CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU

Okunma Sayısı: 13610    |    Haber Tarihi: 06.10.2020

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:


Evet, yeni yasama yılına başlıyoruz. Hepimiz için, ülkemiz için, vatandaşlarımız için hayırlı uğurlu olsun diyoruz. Çünkü vatandaşlar parlamentodan çok şey bekliyorlar. Tam bir dert yumağına dönmüş Türkiye'de, sorunların çözümü için parlamentoda en azından sorunlara katkı verme amacıyla bütün partilerin bir araya gelip, sorunları çözmelerini istiyorlar. Vatandaşlar bunları istiyor.

BÜTÜN SORUNLAR ÇÖZÜLEBİLİR

Biz sorunların çözümü konusunda -bütün vatandaşlarıma söylüyorum- sizin dertlerinizi çözecek hangi teklif gelirse gelsin ve hangi partiden gelirse gelsin, Cumhuriyet Halk Partisi olarak açık imza veriyoruz. Kesinlikle katkıda bulunacağız. Yeter ki bu öneri gelsin. Eğer getirmezlerse, sizin sorunlarınızı çözmek için Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri her türlü kanun teklifini hazırlayacaklar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'na indirecekler ve orada görüşülürken hangi kesimi ilgilendiriyorsa o kesimin kanaat önderlerine telefon edip; "bu gün sizin bir sorununuzu çözmek üzere Cumhuriyet Halk Partisi'nin getirdiği kanun teklifi görüşülecek; bakın bakalım hangi parti sizin lehinize, hangi parti sizin aleyhinize" diyecekler, bunu söyleyeceğiz.

Dolayısıyla sorunlar çok ama çözülmez değil, bütün sorunlar çözülebilir. Bütün vatandaşlarıma bu yeni yasama dönemi başlarken hangi partiden, kimlikten, yaşadığı coğrafyadan, nereden olursa olsun, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan en içten sevgilerimizi, saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz. Bütün vatandaşlarımızı sevgiyle, saygıyla kucaklıyoruz.

83 MİLYON OLARAK YÜREĞİMİZ AZERBAYCAN'LA

Azerbaycan; toprakları işgal altında olan bir devlet, uluslararası hukuka aykırı olarak toprakları işgal edildi. 30 yıldır bekliyor, işgal ne zaman sona erecek diye ama Ermenistan yönetimi hiç dinlemiyor. "Hayır, biz işgal ettiğimiz topraklarda kalacağız." Diyor. Ermenistan yönetimi böyle diyor, Azerbaycan yönetimi de diyor ki: "Artık işgale bizim tahammülümüz kalmadı." Ve şu anda bir çatışma var, dolayısıyla bu çatışmada 83 milyon olarak yüreğimiz Azerbaycan'la… Onları seviyoruz. Haksızlığa karşıyız. Uluslararası hukuk, Azerbaycan'ın haklı olduğunu söylüyor. O haklıysa biz de onun haklılığını desteklemek durumundayız. Bürokrat olarak 2 kez gittim Azerbaycan'a; olağanüstü hızla gelişen, büyüyen bir ülke. Dostluklarımız var, arkadaşlıklarımız var, Türkiye de yaşayan çok sayıda Azeri vatandaşımız var. Dolayısıyla birliği ve bütünlüğü koruyarak, bu işgalin sona ermesini arzu ederek ve dileyerek olayın sonlanmasını istiyoruz. Sayın Aliyev zaten bu konuda gayet açık, gayet net, anlaşılır bir mesaj verdi: "İşgal ettiğiniz topraklarımızdan çekiliniz ve özür dileyiniz. Dolayısıyla bu sorun bitmiş olsun." Ve yine çok net ve açık bir açıklama yaptı: "Bizim Ermenistan halkıyla bir sorunumuz yok ama Ermeni yönetimiyle bir sorunumuz var." Dolayısıyla sorun tümüyle yönetimden kaynaklanıyor ve bu arada sivillerin hedef alınması çok acı bir olay. Umarım uluslararası kuruluşlar, bu konuda gerekli duyarlılığı gösterirler.

DEMOKRASİ BİZİM İÇİN VAZGEÇİLMEZ BİR ALAN

Değerli arkadaşlarım; sorunların çözülmesinden, çözülmesi gerektiğinden söz ettim. Sorunlar nasıl çözülür? Demokrasi içinde çözülür. Parlamentoya nasıl geliyoruz? Seçilerek geliyoruz. Kim seçiyor? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları seçiyor. Sadece milletvekilleri değil, seçilenler sadece biz değiliz; belediye başkanları aynı şekilde seçiliyor, belediye meclis üyeleri aynı şekilde seçiliyor, efendim il genel meclis üyeleri aynı şekilde seçiliyor. Dolayısıyla demokrasi bizim için vazgeçilmez bir alan. O alanı güçlendirmemiz lazım. Yani demokrasiyi güçlendirmemiz lazım. Demokrasilerin bir başka özelliği daha var: İnsanlar düşüncelerini özgürce ifade ederler, akıllarını kullanırlar. O düşünceye katılırsınız veya katılmazsınız ama onun düşüncelerini ifade etmesine demokrasi içinde ses çıkarmazsınız. O düşüncelerini özgürce ifade edebilecek, saygı duyacaksınız. Şimdi eğer siz gazeteciyi hapse atarsanız yazı yazdı diye, farklı düşündü diye bir siyasetçiyi hapse atarsanız, bunlar doğru değildir. Bu tür eylemler ya da bu tür uygulamalar Türkiye'de demokrasinin olmadığı yönündeki inancı uluslararası arenada kuvvetlendiriyor. Zaten demokrasi yok, tek adam rejimi var. Bunu biz söylüyoruz zaten ama gönül ister ki hükümet; "Ne demek demokrasi yok? Bu ülkenin hapishanelerinde gazeteci mi var? Hayır yok" desin. Biz de deseydik ki; "Kusura bakma, gerçekten biz herhalde yanlış söyledik". Ama gazeteciler var, sivil toplum örgütü yöneticileri var, siyasetçiler var, askeri öğrenciler var. Dolayısıyla biz her koşulda demokrasiyi savunmak zorundayız.

MİTİNG SERBEST, BAROLARA KONGRE YASAK

Baroların kendi seçimlerini yapmasıyla ilgili yasak getirildi. Yasaya aykırı düzenlemeler yapılıyor. Bir akıl tutulması var. Hukukçuya, avukata, yasaya aykırı işlem yapıyorsunuz ve "ses çıkarma" diyorsunuz. Sonra da "bizim ülkemizde demokrasi var" diye meydanlarda geziyorsunuz. Miting yapacaksın serbest ama barolar kendi kongrelerini yapacaklar, "yasak efendim." Kargaları bile güldürecek bir uygulama. Dolayısıyla bunun üzerinde de durmak gerekiyor. Önümüzdeki süreçte sanıyorum barolar bu konuda ellerinden geleni yapacaklar.

