CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU

Okunma Sayısı: 14576    |    Haber Tarihi: 07.07.2020

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Efendim, teşekkür ederim değerli arkadaşlarım.

Ben konuşmalarıma genelde "televizyonları başında bizi izleyen saygıdeğer yurttaşlarım" diye başlıyordum ama arkadaşlar uyardılar ve çok sayıda radyodan da dinleyici var; dolayısıyla televizyonları başında, radyoları başında, sosyal medyada bizleri izleyen bütün vatandaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan bütün kalbimizle sevgimizi, saygımızı gönderiyoruz. En büyük dileğimiz de tabii huzurlu bir Türkiye, hepimizin huzur içinde yaşadığı bir Türkiye. Elbette ki farklılıklarımız olacak ama farklılıkları ayrışma gerekçesi olarak değil, zenginlik olarak kabul ettiğimizde, emin olun bu güzel Türkiye'de hepimiz huzur içinde yaşayabiliriz. Buna engel olanın da siyaset kurumu olduğunu bütün vatandaşlarımın bilmesi lazım. Bakın biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, görüşü ne olursa olsun, kimliği, inancı ne olursa olsun, Türkiye coğrafyasının neresinde yaşarsa yaşasın bütün vatandaşlarımızı kucaklıyoruz. Bütün vatandaşlarımıza sesleniyoruz. Hiçbir ayrım yapmıyoruz. Sadece ben mi? Hayır. Bütün belediye başkanlarımız da aynı görüş, aynı felsefeyle hareket ediyorlar. Hiçbir ayrım yapmıyorlar. Yardım götürürken "hangi partidensin?" diye sormuyorlar, "hangi kimliktensin?" diye sormuyorlar, "nereden buraya geldin?" diye sormuyorlar, “hangi inanca sahipsin?" diye sormuyorlar; ihtiyacı varsa yardım yapıyorlar. Dolayısıyla bizi dinleyen vatandaşlarıma huzur dolu günler dileyerek sözlerime başlamak isterim.

Elbette ki her toplumun tarihinde acılar var ama bizim yakın tarihimizde de büyük acılar var. Sivas Katliamı, Başbağlar Katliamı, bizim yakın tarihimizin acılarıdır. Her iki yere de, Sivas'a da, Başbağlar'a da her yıl düzenli olarak milletvekillerimiz gider, anma törenlerine katılır. Dolayısıyla, bir daha benzer acıların bu topraklarda yaşanmaması için dilekte bulunurlar. Evet, Sivas'ta da, Başbağlar'da da katledilenler, bizim insanlarımızdı. O insanları saygıyla anmak, sevgiyle anmak, yakınlarına hemen hemen her dönem başsağlığı dilemek, hatta "milletimizin başı sağ olsun" demek bizim görevimizdir. Çünkü biz ayrışmayı değil, beraber yaşamayı, birlikte yaşamayı ve en önemlisi huzur içinde yaşamayı temel felsefe edindik.

Gelibolu Yarımadasında orman yangınları oldu ama sabahleyin arkadaşlar telefon ettiler, bölgeden de telefonlar geldi, yangınların kontrol altına alındığı söyleniyor. Can kaybımız yok ama yanan ağaçların da canlı olduğunu hiç unutmamamız gerekiyor. Hareket yeteneği olmayan, gelen ateşe teslim olan ormanlarımız; dolayısıyla ormanlarımızın korunması, çocuklarımıza güzel bir Türkiye'nin bırakılması açısından da son derece önemli.

Değerli arkadaşlarım, bunlar geçmişte yaşadığımız acılar. Ama geçenlerde Sakarya Hendek'te de büyük bir acı yaşadık. Bir fişek fabrikasında meydana gelen patlama dolayısıyla 7 vatandaşımız hayatını kaybetti. Önce şu soruyu sormak gerekiyor: O insanlar fabrikada niye çalışıyorlardı? Evlerine helal ekmek götürmek için, kimseye muhtaç olmamak için. Zor koşullarda mı görev yapıyorlardı? Zor koşullarda görev yapıyorlardı. Devlet ruhsat vermiş miydi? Vermişti, "burada işçiler çalışabilir" diye raporlar da vermişlerdi. Şimdi çok sayıda vatandaş orada çalışıyor, günün 24 saati çalışıyor ama siz önlem almıyorsunuz, patlamalar oluyor, 7 kişi hayatını kaybediyor; Sebahattin Tepeçınar, Hava Çelik, Halis Yılmaz, Muhammet Çanakçı, Muhammet Aygün, Erhan Ateş. En son bulunan, naaşı bulunan Ramazan Kor; 7 kişi hayatını kaybetti.

Değerli arkadaşlar, bu fabrika sicili temiz olan bir fabrika değil. 11 yılda 4 ayrı patlama oluyor. İnsanlar yine hayatlarını kaybediyorlar, fakat bu fabrikanın sahibi, nereden güç alıyorsa, kimlerden güç alıyorsa, kimlerden destek alıyorsa, fabrikasını her seferinde hiçbir önlem almadan yeniden açıyor. Yeniden patlamalar, yeniden insanlar ağlıyorlar, acıları var ama bakıyorsunuz patron, gene patron MÜSİAD'ın Sakarya temsilcisi. Akşam bir yemek veriliyor, bir ziyafet. Bir de sıkılmadan utanmadan ziyafeti de paylaşıyorlar sosyal medyada! Yahu daha cesetler defnedilmedi! Sizin yediğiniz yemek değil, yediğiniz insan eti; biliyor musunuz, siz insan eti yiyorsunuz.

Tabii hemen arkadaşlarımız, Grup Başkanvekilimiz vardı, Meclisin Başkanvekili vardı, Milletvekillerimiz bölgeye gittiler, araştırmalar yaptılar. Buradan bütün çalışanlara, bu fabrikada çalışanlara seslenmek isterim: Adım gibi eminim, bu iktidar, sarayda oturanlar bu olayı kapatmak isteyeceklerdir. Diyeceksiniz ki: "Nereden biliyorsunuz?" Erdoğan'ın patlamadan sonra ilk aradığı kişi, fabrikanın patronu. İşçiyi aramıyor, yakınını da aranıyor, başsağlığı da dilemiyor. "Nasıl olsa Sakarya'da benim oyum çok yüksek. Ben Sakaryalıların sırtına binerim, ensesine atarım tokadı. Zaten bunlar bana oy verirler" diyor ama bu sefer öyle değil. Bu sefer Sakaryalı sahip çıkmasa bile, o 7 kişiye de, orada çalışan işçilere de biz sahip çıkacağız. Söz veriyorum.

