak? Bunlar yok artık.

Yine Kayseri'den: "Cumhurbaşkanı çıkıp Ey Almanya, ey Hollanda, ey Amerika dediği zaman, bizim sorunlarımız 2 katına çıkıyor. O pazarlara mal satmakta zorlanıyoruz" diyor Kayserili KOBİ sahibi. Yine Kayseri'den: "Kısa çalışma ödeneği sanayiciye moral ve rahatlama sağladı. İşçi çıkarma yasağı doğru bir projedir. Ancak bunlar kısa vadeli çözümlerdir" diyor. "Bize istikrar lazım, geçici önlemlerle biz bu sorunları aşamayız" diyor.

Yine Kayseri'den bir KOBİ sahibi: "Vergi affı çıksa da, faizler af olsa dahi ana parayı ödeyemeyecek çok sayıda firma var" diyor.

Afyonkarahisar İscehisar İlçesinden bir mermer üreticisi: "Cila taşı alıyoruz. Vadeli alabiliyoruz. Vade günü geldiğinde dolar kaç kaç lira ise o kuru üzerinden ödeme yapıyoruz. Yani dolar yükseldikçe biz ha bire zarar ediyoruz" diyor.

Diyarbakır OSB'den bir kadın girişimci: "Şu an balıklar gibiyiz. Var olan suda hayatta kalmaya çalışıyoruz. Son oksijenleri tüketmek üzereyiz." Dış politika konusunda da şunu söylüyor: "Bu kadar sınırları, komşuları olan bir ülkeyiz. Kavgalıyız, mal satamıyoruz" diyor.

Karaman'da 60'ın üzerinde ülkeye ihracat yapan ve konusunda dünya üçüncüsü olan bir firmanın yöneticisi: "Bakanlıktan gelmişlerdi. Bana bizden bir şey iste, yapalım dediler. Ben de istemeyeyim; isterim ama yapamazsanız sonra bana bozulursunuz diyor. illa ki bir şey iste dediler. Sonunda dayanamayıp peki öyleyse komşularımızla barışın, kavga etmeyin, küsmeyin dedim. Bakanlık yetkilileri o bizi aşar, o konuda yapabileceğimiz bir şey yok dediler. Ben de ben size demedim mi? Bakın söyledim, yapamadınız ama siz bizi bütün komşularımızla barıştırırsanız, Türk girişimciler olarak biz her türlü başarıyı gösteririz" demiş.

Düzce'den bir tekstil üreticisi: "Ekonomi kötüye gidiyor. Sadece bizim için değil, çalışanlarımız için de, çalışanlarımızın sorunları var" diyor. "Çalışanlarımızın 30-40'ının maaşında haciz var" diyor. "İki yıl önce böyle bir şey yoktu, böyle bir şey olmazdı. Çıksa bile 1-2 kişinin maaşında haciz olurdu. Şimdi çalışanlarımızın en az 30'unun, 40'ının maaşı hacizli" diyor.

Çorum'dan: "Nakliye, lojistik, ambalaj, sarf malzemeleri, yedek parça ve enerji maliyetleri döviz bazlı artmaktadır. Türk Cumhuriyetlerine gönderdiğimiz makinanın bedeli 7 bin 400 lira. Kamyona, TIR'a bindiriyorlar 7 bin 400 lira, nakliyesi 11 bin 200 dolar. 7 bin 400 dolara üretiyor, üzerine makul bir kâr koyuyor. Türk Cumhuriyetlerine gönderdiği zaman 11 bin 200 dolar para ediyor" ve diyor ki: "Biz istikrar istiyoruz, güven istiyoruz."

KOBİ'lerin ortak talepleri: Ekonomide istikrar istiyoruz diyorlar. Ekonomide güven istiyoruz diyorlar. Her şeyden önce yatırım yapmak istiyoruz ama önümüzü göremiyoruz. Önümüzü göremediğimiz için de karar alamıyoruz. Umutsuzuz, yatırım yapamıyoruz. Bırakın bir gün sonrayı, bir saat sonra ne olacağını bilmiyoruz. Tek adam rejimi ile birlikte bir devlet krizi yaşıyoruz. Bunu ben ifade ediyorum, onlar ifade etmiyorlar. Tek adam rejimiyle beraber aslında Türkiye bir devlet krizi yaşıyor, bir yönetim krizi yaşıyor. Sorun Kovit 19'la da ilgili değil. Sorun bir yönetim sorunu. Bütün dünyada var zaten Kovit 19 ama bizim kadar perişan olan başka bir ülke yok.