SEÇİMLE GELEN SEÇİMLE GİTMELİ

Demokrasilerin bir başka özelliği de, seçimle gelenlerin seçimle gitmesidir. Seçim yapıyorsunuz, vatandaş seçiyor. Geliyorsunuz bir makama, ister belediye başkanına, ister efendim cumhurbaşkanlığı, ister milletvekilliği, ister belediye meclis üyeliği, il genel meclis üyeliği, isterseniz muhtar, seçimle geliyorsunuz. Doğal olanı nedir demokrasilerde? Seçimle gelenin, seçimle gitmesidir. Neden seçimle gelmek çok önemlidir? Çünkü meşruiyetin kaynağı halktır, halkın oyunu alarak geliyorsun. Eğer siz halkın oyunu alan bir kişiyi, halkın iradesini bir tarafa atarak, onu bulunduğu makamdan alıp yerine kayyum atıyorsanız, bir bürokratı arıyorsanız, o ülkede demokrasi yoktur arkadaşlar. Üstelik seçimle gelen belediye başkanı, daha önce aynı suçtan ya da aynı olaydan ötürü gözaltına alınmış, tutuklanmış, 7 ay hapis yatmış, sonra mahkemeye gitmiş; Anayasa Mahkemesi "yaptığınız yanlıştır" deyip bir de Türkiye Cumhuriyeti Devletine "tazminat ödeyeceksin" diye bir yükümlülük getirmişse, olay çok daha vahim boyutlardadır. Dolayısıyla değerli arkadaşlarım, seçimle gelen seçimle gitmeli. Bunu sadece yaşadığımız son olaylarla ilgili söylemiyorum. Ankara, Balıkesir, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanları da görevden alındığında aynı itirazı yaptık, aynı itirazı yaptık. Sayın Davutoğlu istifa ettiğinde de aynı itirazı yaptık, "yüzde 49,5 oy alan bir kişiyi istifa ettirtemezsin" dedik.

HAKSIZLIKLAR KARŞISINDA SUSANA "DİLSİZ ŞEYTAN" DENİR

Neden bunları söylüyoruz? Nedeni şu: Bir yerde adaletsizlik varsa, adaletin standardı olmaz. Demokrasinin de çifte standardı olmaz. Adaletsizlik kime karşı yapılmışsa, ona karşı itirazınızı, sesinizi yükselteceksiniz. Aksi halde siz vicdan sahibi bir insan değilsiniz, aksi halde sizin adalet kavramınız, evrensel adalet kavramıyla uyuşmuyor demektir. "Benim yanımdaysa serbest bırak, karşımdaysa hapse at. Bu adalettir." Aynı şeyi yapıyorlar, olmaz demokrasiler çifte standardı kabul etmez. Çifte standart adalet olmaz. Dolayısıyla, bunların üzerine hep birlikte gitmemiz lazım.

Bazen deniyor ki: "Efendim gözaltına alınanlar HDP'liler ya da başka bir partiden." Bir yerde haksızlık varsa -özellikle AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim- o haksızlık karşısında susana ne denir? Bir yerde haksızlık varsa, bir yerde insafsızlık varsa, bir yerde insanlar milletin iradesini hiç yok sayıyorlarsa ve siz ona itiraz etmiyorsanız "burada adaletsizlik var" demiyorsanız size adalet, haksızlıklar karşısında susana "dilsiz şeytan" denir. Evet "dilsiz şeytan" denir. Kime karşı yapılırsa yapılsın, varsa bir adaletsizlik üzerine gideceksiniz. "Yapma kardeşim bunu" diyeceksiniz.

Sadece bu olayda mı? Balyoz, Ergenekon olaylarını hatırlıyorsunuz değil mi? Bütün vatandaşlarım hatırlıyorlar. O dönemde yapılan haksızlıklara karşı çıktık. O dönemde bizi suçladılar. Kim haklı çıktı? Biz haklı çıktık. Peki o dönem yazarlar, çizerler, gazeteciler, komutanlar, hatta Genelkurmay Başkanı hapse atıldığında "oh oldu, iyi oldu" diyenler acaba bugün bir vicdan sorgulaması yapıyorlar mıdır? Onlara önerim, bir vicdan sorgulaması yapın.

MİLLET İTTİFAKINI NASIL DAĞITIRIZ HİNLİĞİ PEŞİNDELER

Bir kişi seçime girmek istiyorsa nasıl yapıyor? Gidiyorsunuz ister yurtdışında, ister içerde akademik eğitiminiz olsun, üniversiteleri bitirin, isterseniz ilkokul mezunu olun; gidiyorsunuz savcılığa bir dilekçe veriyorsunuz, "Ben belediye başkan adayı olacağım, ben milletvekili olacağım, il genel meclisi üyesi olacağım..." Dilekçeyi veriyorsunuz. Savcı bakıyor, sicilinize bakıyor, devletin derinliklerinde araştırıyor, "olabilirsin" diyor. Sonra gidiyor, başvuruyor. Yüksek Seçim Kurulu’na gidiyor. Yüksek Seçim Kurulu da bakıyor: "Evet, sen belediye başkanı olabilirsin" diyor. E sormak gerekiyor: 6 yıl niye beklediniz? Siz hangi gerekçeyle 6 yıl beklediniz? Bir suç neden 6 yıl bekler? Papazı bir günde bırakıyorsun, bir günde papazı bırakıyorsun. Niye 6 yıl beklediniz?

"Acaba biz Millet İttifakını nasıl dağıtırız?" Böyle bir hinliğin peşindeler ama bu ülkenin sağduyusuna güveniyorum. İnsanlarımızın ferasetine güveniyorum. Haklı ile haksızı ayıracaktır bizim insanımız. Ne yaparlarsa yapsınlar "ne doğrudur, ne eğridir" görecekler. Rahmetli babamın söylediğini hiç unutmadım: "Sen doğru dur, eğri belasını bulur." Doğru olmaya devam edeceğim.

DEVLET YALAN SÖYLER Mİ!

Tabii zor bir süreçten geçiyoruz, pandemi sürecinden geçiyoruz. Gerçekten de bu süreçte sağlıkçılarımız tarih yazdılar. Günün 24 saati çalıştılar, evlerine bile gidemediler, küçük çocuklarını görüp sevemediler ama "bir canı kurtarabilir miyiz?" diye 24 saat gerektiğinde çalıştılar. Türk Tabipler Birliği bir şey yaptı, "Rakamları kamuoyuna yanlış açıklıyorsunuz" dedi. "Doğruyu açıklayın" dedi. Vay sen misin "doğruyu açıkla" diyen? Türk Tabipler Birliği'ne her türlü eleştiriyi yaptılar hakarete varacak boyutlarda. Sonra ortaya çıktı ki, gerçekten de Sağlık Bakanı doğruları millete söylemiyor. Şimdi ben, bizi dinleyen bütün vatandaşlarıma seslenmek isterim: Devlet yalan söyler mi! Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sözcüsü olacak pozisyondaki bir kişi, Türkiye ve dünyaya yalan söyler mi? Asıl üzerinde durmamız gereken nokta bu. Devletin bir itibarı var, bir saygınlığı var. Gerekirse hiçbir bilgi vermezseniz, "biz bilgi vermiyoruz dersiniz" eyvallah ama bilgi veriyorsanız doğruyu söyleyeceksiniz. Doğruyu söyleyemiyorsanız, dünyada alay konusu olursunuz. Bunlar zaten böyledir ve Türkiye'nin geldiği nokta da budur.

Çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetti. Sağlıkçılar vardı, akademisyenler vardı, yazarlar vardı, yaşlılarımız vardı, orta yaşlılarımız vardı, çocuklarımız vardı... Hemen hemen her kesimden insanlar hayatlarını kaybettiler. Hepsine Allah'tan rahmet diliyoruz, yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Hepimizin ortak derdi, ortak tasası. Bu süreçte değerli bir bilim insanı yaşamını yitirdi Korona'dan ötürü; Profesör Doktor Hasan Onat, ilahiyat konusunda sadece Türkiye'de değil, dünyada da önemli isimlerden birisiydi. Hani söyler ya Sevgili Peygamberimiz: "Alimin ölümü, alemin ölümü gibidir" diye. Gerçekten de ilahiyat konusunda Türkiye'de ve dünyada saygın isimlerden birisiydi. Arkadaşları ölümünden sonra bir açıklama yaptılar. O açıklamayı okumak benim vicdani sorumluluğum içindedir. Şöyle diyorlar:  "Haksızlıklara karşı dik duruşu ve eleştirel bakışı, cesareti, nezaketi, kibarlığı, cömertliği, beyefendiliği ve güler yüzüyle herkesin takdirini ve beğenisini kazanmıştı. Onun düşünce sisteminin merkezinde insan vardı. Din, insan içindi ve insanın insanlığını gerçekleştirmekte bir araçtır. Hangi mezhep ve meşrepten, hangi siyasi görüş ve anlayıştan olursa olsun, ayrım yapmaksızın herkese karşı sevgi besleyen ve saygı gösteren bir güzel insandı. O güzel insana Allah'tan rahmet diliyoruz."

SALGIN DÖNEMİNDE 700 BİNE YAKIN DÜKKAN KAPATILDI

Değerli arkadaşlarım; bugün "konuşmamın ağırlığını esnafa vereceğim" dedim. Esnafı genellikle orta direk olarak tanımlarız; evin direği gibi, çadırdaki orta direk gibi yıkılmasın diye... Devletin de orta direği. Orta gelir sahiplerinin yaygınlığı, coğrafyanın hemen hemen her tarafına dağılması, vatandaşın doğrudan gerekirse günün 24 saati ilişki içinde olduğu gruptur orta direk; "esnaf" dediğimiz budur. Dolayısıyla esnafın bir başka özelliği daha var: Esnaf, Ahi Evran geleneğinden gelen kişidir. Dolayısıyla Ahilik Ocağını yaşatan, Ahilik Ocağının kurallarına uyan kişidir esnaf. Esnafı böyle görürüz. Çocukken de ilk karşılaştığımız, ilk alışveriş yaptığımız da mahallemizin bakkalıdır yani esnaftır. Bize sevgiyle, saygıyla ne alacağımızı, neler yapacağımızı söyler. Gelirimiz yoksa açar defterini, istediğimizi verir ve defterine kaydını yapar. Alacağımız o defterde, borcumuzu o defterde kayıtlıdır. Dolayısıyla Ahilik geleneğinin getirdiği, bu güzel kültürün getirdiği, her şeyi yaşatır ve yüzyıllardır bu geleneği yaşatıyor. Ve onlar şöyle bir gelenekten geliyorlar: "Her sabah besmele ile açılır dükkanımız, Ahi Evran'dır dâhi pirimiz, üstadımız." Evet, doğrudur. Yüzyıllardır besmeleyle her sabah dükkanlarını açarlar.

Salgın döneminde ne oldu? Salgın döneminde esnafa dediler ki: "Dükkanı kapatacaksınız." 700 bine yakın dükkan kapatıldı. Kapatıldı da ne oldu? Bunun üzerine CHP Genel Başkanı olarak çıktım, bir basın toplantısı yaptım. Dükkanların kapatılması doğru muydu? Doğruydu. Pandemi ile bir mücadele mi? Evet, pandemi ile bir mücadele. İnsan hayatı değerli mi? Evet, insan hayatı her şeyden daha değerlidir. Dükkanı kapatıyorsan, sosyal devlet olarak bir şey yapman lazım senin. Kişinin yaşamını korurken, onun yaşamını sürdürebilecek mali olanakları da ona sağlamak zorundadır. Yoksa "sosyal devlet" dediğimiz bir devlet olmaz zaten.

Ne dedik?

-Hemen bir sicil affı çıkar. Esnaf bankadan kredi alacaksa rahatlıkla gidip alsın. Şu ana kadar çıkarılmadı.

-Esnafın işyeri kiralarını 3 ay süreyle sosyal devlet ödesin. Dükkanı kapattın, nereden gelir elde edecek kira ödemek için?

-Esnaf için stopaj vergisini kaldır. Aslında stopaj vergisi vergisinin esnafla ilgisi yok. Dükkan sahibi ile ilgili, gayrimenkul sahibiyle ilgili ama gayrimenkul sahibi diyor ki: "Ben stopaj mıtopaj anlamam kardeşim, bunu da ödeyeceksin." Böylece esnaf zorunlu olarak gayrimenkul sahibinin vergisini de ödüyor. "Bunu kaldırın" dedik.

-Bankalara olan borcu var esnafın, 1 yıl süreyle faizsiz erteleyin. Bir yıl süreyle, faizini de devlet ödesin ne olacak? Dükkanı kapatmışsın, adam perişan vaziyette zaten.

-"Esnafın elektrik, su ve doğalgaz faturalarını ödenmesine devlet destek versin" dedik. Bunların hiçbirisi olmadı, yapmadılar.

ANKARA, İSTANBUL VE İZMİR'DE 35 BİNE YAKIN ESNAF KEPENK İNDİRDİ

Değerli arkadaşlarım bunları yapmadılar ama her türlü zammı yaptılar, her türlü zammı... Elektriğe de, doğalgaza da, her şeye de bu zamlar insafsızca yapıldı. Mesela elektriğe yüzde 32, doğalgaza yüzde 34 son bir yılda zam geldi. Oysa doğalgaz bütün dünyada düşüyor fiyatlar ama bize zam geldi.

Esnafın sorgulaması lazım. Esnafın da artık uyanması lazım. Kim kendisine sahip çıkıyor, kim kendisine sahip çıkıyormuş gibi yapıyor, onu da esnafın öğrenmesi lazım. Türkiye Esnaf Sanatkarlar Konfederasyonu verilerine göre 1 milyon 956 bin esnafımız var, 1 milyon 956 bin esnafımız var. Son 8 ayda Ankara, İstanbul ve İzmir'de, sadece 3 yerde 35 bine yakın esnaf dükkanını kapattı, kepenk indirdi. Sadece 3 ilde 35 bin... Geçtiğimiz haziran ayında 7 bin 222 işyeri kapandı sadece bir ayda. Bu son 5 yılın bütün haziran aylarındaki veriden daha yüksek. Pandeminin etkisini burada da görüyoruz.