Şimdi arkadaşlarım avukatlarla görüşüyorlar. Bütün belgeleri topluyor, bütün belgeleri. "Adalet" diyorsanız belki o vefat edenlerin içinden belki hiç kimse CHP'ye oy vermedi. Ben onun siyasi tercihine bakmam, hangi partiye isterse oy verir ama o haksızlığa uğramışsa, adaleti sağlamak için çalışacak kişi öncelikle benim ve çalışacağız. Öncelikle Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Çünkü biz adaletten yana bir partiyiz. Haktan yana bir partiyiz. Hukuktan yana bir partiyiz. Alın terinden yana bir partiyiz. Hakkı, hukuku ve adaleti mutlaka sağlayacağız.

İlk gelen raporlar değerli arkadaşlarım; patlayıcı maddelerle ilgili, yani böyle üretim yapan yerlerle ilgili bir tüzük var; bu tüzüğe aykırı biçimde fabrikadaki binalar arası güvenlik mesafelerine uyulmamış, beton duvarlar çekilmemiştir, birinci tespitimiz. Tüzüğe uygun bir havalandırma sistemi yok, bir diğer tespitimiz. Depo çatısından en az 1 metre yükseklikte ve en az 1 metre genişliğinde sütre örtülmesi gerekirken, böyle bir sütre de yok. Binaların Yangından Korunmasına İlişkin Yönetmelik uyarınca, "patlayıcı madde üretilen bu tür işyerlerinde, tek katlı binalarda duvarların yanmaz veya 120 dakika dayanıklı olması gerekir" diye açık hüküm var. Buna da uyulmadığını görüyoruz değerli arkadaşlarım.

İçişleri Bakanı diyor ki, "3 ay önce burada inceleme yaptık, araştırma yaptık. Hiçbir eksiği yok." Peki, bunlar nedir? Nerede bu beton duvar? Nerede bu sütre? Nerede bu havalandırma? Eğer bakansan, eğer haktan, hukuktan yana isen, eğer saraydan talimat almayıp da "ben bu işi sonuna kadar soruşturacağım" diyorsan, derhal oraya müfettişlerini görevlendir. Daha önce raporu veren, "hiçbir şey yoktur" diye raporu veren kişiyi de açığa al hemen. CHP'li belediye başkanı olsa, şimdi çoktan açığa alınmıştı, bütün suçlar da yüklenmişti.

Ruhsatı kim verdi? Olaydan hemen sonra bakanı, valisi, kaymakamı, bilmem neyi, koro halinde geziyorlar. E insanlar öldü, niye daha önce gitmediniz? Niye daha önce incelenmediniz? Bunları sormamız lazım değerli arkadaşlarım.

Havai fişek fabrikasındaki patlama, insana ne kadar değer verdiğini gösteriyor bu hükümetin. Patlayıcı madde üretiyorsan, ona göre bina yapacaksın, ona göre önlem alacaksın. İnsan hayatı değerlidir ama bu saray tayfası insan hayatı değerli midir, değersiz midir hiç bakmaz; tek baktığı şey ranttır, paradır. "Cebim doluyor mu? Köşeyi döndüm mü? 1 kişi ölmüş, 5 kişi ölmüş; bir şey olmaz" diyorlar. Hakkını arayacağız bu arkadaşların, hakkını arayacağız. Ortada bir kaza yok, ortada bir cinayet var.

Değerli arkadaşlarım; tabii bu tür haberlerin, yani gerçeklerin kamuoyuna yansımasından, baskıcı hükümetler daima rahatsızlık duyarlar. Diktatörler de büyük rahatsızlık duyarlar. "Nasıl olur da bizim kontrolümüz dışında siz gerçekleri kamuoyuyla paylaşırsınız?" Cezalandırmak isterler. Halk TV ve TELE-1'e verilen ceza bu çerçevede verilen cezadır. Vatandaş doğruları öğrenmesin, farklı görüşleri öğrenmesin, hükümeti eleştirmesin… Alkışlasalardı günün 24 saatinde, Halk TV'nin sahibi de, çalışanları da para içinde yüzerlerdi, paraya para demezlerdi onlar. Ama onlar en zor koşullarda, özgürlüğün en fazla sınırlandığı bir ortamda, baskıcı bir yönetimde, namusları ile alın terleri ile çalışıyorlar, millet için çalışıyorlar, doğruları halka anlatmak için çalışıyorlar. RTÜK ceza veriyor, cumhuriyet tarihin en büyük cezası, 5 gün süreyle kapatma cezası vermişler Halk TV ve TELE-1'e. Bir sorun mu var? “Var, hemen televizyonu kapat.” Bir mesele mi çıktı bir yerde? "Hemen gazeteyi kapatın." Bir şey mi oldu? Birisi konuştu mu? "Hemen hedefi gösterin. Yargılayın, tutuklayın, hapse atın." Geldiğimiz süreç budur. Sanıyorlar ki biz bu baskıları kurarsak, sonuca ulaşırız, millet gerçekleri görmez ve biz tekrar iktidar oluruz. Ne kadar baskı kurarsan kur, arkadaş sen gidicisin. Bu millet seni gönderecek. Artık bıktık, artık bıktık.

Tabii sadece TELE-1, sadece Halk TV değil yani. Gazeteciler Barış Pehlivan, Murat Ağırel, Hülya Kılınç, Müyesser Yıldız, Osman Kavala, Selahattin Bey, bunların hepsi içeridekiler. Niye içerideler bunlar? Mahkeme kararlarına rağmen içerideler, AİHM kararlarına rağmen içeridekiler, haksız yere içeridekiler. Olay, bir yargılama olayından tümüyle çıkmış, olay iktidarın dayatması. "Bunları içeride tutacaksınız" diyor. "Bunları hapse atacaksınız" diyor. "Geciktirin duruşmaları" diyor. Normalde hiç tutuklanmaları gerekmiyor, yargılanabilirler ama “tutuklayacaksınız, hapse atacak, tecritte tutacaksınız bunları" diyorlar. Ama bu milletin de bir vicdanı var değerli arkadaşlarım.