Bir sanayici bakın ne diyor, Ankara OSTİM'den: "Derseniz ki 3 sene boyunca faizler yüzde 20 olacak ve değişmeyecek. Biz buna tamam deriz. Çünkü projeksiyon yapabilir, ona göre adım atabiliriz. Ancak biz yarın ne olacağını bile öngöremiyoruz. Böyle bir ortamda yatırım yapmamız zaten mümkün değil" diyor. Evet, KOBİ yatırımcısı doğruyu söylüyor. Bu ortamda kimse yatırım yapmıyor. Yapacak hali yok zaten.

Arkadaşlarım gittiler. Sadece Hakkari'de Organize Sanayi Bölgesi yok ama onun dışındaki bütün illerde organize sanayi bölgeleri, yöneticiler ve oradaki fabrikaların bazılarıyla oturdular, görüştüler, üreticilerle görüştüler Oturdular, konuştular, dertleştiler. Şu soru vardı: Cumhuriyet Halk Partisi'nin önerilerinden haberiniz var mı? Yüzde 90'ının haberi yok. Evet, altını çiziyorum bir daha: Yüzde 90'ının bizim önerilerden haberleri yok. Demek ki bizim bir eksiğimiz var. Demek ki biz bir şeyi yapamıyoruz. Demek ki önerilerimizi götürüp birebir insanlara yeteri kadar aktaramıyoruz. Bu bağlamda hepimize görev düşüyor. Biraz sonra çözümleri söyleyeceğim. Yine arkadaşlarımıza görev vereceğiz. Yine arkadaşlarımız 81 ile gidecekler. Yine arkadaşlarımız aynı kişilerle görüşecekler ve bizim önerileri onlara yazılı olarak da verecekler.

Bize çok konuşan adam lazım değil, çok bağıran adam da lazım değil. Bize dünya ile kavga eden adam da lazım değil. Bize, konusunda uzman, devlet deneyimi olan, birikimli olan, istişareyi bilen, görüş alabilen, tartışabilen, uygarca tartışabilen yöneticiye ihtiyacımız. Daha doğrusu bütün bunları içinde barındıran bir kavram var: Bizim gerçek anlamda bir devlet adamına ihtiyacımız var. Devlet adamına ihtiyacımız var.  

Bilgili olacak, birikimli olacak; efendim sorunları dinleyecek, çözüm üretmek için yetkililerle oturup konuşacak. Böyle bir insana ihtiyacımız var ve devleti yöneten kişilerin de ayrımcılık yapmaması lazım.

Değerli arkadaşlarım; ekonomik buhrandan çıkış, KOBİ'ler için çözüm ne olmalı? Şu beş klasörü okudum. Ortak sorunları bir şekilde saptadım. Sonra bunlarla ilgili çözümler. Baktık ki bu çözümler iki boyutlu olmak zorunda. Bir, kısa dönemde ne yapılabilir hemen. İki, uzun dönemde nasıl ayağa kalkıp nasıl büyüyebilirler? Böyle ikili bir yapı içinde çözümleri okuyacağım değerli arkadaşlarım.

Kısa vadede yapılması gerekenler:

1) Nisanda ertelenen vergiler, nisan ayında ertelenen vergiler ve banka kredileri için vadelendirme imkanı getirilmelidir. Sorun aynen devam ediyor. "Gelin, parayı ödeyin" derseniz bunlar ödeyemezler. KDV sistemi baştan revize edilerek girdi-çıktı farkları ortadan kaldırılmalı, şirketlerin devletten tahsil edilemeyen KDV alacakları süratle ödenmelidir. Malı satmış, devletten alacağı var "ver" diyor. "Ben sana vermem" diyor. Bunu ödeyeceksiniz. Devlet, hele hele böyle ekonomik buhranın bu boyutlara ulaştığı bir ortamda, vatandaşın alacağı varsa onu ödemek zorunda.