TÜİK, yani Türkiye İstatistik Kurumuna, devletin verilerine bakalım: Onlara göre de 2 milyon 616 bin esnafımız var geçen yıl. Bu yıl Mayıs 2020 itibariyle 2 milyon 281 bin rakamına düştü, yani sayı azaldı. Toplam Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 335 bin esnaf dükkanını kapattı, devletin resmi rakamı. Birleşik Esnaf Derneği başkanıyla konuştu arkadaşlar. Başkan şöyle söylüyor: "Birçok arkadaşımız batmak üzere. Devletten bu dönemde hiçbir destek görmedik. Tek verdikleri, kredi desteği. Bu esnafı kurtarmaz. Tam tersine borçlandırıyor. Geçen yıl 414 bin 997 esnaf kepenk kapattı. Bu yıl pandeminin de etkisiyle daha da artacak. Bakın kahveciler iş yapamıyor, lokantalar iş yapamıyor. Bizim mutlaka kira desteğine ihtiyacımız var ve kira stopajının da kaldırılmasını istiyoruz." Başkanın talebini dile getiriyoruz, bütün esnaflar adına dile getiriyoruz.

YANLIŞ POLİTİKALAR TÜRKİYE'Yİ BU NOKTAYA GETİRDİ

Söylediklerinin tamamı doğrudur. Eksiği var, fazlası yok. Değerli arkadaşlarım esnaf diyoruz ama esnafla beraber esnaf saydığımız ama dükkanı olmayan pazarcılar var, manavlar var, 500 bin kağıt toplayıcısı var, 30 bin simitçi var. Simit satarak ailesini geçindiriyor. 10 bin çiçekçi var. 1 milyon ev işçisi var. Evlere temizliğe giden veya iş yerleri temizliğe giden 1 milyon kişi var. Bunlarla ilgili ne yapıldı? Ne yapıldı bunlarla ilgili?

Buhranın acı sonu, bir ekonomik buhran yaşıyoruz, doğrudur. Yanlış politikalar Türkiye'yi bu noktaya getirdi. Yıllardır uyarıyoruz, "yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz" dedik. Her seferinde bildiklerini okudular.

ESNAF KARDEŞLERİME SESLENİYORUM: SARAY SİZİN SESİNİZİ DUYUYOR MU?

Gaziantep'in Şahinbey İlçesinde 5 çocuk babası marangoz Şahin, soyadını söylemiyorum. Banka kredisini ödeyemediği için 12 Haziran'da dükkanında kendisini asarak intihar etti. Dükkanı ise daha sonra satılığa çıkarıldı. Erdoğan bunları biliyor mu acaba? Damat bunları biliyor mu acaba? Bakanlar bunları biliyorlar mı acaba? Yayın yasağı getiriyorlar, vatandaş öğrenmesin diye.

Aydın; Esnaf Kenan Bey, Kenan K, evli ve iki çocuk sahibi, 27 Mart'ta kendini evde asarak intihar ediyor. İntihar etmeden önce eşine attığı veda mesajında maddi sıkıntılar nedeniyle intihar ettiğini söylüyor.

Aydın Nazilli'de, 49 yaşında, perdecilik yapan Halis, 5 Aralık'ta kendini asarak intihar ediyor. Cebindeki mektupta bankalara ve kişilere olan borçları nedeniyle canına kıydığını yazıyordu.

Erzincan'da Yavuz adında bir arkadaşımız, Erzincan Belediyesine ait mesire alanının önünde Kurban Bayramının ilk günü mısır satmak isterken, belediye yetkililerinin talimatıyla tezgahına el konuluyor. Seyyar satıcı kendisini yakıyor. Bir ay hastanede kalıyor, 28 Ağustos'ta hayatını kaybediyor.

Bunlar esnaf...

Bütün esnaf kardeşlerime sesleniyorum: Saray sizin sesinizi duyuyor mu? Sosyete damat sizin sesinizi duyuyor mu? Bakanlar sizin sesinizi duyuyor mu? Kahvecilerle ilgili bir şey söyledim, kıyamet koptu: "Vay bunu nasıl söylersin? Vay sen kağıt oynamasını biliyor musun?" diye. Bir daha söylüyorum: Bütün garibanların, bütün esnafın, bütün sokak satıcılarının, alın teri ile gelir elde edip çoluğuna çocuğuna nafaka götürenlerin sözcüsüyüm, temsilcisiyim ve olmaya da devam edeceğim.

81 İLE MİLLETVEKİLLERİMİZİ GÖNDERDİK, ESNAFI DİNLEDİK

Bir şeyi anlatırken, sorunu bilmemiz lazım. Hep söylerim ya, sorunu yaşayanları dinlemezsen, nasıl çözeceksin? Önce sorunu yaşayanı bir dinlememiz gerekir. Bütün milletvekili arkadaşlarımı görevlendirdim, Cumhuriyet Halk Partili bütün milletvekillerini görevlendirdik. Dedik ki: "İllere dağılacaksınız. Dükkan sahibi, esnaf, oda, vesaire hepsiyle görüşün. Sorunları nedir? Bir rapor yazın ve raporu Genel Merkeze gönderin.” 81 ile biz milletvekili gönderdik ama saray lütfedip üç tane esnafı çağırıp dinlemedi bile, dinlemedi bile. Bakın "çağırıp" diyorum, zaten gitmez esnafın ayağına ama biz bütün milletvekillerimizi esnafın ayağına gönderdik. Dinleyin bakalım dertleri ne? Ne istiyor esnaf arkadaşlarımız? Bunu da cumhuriyet tarihinde yapan başka bir parti de yoktur, onu da söyleyeyim. Biz halkın partisi isek, halktan yana eğer politika üretiyorsak, herkesin ayağına gidip sorunu yaşayanların sorununu dinleyeceğiz, sonra da çözümümüzü üreteceğiz.

Kırtasiyeciler… 30 bin esnafımız var, kitap ve kırtasiyede 30 bin esnafımız var. Bir kırtasiyeci aynen şunu söylüyor: “Bütün bir yıl içinde satışımızın yüzde 40'ını okulların açıldığı ayda yapıyoruz. Şimdi okullar açılmadı, allar elimizde kaldı, perişanız" diyor.

Bir başka esnafımız Trabzon'dan: "60 yıldır esnaflık yapıyorum" diyor. "İşler o kadar kötü ki, geçmiş ile kıyas kabul edilemez. Böylesi kötü bir dönemi 60 yıldır görmedim" diyor. Bu esnaf kardeşime sormak isterim: 18 yıldır bu ülkeyi kim yönetiyor? 18 yılda Türkiye'yi bu noktaya kim getirdi? Eğer bunu da sorgularsan, o zaman doğruyu kesin bulursun.