Basın İlan Kurumu aynı şekilde; o da gazetelere, gerçekleri yazan özgür gazetelere, kalemini satmayan gazetecilere ceza veriyor Basın İlan Kurumu da. O da en ağır cezaları veriyor. Bugüne kadar hiç karşılaşmadığımız türden cezalar veriyor. "Bir ay ilanı keseceğim. 15 gün ilanı keseceğim. Bir hafta ilanı keseceğim…" Ne olacak? "Neden iktidarı eleştiriyorsun? Neden gerçekleri söylüyorsun? Neden işsizlik var diyorsun? Neden yoksulluk var diyorsun? Neden çocuklar yatağa aç yürüyor diyorsun? Bunları söyleme, "bak güllük gülistanlık var" de, Türkiye ne kadar güzel; bütün dünya çökerken Türkiye'nin yıldızı yükseliyor diye konuş, öyle yaz, öyle anlat” diyor ama bunlar olmuyor.

Ben, Basın İlan Kurumu ile ilgili bir gerçeği de sizlerle paylaşmak isterim; Basın İlan Kurumu, besleme basına kaynak aktaran bir kuruma dönmüş durumda. Bakıyorsunuz besleme basına, tirajı ne kadar? 300 bin. Tirajı ne kadar? 150 bin. Kimsenin okuduğu falan yok, böyle bir tiraj da yok. Ama 150 bine, 300 bin tiraja göre para alıyorlar. Buradan Basın İlan Kurumunun yöneticilerine seslenmek isterim: Eğer siz gerçekten ülkenizi seviyorsanız, gerçekten medya karşısında tarafsız davranmak istiyorsanız ve kaynağı yerinde ve zamanında kullanmak istiyorsanız, bu tirajları bağımsız bir denetim kuruluna denetlettirin; ondan sonra bakın bakalım hangi gazetenin tirajı ne kadar? Biz de görelim. Bunu yapabilirler mi? Saraydan talimat alırlar, saraydan talimat almazlarsa, yapamazlar.

Değerli arkadaşlarım; RTÜK ve Basın İlan Kurumu, birer sansür kurumuna dönüşmüş durumda; iktidarın talimatlarını yerine getiren, iktidardan talimat alan ve sansür uygulayan kurumlar haline dönüşmüş durumda. Bakınız, özellikle AK Partili kardeşlerim ya da AK Parti'ye oy veren kardeşlerime seslenmek isterim. ATV'yi de pek çok vatandaşımız izler. Şiddet, aile yapısını derinden sarsan, ensest ilişkileri gündeme getiren televizyon kanalı hakkında 90 bine yakın -90 bin, 10 bin değil, 5 bin değil, 10 değil, 50 değil- şikâyet geliyor ve bir tek dosya bile görüşülmüyor RTÜK'te. Şimdi RTÜK başkanına sormak lazım: Sen gerçekten o kurumun başkanı mısın, yoksa birilerinin talimatını yerine getirmek üzere görevlendirilmiş eleman mısın? Ben açık söylüyorum, görevlendirilmiş eleman, usulen seçilmiş, görevlendirilmiş, sarayın talimatlarını yerine getiren birisi. Ben değil, o da söylüyor zaten. 16 Mayıs'ta şu açıklamayı yapıyor: "Ben geldiğim günden beri kimse bana talimat vermedi." Ben biliyorum sonra kimlerin talimatı verdiğini. Kararları nasıl aldığını anlatıyor: "Kendi aldığım eğitim, dünya görüşüm ve sorumluluğum çerçevesinde ne yapmasını bilen bir insanım" diyor. Hukukun üstünlüğüne göre demiyor. Hukukun kurallarına göre demiyor. Ahlaki kurallara göre demiyor. Evrensel basın ilkelerine göre demiyor. Aldığım eğitime göre… Başka? "Dünya görüşüme göre karar veriyorum" diyor ve devam ediyor: "Eğer Erdoğan'dan talimat gelirse; talimat ve telkinlerini emir telakki eder, başımızın üstünde" deriz. Eğer sen Erdoğan'ın talimatını, yasalara rağmen emir telakki ediyorsan, sen aklını saraya kiraya vermişsin demektir. Sende akıl yoktur arkadaş, yoktur! Her insanın bir aklı vardır, her insanın! Her insanın dünyayı sorgulama hakkı vardır. Kur'an ne diye başlıyor? Yüce Kitabımız: "Oku" diye başlıyor; "işit" diye başlamıyor, "oku" diye başlıyor. Sen okuduğunu bile gereğini yerine getirmeyip, saraydan alınan talimatın gereğini yapıyorsan, kusura bakma sana "insan" denmez kardeşim. Çünkü insan, aklını kullanan kişidir. Aklını kullanan kişiye, hayatı sorgulayan kişiye "insan" denir zaten. Onun dışındaki bütün canlılar içgüdüleriyle hareket ederler. İnsan, içgüdüleriyle değil, aklı ile hareket eder.

Değerli arkadaşlarım; gerçekten de insanın içi acıyor. Bu memleket bu hale mi gelmeliydi? Gerçekler ortada dururken, baskıyla siz neyi elde edeceksiniz?