2) KOBİ'lerin kredi piyasalarında değişen koşullara karşı direncini artırmak ve ekonomik büyümeye katkılarını güçlendirmek için yararlanabilecekleri finansman seçenekleri genişletilmelidir. Bu ortamda KOBİ'lerin paraya ihtiyacı var. Bu seçeneklerin çeşitlendirilmesi lazım ve güçlendirilmesi lazım. KOBİ'ler için banka ve sigorta muameleleri vergisi sıfırlanmalıdır. Üretim yapıyorum yahu, istihdam yaratıyorum. Bankadan kredi alacağım. Ne için? İstihdam için. Ne için? Üretim için. Ne için? İhracat için. Ne için? Ülkeye döviz getirmek için banka sigorta muameleleri vergisi ödeyeceksin. Bunun kalkması lazım. Türkiye, bu buhranı aşmak istiyorsa ,üreticinin önündeki bütün engelleri kaldıracak.

3) Katma değeri yüksek ürün üretecek firmalar için özel kredi ve vergi desteği sağlanmalıdır. Katma değeri yüksek ürün üretecek firmalar için özel kredi ve özel vergi teşviki sağlamalıdır. Ancak teşvikli kredilerin -devlet teşvik verecek ya- yerinde kullanıldığını ölçmek amacıyla teşvik kredisi denetim mekanizması da oluşturmak zorundadır.

4) Asgari ücret tamamen vergi dışı kalmalıdır. İşvereni rahatlatıyorsanız, işçiyi de rahatlatacaksınız. Zaten asgari ücret, neyini vergi olarak alacaksın? Bunun da kalkması lazım.

5) Kamu ihale sistemi, KOBİ'lerden alımları teşvik edecek şekilde değiştirilmelidir. Kamu ihale sistemi, KOBİ'leri teşvik edecek şekilde, ürünün KOBİ'lerden alınmasını sağlayacak bir düzen getirilmelidir. Avrupa Birliği ülkelerinde kamu alımlarının KOBİ'lerden yapılması, Avrupa Birliği direktifleri doğrultusunda zaten teşvik edilmektedir. Avrupa Birliği genelinde alımların ortalama yüzde 56'sı KOBİ'lerden yapılıyor. Yunanistan'da bu rakam yüzde 84, Türkiye'de böyle bir şey yok.

6) Devlet kurumlarına satılan mallar dolayısıyla, üreticinin kamuda bekleyen alacakları süratle ödenmelidir. Devletten alacağı var; enflasyon bir taraftan, döviz almış başını gidiyor bir taraftan... Paramı ver, ben sana paranı vermem. Bu da doğru değil, vereceksin kardeşim. Aldıysan malı, parasını vereceksin.

7) Bütün organize sanayi bölgelerinde teknoloji liseleri kurulmalıdır. Bir daha ifade edeyim: Bütün organize sanayi bölgelerinde teknoloji liseleri kurulmalıdır. İnovasyon ve dijitalleşme desteklenmelidir. Dijitalleşme için gerekli beceriye sahip iş gücü yetiştirilmelidir.

8) KOBİ'lerin uluslararası pazarlara erişimi desteklenmelidir, önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.

9) Teşvik sistemi, bölgesel ve sektörel faktörler göz önünde bulundurularak dizayn edilmelidir. İşsizlik üreten doğu-güneydoğu, yeni bir cazibe merkezi yaratılarak yatırım ve istihdam bu bölgelerde özel olarak teşvik edilmelidir.

10) Organize sanayi bölgelerindeki KOBİ'ler için enerji özel olarak fiyatlandırılmalı. Özel olarak, düşük fiyatlandırılmalı; üretimde verim ve rekabet gücü artırılmalıdır. Dışarıyla rekabet edecekseniz devlet enerji fiyatlarını düşürülmeli.

11) Bilişim altyapısında bölgesel farklar giderilmelidir.