Okul kitapçısı; "Öğrenci yoksa biz de yokuz. Satışlarımız yüzde 80-85 oranında düştü. Kira, elektrik, su faturalarını karşılamakta zorlanıyoruz. Eleman çıkartmak zorunda kaldık. Ben astım hastasıyım. Yüksek risk gurubu olmama rağmen, mecburen dükkanı açık tutmak için geliyorum" diyor.

Fotokopici yine İstanbul'dan; "İş kalmadı, yüzde 90 düştü. Öğrenci olmayınca fotokopi de olmuyor. Eleman çıkarmak yasak, ücretsiz izne çıkardık mecburen. SGK, vergi en az 6 ay hiç alınmasın" diyor bizden. "Kira yardımı da biraz yapılırsa ayakta kalırız. Yoksa dükkanı açık tutmamız imkansız..."

Okullarda kantin işletenler… Devlet okullarında 30 bin, üniversite ve yurtları da aldığımız zaman 50 bin kantin açık, 50 bin kantinimiz var Türkiye genelinde açılması gereken ve buralarda çalışan kişi sayısı da 300 bin. 300 bin kişi kantinden geçiniyor. Kantin sahibi şunu söylüyor: "Normal dönemde yani pandemi olsun olmasın normal dönemde zaten biz 180 gün, yani 6 ay çalışıyoruz. 6 ay daha okullar açılmazsa mahvoluruz." Bir başkası; "Okullar kapalı ama kantin kiralarına zamlar devam ediyor. Bazı kantin kiraların da yüzde 100'ün üzerinde fahiş kira artışları yapılmıştır." Kapalı adam zaten, kirayı ödeyemiyor, sen yüzde yüz bir de zam yapıyorsun. "Kantindeki raftaki ürünlerin son kullanma tarihleri doldu" diyor. "Bunlar bizim elimizde kaldı" diyor. "Bu zararı kim ödeyecek? En azından okullar kapalıyken bari kire almayın bizden..."

Okul kıyafeti satanlar; Amasya'dan birisi, bir esnafımız: "Okullar açılmazsa kıyafetleri satın aldığınız yerlere iade şansınız yok. Aldık taksitle, borç da ödeyeceğiz, taksitle ödeyeceğiz. Almazsak ne olacak? Götürüp iade de edemiyoruz bunları."

Bolu'dan bir esnafımız; "Ben 30 yıldır devletime vergi veriyorum. Bana 3 ay bakamadı." Daha önce de bir başka esnaf arkadaşımız; "40 yıldır ben bu devlete vergi veriyorum, bana 40 gün bile bakamadı" demişti.

Bir başka esnafımız; “Gelirimiz olmayınca evin elektrik, su, kira, ısıtma paralarını ödeyemez noktaya geldik."

Bir milletvekili arkadaşımız Manisa'nın ilçelerini gezerken Demirci esnafına da uğruyor. Raporunda aynen şöyle yazıyor; "Dükkanından içeri girdiğimiz 100'e yakın esnaftan BAĞ-KUR primini ödeyen sadece bir esnafla karşılaştık. 100'e yakın esnaftan, sosyal güvenlik primini sadece birisi ödeyebilmiş, diğerleri ödeyememiş.”

Servisçiler var, 200 bini aşkın servisçi var. Her serviste bir servis rehber görevlisi, bir de şoför var. Toplam 400 bin kişiye istihdam sağlıyor, 400 bin kişi servisten geçiniyor. Servisçilerin ortak söylediği şey; "Dünyanın en pahalı akaryakıtını kullanıyoruz." Doğru mu? Doğru. Bayburtlu bir servisçi arkadaş şunu söylüyor; "Eğitimin yüzde 90'ı taşımalı eğitim, 6 aydır iş yok." Diyarbakır'dan; "Okul servis güzergah ücreti yılda bir kez belediyelerce alınıyor. Türkiye'de en yüksek ödeme Diyarbakır'da, 800 lira ile bin 40 lira arasında.” Niye Diyarbakır'da en yüksek servis ücretini alıyorlar, güzergah ücretini alıyorlar? Kayyum herhalde bunu yapıyor, indirmesi lazım. Muğla'dan; "Okul servis aracı almıştık, taksitlerini ödeyemez noktaya geldik." Nasıl taksit ödesin ki? Yozgat'tan; "Bütün sıkıntılar ortadayken, araç muayene fiyatları da insafsızca artırıldı. Muayene yaptırmazsak, dünyanın cezasını yiyeceğiz" diyor esnaf. Yok geliri yok. Yasakladın zaten, bir de araç muayene fiyatlarını olağanüstü artırdı. Bu süreçte araç değiştirme zorunluluğu olanlar var, yaşı geldiği için aracı değiştirmesi lazım. Servisçiler diyorlar ki: "Bizi en azından bu sürede bundan muaf tutun." "31 bin lira araç yenileme kredisi aldım, 36 ay ertelemek istedim, çünkü bunu ödeyemiyorum; 18 bin lira faiz istediler benden" diyor. Nasıl ödeyecek? Tefeci gibi... "İhale sonucu verilen teminat mektuplarımız var" diyor. "İhaleye girdik, ihale teminat mektubu verdik. Mücbir sebep sayılsın bu en azından pandemi, bu teminat mektuplarını iade edin" diyorlar. "Biz bankalara boşu boşuna para ödemeyelim." "Okullar kapalı olduğu için yeni kayıt da alamıyoruz" diyorlar. Servisçiler Odası Başkanı Orta Anadolu'dan şöyle diyor: "Gelir elde edilmedi, kredi çekildi. Bu da tüketildi. Artık bankalar esnafa kredi veremeyecek duruma geldi. Kaldı ki esnaf ve sanatkarlar kredi alamayacak durumda. Komşudan, aileden borç alındı ve artık onlar da bırakın borç vermeyi, servisçi esnafına kimse selam dahi vermek istemiyor." O da onların derdi.

Taksi, dolmuş ve otobüsçüler, onların da dertleri var. "Dünyanın en pahalı mazotunu kullanıyoruz" diyorlar. "Bırakın gelir elde etmeyi, mazot parasını bile karşılayamıyoruz. Koltuk sayısını yüzde 50'ye düşürdüler" diyor. "Yolcu taşıma hakkı düşürüldü. Bu bizi kurtarmıyor" diyorlar. Dolayısıyla boş bırakılan koltuğa, zorunlu olarak boş bırakılan koltuğun bari fiyatının yarısını ödesinler bize, hiç değilse mazot parasını karşılamış olalım."

Kahvehane, kıraathane, kuaför, berber, restoran ve kafe işletenler… Türkiye'de 130 bin kahve, kıraathane, çay ocağı var. Bu 130 bin iş yerinde 400 bin kişi çalışıyor, 400 bin kişi. Kahveci esnafının yüzde 70'i borçlu olduğu için uygun fiyatlarla sağlanan krediyle alamamış. Diyorlar ki: "Hijyen kurallarına uygun olarak, sağlık koşullarına da biz dikkat edeceğiz, taş ve kağıt oyunlarını serbest bırakın" diyorlar. "Efendim bu olmaz, hijyen kurallarına uymazsınız…” Diyorlar ki; "O zaman kağıt parayı da yasaklayın, o da kullanılmasın." Haklılar mı? Haklılar.