Yılmaz Özdil; seversiniz, sevmezsiniz, Türkiye'nin etkili gazetecilerinden birisidir. Baro başkanlarına çıkarılan engeller, onların parlamentoya alınmaması üzerine bir yazı yazmış, yazar, eleştirmiş. "Baroların ne işi var Türkiye Büyük Millet Meclisinde?" diyor. Barolara kızıyor, çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisinin vesayet altında olduğunu biliyor o da zaten, bilmeyen mi var? AK Parti'nin ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin değerli milletvekillerinin, saraydan alınan talimat doğrultusunda hareket ettiğini bilmiyor muyuz? Fizan'daki de biliyor, biz de biliyoruz. O da böyle bir eleştiri yazmış. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Yılmaz Özdil hakkında suç duyurusunda bulundu. Neymiş? "Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılama iddiasıyla, hakaret iddiasıyla suç duyurusunda bulunuyorum…" Güzel; Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını korumak hepimizin ortak görevi. Yani sadece milletvekillerinin değil, bu ülkede yaşayan her vatandaşın ortak görevidir. Neden? Demokrasinin kıblesi burada, milli irade burada tecelli ediyor. Vatandaşın oyuyla gelen milletvekilleri burada görev yapıyor. Her milletvekilinin ne olması lazım? Ahlaklı olması lazım. Her milletvekilinin ne olması lazım? Kendi çıkarlarını değil, ailelerinin çıkarlarını değil, yandaşlarının çıkarlarını değil, milletin çıkarlarını savunması lazım. Şimdi ben, Sayın Meclis Başkanı'na sormak isterim: Sen Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin itibarı konusunda bu kadar duyarlıysan, sevgili başkan; bu 500 bin lira rüşveti alan kimdir, hiç onu merak ettim mi̇ sen? O rüşvetin konuşulduğu toplantıda AK Parti'nin, MHP'nin milletvekillerinin olduğunu bilmiyor musun sen? O milletvekilleri, 500 bin liralık rüşvetin konuşulduğu toplantının tanığıyken, hiçbir şey yapılmadığını sen bilmiyor musun? Ve ben burada, bu kürsüde, Antalya Serik'te 500 bin liralık rüşvetin alındığı karşısında sessiz kalanların rüşvete ortak olduklarını söylemedim mi? Ve onların da ağzını bıçak açmıyor, sen bunu bilmiyor musun? İtibarını koruyacaksan, çağıracaksın o 2 milletvekilini; AK Parti'nin ve MHP'nin milletvekillerini, “Kardeşim, parlamentonun bir itibarı var. Siz milletvekilisiniz. 500 bin liralık rüşvet alındığını oradaki iki bakan söyledi. Ben o iki bakanı çağıramıyorum, neden? Çünkü onlar milletvekili değil ama sizler milletvekilisiniz. Parlamentonun itibarı dolayısıyla bu olayı soruşturacaksınız" dersin. Dedin mi? Demedin! Şimdi sen kalkmışsın bana meclisin itibarından söz ediyorsun.

Ayakkabı kutusunda rüşvet alanlar vardı burada, ayakkabı kutusunda! Meclis Başkanına seslenmek isterim: Ayakkabı kutusunda rüşvet alan adam, yani şimdiki büyükelçi, o kürsüye çıkıp konuştuğunda, siz hep beraber alkışlanmıyor muydunuz? Hep beraber alkışlıyordunuz. Bu mudur itibar? Meclisin itibarını bozan sizsiniz aslında. Meclisi itibarsızlaştıran aslında sizsiniz. Bir odaktan talimat alıp, el kaldırıp, indirenler sizsiniz. Ahlakı bir tarafa atınız, hukuku bir tarafa attınız, adaleti bir tarafa attınız; sadece ve sadece kalktınız çikolata kutusunda rüşvet alan adamı alkışladınız siz yahu. Siz hangi itibarından bahsediyorsunuz?

Değerli arkadaşlar, yine bu kişi milletvekiliyken, Allah'ın kelamı olan Bakara Suresini "Her cuma günü Bakara, makara yazıyorum, bir tweet atıyorum" diyen adamı siz alkışlamadınız mı? Allah'ın kelamı ile dalga geçen adamı, büyükelçi yapmadınız mı? Dindar olduğunu söylüyorsun. Allah'ın kelamı ile dalga geçen adamı alkışlayanlara, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ne zamandan beri "dindar" demeye başladılar.

Şimdi bu sahtekâr adam, bu rüşvetçi adam, korkudan bakın tazminat davası açamıyor. Bu nedenle üstüne gidiyorum. Bu sahtekâr adam, büyükelçi olduğu yerde gitmiş camiye, efendim fotoğraf çekiyor, oradan da reklamını yapıyor. Şimdi sormak istiyorum: İbadette reklam var mıdır? İnançta reklam var mıdır? Yani Allah'ı kandıracağını mı sanıyorsun sen? Ve bunlar, bu parlamentoda milletvekilliği yaptılar, Ak Parti sıralarında milletvekilliği yaptılar. Benim içim acıyor. Neden? Her inanca duyduğum saygı dolayısıyla. Neden? Her kimliğe duyduğum saygı dolayısıyla ama bunlar kalktılar, ellerini kaldırıp indirdiler ve alkışladılar.

Yine bu mecliste iş takipçiliği için, iş takipçiliği için 1 milyon dolar para alan belgeselini çıkardım. 1 milyon dolar mahkeme dosyasında, bir de mahkeme dosyasına koymuş, o kadar güveniyor ki kendisine. O da şimdi büyükelçi. 1 milyon dolar iş takipçiliği için para alan adamı, siz mecliste kürsüye çıktığında alkışlamadınız mı? Bana hangi itibardan söz ediyorsun? Hangi ahlaktan söz ediyorsun bana?

Bakın daha acı bir şey: Parlamentoda malum elektronik oylama var. Herkes şifresini girer, parmağını basar, elektronik oylama sonucunu başkan alır. Elektronik oylamaya giremeyen veya şifresini unutan, bir pusulaya adını yazar, başkanlığa gönderir. Der ki: "Ben buradayım." Şimdi Meclis Başkanına sormak istiyorum: Mecliste olmadığı halde, Mecliste olmadığı halde, Ankara'da olmadığı halde, hatta Türkiye'de olmadığı halde "ben Meclis Genel Kurulundayım" diye oy pusulası gönderen AK Parti milletvekillerine bir şey dedin mi sen? Sen bu sahtekarlığa bir şey dedin mi?

Kalkıp Yılmaz Özdil'e bu davayı açmasaydın, bunları söylemeyecektim. Ama sen yerini bileceksin, konumunu bileceksin. Sen kalkacaksın, sahtekarlık yapan insanları alkışlayacaksın, sahtekarlık yapan insanları gizleyeceksin. Bir milletvekili olmadığı yerde "ben buradayım" diye pusula gönderiyor. Sahtekarlık değil midir? Sahtekarlıktır. Aldığı para haram mıdır? Evet, el hak haramdır ve bu adam Türkiye'de de değil. Nerede? Hac'da...