12) Ekonomik kriz öncesi vergi ve sigorta borcunu düzenli olarak ödemiş olan KOBİ'lere, belirlenecek koşulları taşımaları kaydıyla düzenli -vergisini, primini ödeyen KOBİ'lere- vergi indirimi teşviki verilmeli. Vergi sorumluluğunu yerine getirmiş KOBİ'ler zor zamanda ödüllendirilmelidir. En zor zamanda devlete yapacağı ödemeleri hiç aksatmamışsa, aksatana imkan sağlıyorsun; aksatmayana da bir ödüllendirme getirmem lazım. Onun moralini bozmamak lazım. Çünkü o sonuçta: "Ben enayi miyim? Keşke ben de ödemeseydim" noktasına gelebilir.

13) Ödenmeyen banka borçları, çekler ve protesto edilmiş senetler nedeniyle kara listede yer alan KOBİ'ler bir defaya mahsus kara listeden çıkarılarak finansmana erişimleri kolaylaştırılmalıdır.

13 madde kısa dönemde, süratle alınması gereken düzenlemeler.

Güven ve istikrar için nelerin yapılması gerekiyor?

1) Öngörülebilirlik ve güven sağlamak için önce devletin vatandaşa hizmet eder hale getirilmesi lazım. Devletin elinde sopayla değil, vatandaşa hizmete hazır hale getirilmesi lazım. Yani Türkiye'de yaşayan herkes, rahatlıkla "bu ülkede benim can ve mal güvenliğim hukukun teminatı altındadır" diyebilecek noktaya gelmesi lazım. Çoğu vatandaş can ve mal güvenliğinin teminat altında olduğuna inanmıyor. "Her an çökebilirler, her an fabrikamı alabilirler, her an beni iflas ettirebilirler" diyor. Dolayısıyla Türkiye'yi açmaza sokan mevcut yapı değişmeli, devlet sıcak siyasetin, yani partinin organı olmaktan çıkarılmalıdır. Şu anda bütün demokratik ülkeler Türkiye'yi Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir partinin organı konumunda görüyorlar. Buradan çıkarılmalı.

2) Devleti yönetenler devletin kurumlarına ve işleyişine saygı göstermeli; bağımsız kurumlar, liyakatli atamalarla güçlendirilmelidir. Bu kurumlar bir kişinin iradesine, vesayetine terk edilmemelidir. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu, Kamu İhale Kurumu, Merkez Bankası gibi; bunlar bir partinin borazanlığını yapan kurumlar olmaktan çıkarılmalıdır. 

3) Bir Anayasal kurum olan Ekonomik ve Sosyal Konsey'e işlev kazandırılmalı ve belli aralıklarla Ekonomik Sosyal Konsey toplanmalıdır.

4) Devlet yönetimde liyakat sistemi süratle tesis edilmelidir.

5) Devlet yönetiminde savurganlık ve israf önlenmelidir.

6) Devlet yönetiminde şeffaflık sağlanmalıdır. Özellikle mali yönetimde şeffaflık, vergi mükelleflerine karşı devletin temel sorumluluğudur. Bu bağlamda Ulusal Vergi Konseyi kurulmalı ve konseyin raporları her yıl resmi gazetede yayınlanmaktadır.

7) Siyaset kirlilikten aranmalı, siyasi ahlak yasası çıkarılmalıdır.

8) Devlet yol gösterici olmalı; güçlü bir Stratejik Planlama Teşkilatı kurulmalıdır.

9) Türkiye süratle ihvancı dış politikadan vazgeçmeli; dış politika bir kişinin, bir ailenin ya da bir partinin çıkarları ya da beklentileri üzerine değil, Türkiye'nin çıkarları üzerine inşa edilmelidir. Söylediklerimiz bunlar değerli arkadaşlarım.