Özellikle üniversiteler kapalı, üniversite çevresindeki esnaf zor durumda. Gidin, Eskişehir'e bakın. 81 ile gidin, bakın; bütün esnaf zor durumda. İşletmelerin de büyük bir kısmı kapalı.

Okul yemekhanelerinde çalıştıranlar var. 15 Mart'tan bu yana kapalı ve hizmet veremiyorlar. Dürümcü, Balıkesir'den bir dürümcü, milletvekillerimize şunu söylüyor: "Bakın saat 13:40 bu saat itibariyle sadece iki sipariş gönderimi yaptık, sadece 2 sipariş gönderimi, yüzde 80 ciro kaybımız var. Personel sayısını 6'dan 2'ye düşürdük" diyor.

Değerli arkadaşlarım; Konya, orada da üniversite var. 130 bin üniversite öğrencisi, 50 bin diğer öğrenciler var. "Ağırlıklı olarak öğrencilere hitap eden Bosna bölgesi, Konya'daki Bosna bölgesindeki ticaret neredeyse tamamıyla durdu. İş yerleri arka arkaya kapatmaktadır" diyor esnafımız.

Özel öğrenci yurtları var. Buralarda çalışanlar: "Kapalı, gelir elde edemiyoruz ama çalışan var, bari hiç değilse sosyal güvenlik primlerini devlet ödesin" diyorlar. Kilis'te bir vatandaş kendi binasını devlete vermiş, yurt olmak üzere kullanıyor devlet. Ama "3 aydır kiramı alamadım" diyor. Nasıl bir devlet anlayışı? Neyin nesidir? Adamdan yurdu alıyorsunuz, öğrenci kalacak. Öğrenci kalmıyor diye kirayı vermiyorsunuz. O zaman diğerinin de parasını öde bunun kirasını vermiyorsa.

Özel yurtlarda yemekhane, çamaşırhane, temizlik ve güvenlik hizmetlerinde çalışanlar gerçekten mağdur vaziyetteler. "En azından yatak başına mütevazı da olsa bir destek olsun" diyorlar.

Manisa'nın yine Demirci İlçesi’nde 40 yıldır faaliyette bulunan eğitim fakültesi ve meslek yüksek okulu kapalı. 2 bin 500 öğrenci, Demirci esnafının can damarı. Bunu söyleyen oradaki yetkili esnaf arkadaşımız. "Yurt, pansiyon işletmecileri, kantin, kafeterya, kahvehane işletmecileri, servisçiler, lokantalar, bakkallar, berberler, kuaförler, tüm esnaf mağdur" diyor. Evet, tüm esnaf mağdur. Okullarda yemek ve temizlik ve güvenlik hizmeti verenler, "Ankara'dan kapılarımızda kilit vurduk" diyor. "Derdimizi arayan da yok, soran da yok. İyi ki siz geldiniz, bari size anlatalım" demiş buradaki esnafımız.

DEVLET ŞANTAJ YAPAR MI, DEVLET HAYDUTLUK YAPAR MI?

Devlete mal satan medikal firmalar; devlete mal satmış, diyorlar ki: "Tıbbi malzeme verdik devlete, 15 aydır bizim paramız ödenmiyor. 15 aydır bu firmalar fatura kestiler, KDV ödediler, vergi ödediler, sosyal güvenlik primlerini ödediler, aralarında sözleşme var. Sözleşmeye göre 150 gün içinde bu paranın ödenmesi gerekiyor, en geç 150 gün içinde. Bırakın 150 günü, tam 450 gündür bizim paramız ödenmiyor." 450 gün ve yine şunu söylüyorlar. "Şimdi bize resmi bir yazı yazmışlar: 'Efendim yüzde 25 fiyatı düşürün, alacağınızı düşürün, paranızı ödeyelim yoksa paranızı ödemeyeceğiz' diyorlar." Devlete bakın yahu. Devlet şantaj yapar mı? Devlet haydutluk yapar mı? "Fatura kes" dedin, kesmiş. Onun üzerinden vergi ödemiş. Vergisini alıyorsun, primini alıyorsun, KDV'sini alıyorsun, e diyorsun ki bir de ayrıca: "Faturadan yüzde 25 ayrıca düşeceksin." Yahu senin yardım yapman lazım.

Değerli arkadaşlarım; sorunlar çok. Çözüm? Bütün esnaf arkadaşlarım dikkatle dinlesinler. Biz ne istiyoruz? Bu taleplerin tamamen arkasında duracağız, tamamen.

ESNAFIMIZ İÇİN 17 TALEP

1) Diyorlar ki: "Derdimizi anlatacak bir yetkili yoktu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde. Yani bakanlar, bakanlıklar, cumhurbaşkanlığı, genel müdürlükler, bir yetkili bulamıyoruz derdimizi anlatacak. Ne olursunuz bir Esnaf Bakanlığı kurulsun da, hiç değilse devletle muhatap olacak bir makam olsun." Onlara şunu söyledim: "Bizim seçim bildirgemizde, CHP'nin iktidarında Esnaf Bakanlığı olacak. Kesinlikle esnaf için bir bakanlık inşa edeceğiz."

2) Mutlaka sicil affı çıkmalı. Evet, sicil affı çıkmalı. Yeniden grup başkan vekili arkadaşlarıma söylüyorum: Yeniden kanun teklifini hazırlayın, sicil affını çıkaralım. Sicil affının çıkması lazım.

3) Alınan krediler var, doğru. Kamu bankalarından kredi alındı, doğru. Dükkan kapalı, şimdi ödemeler başlayacak. Faiz de bindi, nasıl ödeyecek? Esnaf diyor ki: "Benim ödeyeceğine tarzda taksitlendirin, benden ayrıca faiz almayın." Doğrudur. Gelir elde etmedi ki faizi alıyorsun ondan. Eğer sosyal devletsen, onu koruyacaksın. Zaten parayı bedava vermedin. Parayı geri istiyorsun zaten, ya bari faizini alma...

Bir esnaf şöyle söylüyor, diyor ki: "Nefes kredisi aldık. Aksi halde nefes kredisini geri öderken nefesimiz kesilecek" diyor. "Bize nefes kredisi verdiler, şimdi faiz ile parayı geri istiyorlar. Bizim nefesimiz kesilecek" diyor.

4) "Stopajı kaldırın" diyorlar. "Başımıza bela. Emlak sahibi orada duruyor. Gayrimenkulün kaçacağı yok. Kira bedelini alıyorsan, ben zaten ödüyorum. O da gelsin kirasını beyan etsin, vergisini al kardeşim, benim sırtıma niye yıkıyorsun?" diyor. Bunu da kaldıracağız, bu konuda da bir kanun teklifi hazırlayalım.