Yahu gerçekten de aklın ve mantığın alamayacağı şeyler. Bir inanç bu kadar istismar edilir, bu kadar istismar edilir. Sonra kalkmış diyorsun ki: "Efendim Yılmaz Özdil bir yazı yazdı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin şahsiyetine hakarettir." Yahu hakareti siz yapıyorsunuz!

Değerli arkadaşlarım, yeni olaylar değil zaten, eskiden de vardı. Jet Fadıl diye birisi vardı değil mi? Hatırlarsanız. Ak Parti'nin en önemli adamı Jet Fadıl; otomobiller yapmaya kalktı, saraylar yapmaya kalktı, milleti bir değil, birden fazla dolandırdı. Jet Fadıl bir dönem ne demişti biliyor musunuz? "Jetpa'nın ihtiyacı olsaydı Sergen'e yaptığım yatırımla -o dönemin sporcusuna para veriyor" 20-25 tane milletvekili alırdım. 10 milyara, 50 milyara, 30 milyara milletvekili alıyorsun, milletvekili satın alıyorsun" diyor. Jet Fadıl söylüyor.

Satın alınan milletvekilleri var mı? Elbette var. 1 milyon dolar var mı? Var. İş takipçiliğiyle aldı mı? Aldı. Ne demektir bu? O milletvekilini satın almak demektir. Sen meclis başkanıyken buna ses çıkardın mı? Saraya gidip de: "Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Erdoğan, Sayın Genel Başkanım; rüşvet alanlar ne zamandan beri büyükelçi tayin edilmeye başlandı? Bu Türkiye'nin itibarına zarar veriyor. Vazgeçtim Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin itibarından, Türkiye'nin itibarına zarar veriyor" dedin mi? Demedin. Diyebilir misin? Diyemezsin arkadaş, diyemezsin sen. Onu söylemen için mangal gibi yürek lazım, mangal gibi yüreğin olacak.

Değerli arkadaşlarım; biz bunları konuşuyoruz ama gerçekten de vatandaşın gündemi farklı, vatandaş perişan vaziyette. Çiftçi öyle, esnaf öyle, sanayici öyle, kimse doğru dürüst önünü göremiyor. Tarım politikası yok Türkiye'de. Kim, neyi ekecek? Ektiğini ne zaman satacak, kim alacak bunları ve kaçtan alacak? Çay, fındık, hepsi böyle. Araya giriyordu aracılar, fiyatları düşürüyorlar, istedikleri gibi alıyorlar. Mağdur olan köylü, üretici...

Bakınız Afyonkarahisar'ın Sultandağı kirazı meşhurdur. Konya'nın Akşehir kirazı meşhurdur. Dünya çapında bilinen kirazlar bunlardır. Isparta Uluborlu'nun kirazı meşhurdur. Burada üretilen kirazların büyük bir kısmı, hatta yüzde 99'u yurtdışına gönderilir. Avrupalı da bekler: "Akşehir'in kirazı mı? Afyon'un kirazı mı geldi?" diye. "Isparta'nın kirazı mı geldi?" diye bekler. Çünkü o kirazların ne kadar değerli olduğunu bilir. Peki kiraz üreticisinin maliyeti nedir? Bu kirazları aldı, topladı, güzel yetiştirdi; mazotu, gübresi, ilacı, suyu, enerjisi, bütün bunları harcadı. Değerli arkadaşlarım, maliyeti 4 lira; 4 liraya maliyeti var bunun. Birinci sınıf kiraz olursa, birinci kalite o, 5-6 liradan gidiyor. Ama ağırlık ikinci kalite. İkinci kalitenin fiyatı da 2-2,5 lira arasında. Dolayısıyla 5-6 liradan olanla, 2-2,5 lirayı topladığınızda, ortalama 3 3,5 liraya kirazcı satıyor. Maliyet, 4 lira ve zarar ediyor.

Şimdi ben bütün çiftçi kardeşlerime seslenmek isterim. Kiraz üreticilerine de, fındık üreticilerine de, çay üreticilerine de, buğday üreticilerine de, pamuk üreticilerine de seslenmek isterim. Bu iktidar var ya, 18 yıldır yöneten bu iktidar var ya, senin hakkın olan 175 milyar lirayı sana vermedi. Kiraz bu kadar değerli, yurtdışına ihraç ediyorsun; üreticiye niye kazanmıyor, neden aracılar kazanıyor? Çünkü kiraz dayanıksız. Araba gibi değil, buzdolabı gibi değil, çamaşır makinesi gibi değil; 3 gün beklesin, 5 gün, 1 yıl, 2 yıl beklesin, değil. Kiraz bu; mevsimi geldi, sattın sattın, satmadıysan mahvoldun. Bunu en iyi kim biliyor, üretici biliyor. Fiyatı ona göre ayarlıyor. Zararı kim çekiyor? Çiftçi çekiyor. Dolayısıyla hepimizin bu konuda daha duyarlı olması lazım.

Bütün milletvekili arkadaşlarım gayet iyi biliyorlar. Onlar da defalarca bölgelere gittiler. Afet dolayısıyla da gittiler, çay dolayısıyla da, fındık dolayısıyla da gittiler. Kiraz üreticileri için de arkadaşlarımız gidiyorlar. Bütün bunlar, tarıma ne kadar değer verdiğimizi, çiftçiye ne kadar değer verdiğimizi ve çiftçinin korunması gerektiğini; tarımın Türkiye Cumhuriyeti Devleti için stratejik sektör olduğunu, bir toplumu beslemenin yolunun tarımdan geçtiğini, vatandaşın karnını doyurmanın yolunun tarımdan geçtiğini artık bütün dünya bildi, bizim de bilmemiz lazım. Bu çerçevede bakmamız gerekiyor.

Esnaf da zor durumda. Bir milletvekili arkadaşımız, HDP'li bir milletvekili arkadaşımız soru önergesi veriyor. Diyor ki: "Son 1,5 yılda kaç işyeri kapandı?" Resmi cevap: "Son 1,5 yılda, 56 ilde -81'değil, sadece 56 ilde- 90 bin 743 esnaf kepenk kapattı" diyor.