Sanayici boş durmayı sevmez, çalışmayı sever. Sanayici aslında ekonominin kamu görevlisidir. Kendisi için değil, ülkesi için çalışır. İstihdam yarattığı zaman sevinir, ihracat yaptığı zaman sevinir, ülkeye döviz kazandırdığı zaman sevinir. Sanayici aynı zamanda riski üstlenir. O riski minimize etmek için elinden gelen bütün çabayı gösterir ve dolayısıyla çalışır, üretir, ülkesine döviz kazandırır, istihdam yaratır. O nedenle biz çalışan, üreten, emek harcayan, istihdam yaratan bütün iş dünyasına şükran borçluyuz. Bu toplantı onların sorunlarını dile getirme toplantısıdır. Bu toplantı aynı zamanda onlara sahip çıkma toplantısıdır. Bu toplantı aynı zamanda büyüme özlemi duyan hem sanayicinin, hem siyaset kurumunun ortak hedefidir. Büyüme özlemi duyuyoruz. İstihdam yaratılsın, herkes üretsin, herkes çalışsın, alın teri değerli olsun. Türkiye'nin her tarafı kalkınsın, büyüsün ve herkes imrenerek baksın Türkiye Cumhuriyeti'nin hızlı büyüdüğüne. Böyle bakıyoruz. Dolayısıyla biz bu önerileri yaparken, arkadaşlarım tekrar bu 81 ile gidecekler. Bu önerileri bir kitapçık haline getireceğiz.

Şu soruyu sormanızı isterim: Bu önerilerin içinde eksiğimiz varsa, onu not alacaksınız bu kez; o eksiği tamamlayacağız. Biz diğerleri gibi değiliz. Her şeyi biz biliriz hevesinde de değiliz. Varsa eksiğimiz söyleyin. Varsa yanlışımız onu da söyleyin. Bunu düzelteceğiz ama bu bizim temel ekonomik hedefimiz haline gelecek. Çünkü biz gülen Türkiye'yi istiyoruz, büyüyen Türkiye istiyoruz, kalkınan Türkiye istiyoruz. Her evde huzurun olduğu bir Türkiye istiyoruz ve bütün komşularının örnek aldığı bir devlet olmak istiyoruz, bir Türkiye olmak istiyoruz. Türkiye nasıl büyüdü, nasıl demokrasisini geliştirdi, nasıl üretimini artırdı, nasıl istihdam yarattı? Örnek olmak istiyoruz. Bunlar beceremediler ama benim bu millete sözüm var: Biz bunu yapacağız. Hep birlikte yapacağız, hep birlikte Türkiye'yi büyüteceğiz. Herkesin işi, herkesin aşı olacak. Herkesin işi, herkesin aşı olacak. Hiç kimse bir başka kişiye el avuç açmayacak.

Bakın en değerli önerileri biz yapıyoruz. En doğru önerileri de biz yapıyoruz. Bu önerilerin hiçbirisi masa başında oturup ürettiğimiz öneriler değil. 81 ile milletvekillerimiz gidiyor. 81 ilde görüşler toplanıyor. 81 ilde yaşanan sorunlar dillendiriliyor ve 81 ilde çözümler aranıyorsa. Biz parti olarak görevimizi yapıyoruz. Biz saraylarda oturmuyoruz, saraylarda oturma meraklısı da değiliz. Biz fabrikaları gezmek isteriz. Biz işçilerle oturup konuşmak isteriz. Biz işverenlerle oturup konuşmak isteriz. Biz, Türkiye'nin hem bölgesinde, hem dünyada güçlü olmasını isteriz. Gücünün kaynağı ne? Üretimdir. Gücün kaynağı ne? Bilgidir. Bilgi ile üretimi birleştirdiğiniz zaman, katma değeri yüksek ürün üretirsiniz, dünyada söz sahibi olursunuz, dünyada saygınlığınız olur. Biz bu çabayı gösteriyoruz ve dolayısıyla iş dünyasının bizi yakından izlemelerini istiyoruz. Çok güçlü bir ekibimiz var. Önümüzdeki süreçte bu ekibimiz, ekonomi ekibimiz, ekonomi masamız 81 ilde gezecek, 81 ilde iş çevreleriyle konuşacak. Varsa bir eksiğimiz, onlar bize söylesinler. Biz diğerleri gibi kızmayız, bize söylesinler. Yanlışımız varsa onu da söylesinler ama biz doğruların peşinde koşmaya devam edeceğiz.

Hepinize saygılar sunuyorum.

Tüm Fotoğraflar İçin Tıklayınız...


Bu Kategorideki Diğer Haberler

Cumhuriyet Halk Partisi 100 Yaşında
Haber Tarihi: 09.09.2023
CHP Parti Meclisi Açıklaması
Haber Tarihi: 06.06.2023