5) "Zincir mağazalarla ilgili düzenleme yapın" diyorlar. "AVM'ler, en azından haftanın bir günü kapansın." Bakın bir esnafın söylediği; bütün esnaf kardeşlerim de dikkatle dinlesinler. Esnafı koruyacak bir yasanın acilen çıkarılması gerekiyor. A101, BİM, ŞOK gibi zincir mağazalar, turşu sezonunda kavanoz satıyor, okul sezonunda kırtasiye satıyor, kış gelince bot satıyor. Esnafın bunlarla mücadele etmesi mümkün değil. Çekini, senedini, kredi kartını ödeyebilen esnaf yok. Esnafın sicili bozuk. Esnafın sicili, arabasını yenilemek ya da yazlık almak için çektiği krediler nedeniyle değil, işini sürdürebilmek için, vergisini, primini ödeyebilmek için bozuldu esnafın sicili diyor. Doğru mu? Evet, doğru. Bu esnafa saygı duymak lazım.

6) Esnafın dükkanı kapattınız, onu da gönderdik, sosyal güvenlik primlerini en azından devlet ödesin. Esnaf, sağlık sosyal güvenlik primlerini yatırmazsa, sağlık sisteminden de yararlanamıyor. Böylesine bir de garip tablo var. Dükkanını kapattın, gelirini elinden aldı, primini ödeyemedi. Bir de diyor ki: "Sen sağlıktan da yararlanamazsın." O zaman çek silahı, vur kardeşim; bir o kaldı zaten.

7) Esnafa en azından bu süreçte insafsızca ceza yazmaktan vazgeçilmeli. Ceza yazıyorlar esnafa. İstanbul'dan bir kahvehane sahibi: "Cumhurbaşkanı miting yapıyor, milletvekilleri düğün yapıyor, ceza yok ve bizlere ceza kesiliyor." Niçin? Bu siyasi iktidar, saray iktidarı seni ikinci sınıf vatandaş gördüğü için.

8) Devlet esnafa zorla devlete borç verir hale getirmemeli. Ben de az önce bir yurt örneği vermiştim. Binasını vermiş, yurt olarak kullanıyor devlet, 3 ay geçmiş kirasını ödemiyor. Veya tıbbi malzeme satmış, aradan geçmiş 15 ay, hâlâ vermiyor. Devlete borç veriyor, kendisi zor durumda. Devletin ödemesi gerekirken, devlet borcunu ödemiyor, "bunu ödesin" diyor.

9) Gerekli hijyen ve sağlık koşullarının sağlanması şartıyla, kahvehanelerde taş ve kağıt oyunlarının oynanmasına izin verilmeli.

10) Kısa çalışma ödeneği konusunda küçük esnafın yanında çalışanların sorunları çözülmeli.

11) Kamu kuruluşlarına ait işyerlerinde çalışan esnaftan, en azından dükkanın kapalı olduğu dönemde kira alınmamalı. E doğru; dükkanı kapattın, işyeri de devlete ait... Kira alma kardeşim, kira alma.

12) Ertelenen vergi ve stopaj primleri ekim, kasım, aralık aylarında çift ödemeye dönüşecek. Onları ertelediler, faizle ertelediler, şimdi çifti ödemeye dönüştü. "Bunu nasıl ödeyeceğiz" diyor, bu sorun çözülmedi.

13) "Çok zor durumdayız. Bari icra işlemleri nefes alıncaya kadar durdurulsun" diyor bir esnafımız. Esnaf bu süreçte icra memurlarının baskısından kurtarılmalı..

14) Kantinci esnafının ayakta kalması için 1 yıl süreyle devlet okul kantinlerinde kira almamalı. Evet kira almamalı; bu kantinciler çocuklarımıza da bakıyor zaten.

15) Servis işletmecilerinden, ihale için alınan teminat mektupları iptal edilmeli veya geri verilmeli.

16) 6 milyon sokak esnafının güvencesiz ve kayıt dışı olarak çalışmasının önüne geçilmeli.

17) Pandemi boyunca zarara uğrayan esnafa kira desteği verilmeli.

ESNAFA PARA VERİP VERMEMEK BİR SİYASİ TERCİHTİR

17 maddeyi saydım arkadaşlar, bütün esnaf kardeşlerime. Şimdi içlerinden Ak Parti'ye oy veren bazı vatandaşlar, esnaf kardeşlerimiz diyecek ki; "Bilmiyor musun Türkiye'nin durumunu, para yok. Yani para olsa bu hükümet zaten verecek esnafa. İmkanı yok bu hükümetin; imkanı olmadığı için parayı vermiyor" diyecektir ve öyle düşünecektir. Esnaf kardeşlerime söyleyeyim: Türkiye'de para var ve Türkiye büyük bir ülke. Türkiye güçlü bir ülke. Diyeceksiniz ki: "Nerede para var?" Bir şeyi söylerken onun mutlaka belgesini, rakamını vermek zorundasınız. Esnafa para verip vermemek bir siyasi tercihtir, önce onun altını çizelim. Bu bir siyasi tercihtir. Esnafa mı verelim, sanayiciye mi verelim, işsize mi verelim, tefeciye mi verelim? Bu bir siyasi tercihtir. Siyasi tercihinizi koyarsınız, ona göre parayı, bütçe kaynaklarını o siyasi tercihe göre dağıtırsınız.

8 AYDA KULLANDIKLARI PARA: 1 TRİLYON 576 MİLYAR 748 MİLYON LİRA

Peki, Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos... 8 ayda saray hükûmeti ne kadar para kullandı? Ne kadar para kullandı? Sayıyorum:

-510 milyar 418 milyon vergi topladık. Yani bu "zor bir dönemde" diyorlar ya, 510 milyar lira vergi topladı, vatandaştan aldı.

-26 milyar 400 milyon lira yurtdışından borç aldı.

-389 milyar 790 milyon lira yurt içinden borçlandı; Türkiye'deki vatandaşlardan, bankalardan borçlandı, tefecilerden borçlandı.

-Merkez Bankası'nın 44 milyar 460 milyon liralık kârını Hazine'ye aldı. Merkez Bankası'nın kârını Hazine'ye transfer etti, 44 milyar lira.

-Yetmedi, Merkez Bankası'na ayrıca 66 milyar liralık para bastırdı. "Karşılıksız bas parayı" dedi, 66 milyar liralık da para bastı.

-O da yetmedi, Merkez Bankası'nın kasasında olan bu 8 ayda 73 milyar 878 milyon doları, yani Türk Lirasına çevirsek 539 milyar 679 milyon lirayı döviz satarak onu da aldı.

Kullandığı para 1 trilyon 576 milyar 748 milyon lira. Bu kadar parayı kullandın.

IBAN DAHİL VERDİKLERİ DESTEK: 8 MİLYAR 233 MİLYON 833 LİRA

Değerli arkadaşlar; esnaf kardeşlerim sorsunlar. 1 trilyon 576 milyar liralık bir para kullandın 8 ayda, 8 ayda. Peki ilk 8 ayında bizim anladığımız destek, yani karşılıksız para ne kadar verildi? Sadece 6 milyar lira 263 milyon 594 lira. 1 trilyon 576 milyar lira para kullanıyorsunuz, esnaf dahil olmak üzere esnafa zaten bir şey vermediler. Yani gariban vatandaş da dahil olmak üzere bütçeden karşılıksız çıkan para, faizsiz çıkan vatandaşa verilen para 6 milyar 263 milyon 594 lira bütçeden çıkan.