81 ili alırsak, yani 100 bin esnaf kepenk kapattı, 100 bin esnaf işsiz kaldı. Onların yanında çalışanlar? Onlar da işsiz kaldı. Peki hükümet ne yaptı, saray hükümeti ne yaptı? İşyeri kapandığı zaman "işyerini kapat, kahveyi kapattın, pastaneyi kapatın, berber dükkanını kapattın. Taksiye "dur" dedin. Şoföre, halk otobüsüne "dur" dedin. Peki bunlar kiraları nasıl ödeyecek? "Ben kiraları ödeyeceğim, sen meraklanma kardeşim. Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlüdür. Şimdi esnafın yanında olmayıp da, ne zaman olacak?" diye söylemen lazımdı. Söyledi mi? Söylemedi. Söyleyemediler. "Git, borç al" dediler. "Geçinemiyorsan, borç al" dediler. “Borç alacağım ama sicilim iyi değil, geçmişte bir çek ödememiştik. 2 tane bonomu ödeyememiştim…” Sorması lazım iktidarın… Bir esnaf çekini niye ödemez? Parası olup da ödemez mi? Öder, itibarı var adamın. Onu çek ödeyemez noktaya getiren kimdir? Devleti yönetendir, iktidar sahipleri yani. Sicil affı çıkar bari, borç alsın; onu da çıkarmıyorlar, yapmıyorlar.

O nedenle bir esnafın dediği çok güzel, “Kırk yıldır bu devlete vergi ödüyorum, bana kırk gün bakmadı" diyor. "Kırk yıldır vergi ödüyorum, 40 gün bana bakmadı" diyor. Doğru mu? Yüzde yüz doğru. Haklı mı? Yüzde yüz haklı.

Peki sormak lazım, bu para var mı Türkiye'de? Var tabii. Türkiye zengin mi? Elbette zengin. Kime gidiyor o paralar? İki yere gidiyor. Bir; tefecilere olağanüstü para akıyor, hortum gibi bağlamışlar, ha bire akıyor para. İki;ekonomi çetesine gidiyor, buna daha önce bir grup toplantısında "hortumcu piyasa ekonomisi" demiştim, bir de onlara gidiyor para.

Kim tefeciler? Londra'daki bir avuç tefeci. Bakın bizi dinleyen vatandaşlarıma söylemek isterim, hangi partiden olursa olsun. Bu salı günü sabah, akşama kadar bir günde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ödediği faiz 277 milyon 610 bin Türk Lirası. Bir günde, eski parayla 277,6 trilyon Türk Lirası. Dolar olarak vuruyorsunuz, bir günde, bu salı günü ödenecek olan, Londra'daki bir avuç tefeciye ödeyecek olan faiz 48 milyon 703 bin dolar. Demek ki para var. Nereye gidiyor? Buraya gidiyor. Bir günlük, tefecilere bir gün için ödediği faizi esnafa ödese, esnaf rahatlayacak. 2 günlük ödese, esnaf bayram edecek. 3 gün ödese, "Allah razı olsun" diyecek. 4 gün ödese "Yahu bu memlekette sosyal devlet de varmış, bizi aç, açıkta bırakmadı" diyecek. Ama bunlar olmadı.

İki, hortumcu piyasa. Yani ekonomik çetelerine dolarla yol parası, köprü parası, havaalanı garanti vermişsiniz. Dolar arttıkça, bunların geliri artıyor. Bunların en büyükleri "5'li çete" olarak tanımladığımız kişiler. Devletin en büyük ihalelerini bunlar alıyorlar ve bunlar olur ya bir iktidar değiştiğinde geleceğimizi garanti altına alalım diye, "sözleşmelerde uyuşmazlık çıkarsa Londra mahkemeleri yetkilidir" diye hükumetten karar çıkarttılar.

Ama ben buradan milletime söz veriyorum: Hangi mahkemeyi yetkili kılarsanız kılın, Cumhuriyet Halk Partisi'nin iktidarında o çeteliğe son vereceğiz. Biz bunu söyleyince panikliyorlar "eyvah mahvolduk." Hiç mahvolmazsın kardeşim, sen zaten dünyalığını yaptın. Şimdi fakirin, fukaranın hakkı var. Fakirin, fukaranın hakkını ben koruyacağım, hep beraber koruyacağız, hep birlikte koruyacağız. Nereye gidersek gidelim, koruyacağız. Bizim namus görevimizdir; fakirin, fukaranın hakkını korumak bizim namus görevimizdir. Biz bu ülkeye adaleti getireceğiz. Adalet sadece mahkeme salonlarında değil, çocuk yatağa aç giriyor, karnı açsa, orada adaletsizlik var demektir. Biz bunu sağlayacağız.

Şimdi malum emekli aylıklarına, memur aylıklarına zam yapılacak. Enflasyon rakamları açıklandı, enflasyon 5,75; 4 kabul etmişlerdi ve 1,75 maaşlara zam yapılacak. Değerli arkadaşlar; bir komedi ile karşı karşıyayız.

Arkadaşlara dedim ki, “TÜİK'in rakamlarını çıkarın, yani Türkiye İstatistik Kurumunun rakamlarını çıkarın. Emekli, memur, işçi, işsiz, en çok neleri tüketiyor? Onlardaki fiyat artışlarına bakalım. Bana pinpon topunu çıkarmayın; kimse pinpon topu ile oynamıyor zaten.”

Çıkardılar… 2020'nin ilk 6 ayında pirinç fiyatlarındaki artış, yüzde 12,9, yani yüzde 13. Fark ne kadar verecekler? 1,75. Buğdayda 12,5 artış. Makarna 9, şehriye 10, dana eti 15, kuzu eti 16, tavuk eti yüzde 17, balık yüzde 17, margarin yüzde 21, ayçiçek yağı yüzde 14, limon yüzde 77, taze fasulye -alabilirse- yüzde 22,7 artış fiyatı... Havuç yüzde 83, kıvırcık yüzde 12, maydanoz yüzde 14, patates yüzde 24,7 fiyat artışı... Kuru fasulye yüzde 35. Mercimekteki fiyat artışı ilk 6 ay yüzde 39,9, yani yüzde 40. Kuru barbunya yüzde 14, tren ücreti yüzde 17,3, şehirlerarası otobüs yüzde 41,8, sabun yüzde 14,2 oranında arttı ilk 6 ayda. Kolonyadaki artış ise yüzde 59,4.

Siz kaç vereceksiniz? 1,75… Bu vicdan mıdır yahu!

Emeklilere seslenmek isterim, memurlara seslenmek isterim: Hala bu iktidara oy mu verecekseniz? Londra'daki tefecilerin karnını doyuran, gak dedikçe para, guk dedikçe para ve o parayı da senin boğazından alıp onlara veren bu iktidara hala oy mı vereceksiniz? Bütün emeklilere sesleniyorum: Bayram ikramiyesi gelecek. Bayram ikramiyesinin nasıl verildiğini siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum. Niye bin lira? Kaç yıl geçti yahu niye bin lira? Eridi zaten; bin 500 lira isteyin, en az bin 500 lira isteyin, bin 500 lira sizin hakkınız. Bu millet kalkınsın diye, bu ülke kalkınsın diye yıllarca alın teri döktünüz, fabrikada çalıştınız, tarlada çalıştınız, lokantada çalıştınız, berber dükkanında çalıştınız, direksiyonunda çalıştınız... Siz ürettiniz. Bu devlet size baksın biraz; bin lira değil, bin 500 lira ikramiye versin. Bunu verirler mi? Ben söylüyorum, siz de talep edecekseniz.

Saray sosyetesini unutmayın. Saray sosyetesi ve onların beslemeleri vardır. Onlar, sizin halinizden anlamazlar. Onlar ayrı yerde yaşıyorlar, ayrı bir dünyaları var onların. Onların yedikleri ayrı, içtikleri ayrı. Onların cebindeki para da ayrı. Onlar Türk lirası taşımazlar. Onlar dolar üzerinden borçlanıp, ceplerinde dolar taşırlar. Yandaşlarına ihaleyi dolar üzerinden verirler.

Dolayısıyla saray sosyetesi ayrı bir dünyada ama bugün milyonlarca genç "işsizim, işsizim" diye haykırıyor. Saray sosyetesinin ve beslenmelerinin karnı tok. Onlarda işsizlik diye bir şey yok. Bugün sosyal medyada var genç bir çocuk. "Köpek gibi çalışıyorum" diyor. "Köpek gibi çalışıyorum ama et yiyemiyorum" diyor. "Çoluk çocuğuma bakamıyorum" diyor. Bir insanı bu noktaya kim getirdi Allah aşkına? Bu saray sosyetesinin yatacak yeri var mıdır? Onlar lale devrini yaşıyorlar ama milyonlarca insan "geçinemiyorum, geçinemiyorum" diyor.

Geçen Gaziantep'ten gelen, hayatın her döneminde de AK Parti'ye oy veren bir kişiyle konuşuyorum. "Gaziantep'te anneme bir ev aldım, durumu iyi. Hiç borç para istemezdi, emekli aylığı da vardı. Bu sefer Gaziantep'e gittim. Aynı evden çıkarken dedi ki: Oğlum ekmek alacak paramız yok, ekmek parası bırakır mısın? Annem ilk kez ekmek alacak param yok, ekmek alacak para bırakır mısın dedi…” Türkiye'nin geldiği durum bu arkadaşlar. Saray sosyetesinin bundan hiç haberi yok. Onlar masal dünyasında yaşıyorlar. Onların dünyaları ayrı. Vatandaştan tamamen kopmuşlar onlar.

Yine vatandaşlarıma seslenmek isterim, vicdanlarına seslenmek isterim. Bebek mamasına alarm zili niye takar bir süpermarket? Bebek maması ya! Çalınmasın diye. Bebek mamasını kim çalar? Kim çalar Allah aşkına bebek mamasını? Çocuğu olan, mama alacak parası olmayan kişi çalar. Türkiye bu gerçekle yüzleşmek zorunda. 83 milyon vatandaşımız bu gerçekle yüzleşmek zorunda. 21. Yüzyıl'ın Türkiye'sinde, saray sosyetesinin yaşadığı lüks lale devri; aşağıya iniyorsunuz, bebeğine mama alacak para bulamayan yüz binler. Çalınmasın diye de alarmlı takmışlar. 

Değerli arkadaşlarım ve bunlar yetmiyor, o saray sosyetesi bir de yüzleri kızarmadan, yüzleri kızarmadan, IBAN numarası veriyorlar, "bize para verin" diyorlar. Ya yediniz de doymadınız mı Allah aşkına yahu? IBAN numarasına para topladılar. Nerede bu paralar? Milletvekili soruyor Cumhurbaşkanına "nerede bu paralar?" diyor. Kime ne harcadınız? "Bana sormayın, Çalışma Bakanına sorun" diyor. Çalışma Bakanına soruyorsun: "Bana sormayın, falan adama sorun" diyor. Kimsiniz siz! Şehit yakınlarının, gazilerin paralarını yiyenlerdir bunlar. Şehit yakınlarının, gazilerin, bu milletten toplanan paralarını yiyenlerdir onlar.

Değerli arkadaşlarım, şöyle bir gerçekle karşı karşıyayız onu da ifade edeyim, bu da çok önemli. Bir AK Partili kadın aynen şunu söyledi geçen. Bu millet size -iktidara söylüyor- parasını verdi, malını verdi, canını verdi; sen bir huzur veremedin" diyor. Doğru mu? Doğru. Parasını verdi, canını verdi, malını verdi; yahu sen bu millete bir huzur bile veremedin. Doğru mu? Doğru.

Sarayda oturanlar ahtapottur. Bir başı var, bol miktarda kolları var. O kolların da vantuzları var. Vantuzları millete yapışmış vaziyette, milletin kanını emiyorlar. O ahtapotlardan hesap sormak bu milletin namus görevidir. Eğer fakir fukarayı düşünüyorsanız, yoksulu düşünüyorsanız, işsizi düşünüyorsanız, o vantuzları kesmemiz lazım. Ahtapotlardan bu milletin kurtulması lazım.