Bir şey daha yaptılar onu da söyleyeyim: IBAN açtılar. Vatandaşa devlet dilencilik yaptı; açtı avucunu "ne olursunuz bana para verin" dedi. IBAN'da para toplandı. Ne kadar? 1 milyar 960 milyon 239 bin lira da IBAN'dan para, vatandaştan, bankalardan, şuradan, buradan para geldi. Dolayısıyla IBAN dahil olmak üzere, bütçe de dahil olmak üzere, vatandaşa karşılıksız verilen para 8 milyar 233 milyon 833 bin lira değerli arkadaşlarım.

ESNAFA BİR KURUŞ VERMEDİ, TEFECİLERE 91 MİLYAR LİRA VERDİ

Diyeceksiniz ki: Erdoğan başka rakam açıklıyor. Doğru. Dilin kemiği yok ki, at atabilirsen. "Efendimiz işsizlere verdik." Kimin parasını verdin? İşçinin parasıydı o zaten. İşçinin kumbarasından aldın. Birikti orada işsizlik sigortası fonu; alıyorsun, onu veriyorsun. Bütçeden? Bütçeden bir şey yok. "Bankalardan kredi verdik size." Bedava mı verdin krediyi, faiziyle verdin kardeşim. Faizle alınan kredi yardım mı olur? Hani krediyi alırsın, "faizini ben ödüyorum" dersin, bunu ben anlarım. Hatta "bankadan alınan kredinin tamamını ben bütçeden karşılıyorum. Helali hoş olsun; al, çoluk çocuğunun geçimini sağla, hayat standardını düşmesin" diyorsan ben onu anlarım. Ayrıca teşekkür de ederim. Bunlar da yok. Borç veriyorsun faiziyle beraber, "ben sana yardım yaptım." Ne yardımı kardeşim?

Başka? "Efendim vergilerinizi erteledik." Bunu da dahil ediyorlar. Faiziyle erteledin kardeşim; faiziyle ben bu parayı zaten sana ödeyeceğim. Bakın 8 ayda 1 trilyon 576 milyar 780 milyon lira para kullanan bir hükümetin esnafa verdiği tek kuruş yok. Esnafa verdiği tek kuruş yok.

Peki, nereye gidiyor bu para değerli arkadaşlar? Bu 8 ayda tefecilere ödedikleri para 91 milyar 614 milyon lira. Eski parayla 91 katrilyon lira tefecilere para ödediler. Esnafa bir kuruş vermedi, tefeciye 91 milyar lira verdi 8 ayda. Bunu dolara çevirelim: 13,8 milyar dolar, yani 14 milyar dolar. Esnafa vermedi, çiftçiye vermedi̇, emekliye vermedi, işçiye vermedi, dar gelirli hiç kimseye vermedi ama tefecilere gelince kesenin ağzını sonuna kadar açtı.

ESNAFTAN, ÇİFTÇİDEN, ÜRETİCİDEN YANA MISIN, TEFECİDEN YANA MISIN?

Esnaf kardeşim düşüneceksin. Ne diyordum? Bütçedeki paranın harcanması bir siyasi tercihtir. Esnafı düşünürse esnafa verir, tefeciyi düşünürse tefeciye verir, yandaşı düşünürse yandaşa verir. Bu söylediğim rakamların içinde şu yok: Hani dolar bazında geçiyoruz ya yollardan, köprülerden, tünellerden. Onlar buna dahil değil daha. Onlara para olunca anında veriyorsun. Anında, tık veriyorsun. Vatandaş binasını sana vermiş yurt yap diye, 3 aydır kirasını alamıyor senden yahu. Öbür tarafa milyarlar akıtıyorsun, bu tarafa hiçbir şey.

Bakın bu faizin ne olduğunu anlatayım size: Bir ayda ödediği faiz, tefecilere ödediği faiz bu 91 milyar lira. Bir günde 57,7 milyon dolar tefeciler ödedikleri faiz; bir saatte 2 milyon 400 bin dolar tefeciye faiz ödediler pandemi döneminde.

"Efendim para yok." Para var efendim, para var. Tercih kim? Esnaftan yana mısın? Çiftçiden yana mısın? Üreticiden yana mısın? Tefeciden yana mısın? Esnaf kardeşim sen, 2 milyona yakın esnaf kardeşim sen, Londra'daki bir avuç tefeci için vergi veriyorsun. Bakmayın öyle "biz faize karşıyız" diyor. Borç aldılar, şimdi emir alıyorlar.

Adam bir telefonla papazı nasıl bırakır? Bir telefon: "Papazı bırak, emredersiniz." Esas duruşa geç, papazı bırak. Bir de sana "aptal" desin, yine sesini çıkarma. Niçin? Tefeciye çalışırsan, sonu böyle olur.

Dolayısıyla para yok edebiyatı yok arkadaşlar. Para var ama kimin için parayı kullanacaksın; asıl sorun burada. Bütün arkadaşlarıma söylüyorum: Gittiğiniz her yerde esnaf kardeşlerimize bunu anlatın, bunu anlatın.

Esnaf kardeşim: Senin derdini çözecek olan, senin huzur içinde evinde, mahallende, sokağında, dükkanında çalışman için tek bir seçenek var kardeşim: Cumhuriyet Halk Partisi.

Evet, tek bir seçenek var: Halktan yana olan, fakir fukaranın yanında olan, yoksuldan yana olan, alın terinden yana olan, emeğiyle geçinen, boğazından aşağıya kul hakkı geçmemiş olan; onların hakkını ve hukukunu savunmak bizim boynumuzun borcudur. Biz bunu yapacağız ama esnaf kardeşlerim ve bizi dinleyen vatandaşlarım şunları unuttuğumu sakın düşünmeyin: Bu Tank-Palet Fabrikasını Katar ordusuna sıfır lira ile -dolardan da vazgeçtim- peşkeş çekenleri ben unutmadım. 15 Temmuz şehitlerinin paralarını nasıl götürdüklerini ben unutmadım. Polislerin, şehit olan polislere verilmesi gereken paranın nasıl iç edildiğini ve verilmediğini ben unutmadım; daha onları dile getireceğiz.

Esnafa gelince her türlü haksızlığı yaparsın, belediye başkanlarını görevden alırsın haksız hukuksuz bir şekilde ama Serik Belediyesinde 500 bin liralık rüşvetin üzerinden aylar geçti, tek laf etmezsin, tek laf... Niçin? Rüşvete destek veren, rüşvetin hesabını soramaz. İşin özü budur.

Hepinize en içten selamlar, saygılar.

TBMM CHP Grup Toplantısının tüm fotoğrafları için tıklayınız...


Bu Kategorideki Diğer Haberler

Cumhuriyet Halk Partisi 100 Yaşında
Haber Tarihi: 09.09.2023
CHP Parti Meclisi Açıklaması
Haber Tarihi: 06.06.2023