Değerli arkadaşlarım, baroya geleyim. "Devletin dini adalettir" demişti Hazreti Ali. Eğer devletin dini adaletse, adaletin temeli de savunmadır. Bir kişiyi yakaladığınız zaman, onun hakkının hukukunu savunulması lazım. Kim savunacak? Dünyanın her tarafında ister fakir, ister zengin, ister gelişmiş, ister az gelişmiş, ister sanayileşmiş, ister kölelik düzeni olsun, avukatlar savunur. Avukatın böyle bir görevi var. Avukatlar, baroda meslek kuruluşu olarak gelirler bir araya, bir baro oluştururlar. Baro da kamu tüzel kişiliğine sahiptir. Yani bölünmez, yani ayrışmaz. Yani bütün meslek mensuplarının hakkını, hukukunu korur. Yani adaletin gerçekleşmesi için elinden gelen her türlü çabayı gösterir. Şimdi baroları parçalıyorlar. Söyledim, bir daha söylüyorum: Baroları parçalamak, çoklu baro maskesi altında yapılan hareket, Türkiye Cumhuriyeti Devletine ihanettir ve bir bölücülük projesidir. Paralel devlet olmaz, evet. Paralel baro da olmaz, paralel vali olmaz, paralel kaymakam olmaz, paralel nüfus memuru olmaz, paralel tapu müdürü olmaz. Bir ilde bir vali vardır. İlçede bir kaymakam var. Bir tane tapu müdürü var ilde; kazada 1 tane tapu memuru var. Nüfus memuru 1 tane, nüfus müdürü 1 tane. Niye çoklu baro? Her ilde de bir tane baro olur, bitti, o kadar.

Ayrıca sen merkezi hükümet olarak baroları denetleme hakkına da sahipsin, idari ve mali açıdan denetleme hakkına da sahipsin. Yolsuzluk varsa, binersin boynuna, usulsüzlük yapmışsa incelersen. Bu hakka da sahipsin sen. "Hayır ben baroları böleceğim" diyor.

Bakın Milliyetçi Avukatlar Grubu Başkanı şu konuşmayı yapıyor, şu açıklamayı yapıyor: "Çoklu baro, kurumsal ayrışmaların, paralel yapıların adımıdır, bölücülüğün ta kendisidir. Yol yakınken bu yanlıştan dönün. Kurumsal yapılara ayrılık tohumları eklemeyin. Yine aldatılıyorsunuz; yazık ki bunu fark etmeniz yine yıllar alacaktır" diyor.

Evet, yargıyı böldüler, medyayı böldüler, iş dünyasını böldüler, şimdi yargının en önemli ayaklarından birisi savunmayı da bölecekler.

Değerli arkadaşlarım, teklif nerede görüşülüyor? Adalet Komisyonu. Adı ne? Adalet. En büyük adaletsizliklerin yapıldığı komisyondur, en büyük adaletsizliklerin. Baro başkanları gelip görüş beyan etmek istiyorlar. Adalet Komisyonuna gelecekler, yasa teklifi hakkında görüşlerini söyleyecekler, “eğridir, doğrudur...” İzin vermiyorlar; "giremezsin içeri" diyorlar, "komisyona gelemezsin" diyorlar. "düşüncelerini açıklayamazsın" diyorlar. “Niçin?” “Biz kabul etmiyoruz. Böyle bir uygulama yok" diyorlar ama bir gün önce avcılıkla ilgili bir düzenleme yapılıyor Tarım Komisyonunda, avcılıkla ilgili derneğin başkanını davet ediyorlar, gidip konuşuyor. Doğru mu yapıyor? Doğru yapıyorlar. Başkan gitmeli mi? Elbet gitmeli. Düşüncesini anlatmalı mı? Evet, anlatmalı. Konuşmalı mı? Evet, konuşmalı. Milletin meclisi ise o kanunla ilgili olan çevrenin, derneğin, tüzel kişiliğin davet edilmesi ve gelip Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bu kanun çıktığında ne olur; onu milletvekillerine anlatması lazım.

Buna izin verilmedi, verilmiyor. Adalet Komisyonu, adaletsizlik komisyonuna dönüşmüş durumda. Teklif nerede hazırlandı? Sarayda, teklif sarayda hazırlandı. Adalet Bakanlığının görüşü alındı mı? Bir bakanlık var, adı da Adalet Bakanlığı. O bakanlığın görüşü alındı mı? Hayır, alınmadı. Peki baroların görüşü alındı mı? Baroların da görüşü alınmadı. Bakanlıktan vazgeçtik, Adalet Bakanının bizatihi kendisinden görüş alındı mı? Ondan da alınmadı, onu da teğet geçtiler. Paralel yapı ya, ne demek Adalet Bakanı? Sarayda adam var, her şeyleri biliyor; ahtapot gibi bir tepe, geniş kolları var. Vantuz gibi eğilmiş, milletin kanını emiyor. Adalet Bakanıymış... "Ne demek Adalet Bakanı, geçiniz" diyor; onun bile düşüncesini almayacak.

Adalet Bakanına sesleniyorum: Bu kadar tarihi bir günde, eğer bu kanun Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden geçiyor ve sen de sesini çıkarmıyorsan, sen gerçek Adalet Bakanı değilsin. 100 yıl önce de böyle bir düzenleme yapılmış. İstanbul, emperyal güçler tarafından, payitaht yani imparatorluğun başkenti işgal edildiğinde, işgal güçlerinin ilk yaptıkları iş baroları bölmek olmuş. Ne üzerinden baroları? Etnik ve dini esaslara göre bölüyorlar. 100 yıl sonra, bu Türkiye Cumhuriyeti'nin meclisinde, emperyal güçlerin o dönemde yapamadıklarını şimdi Erdoğan ve arkadaşları gerçekleştiriyor.

Barolar bölününce ne olacak? Bir sürü şey olacak. Etnik kimlik üzerinden barolar, inancı üzerinden barolar, havuz medyasının baroları, hepsi olacak, Erdoğan'ın avukatlarının baroları... "Bize gelirseniz bizim baroya, davaları biz görürüz, sen hiç meraklanma; hakimler zaten bizim elimizde, istediğimiz kararı çıkarırız." Pelikan, Pelikan’a dahil de barolar olacak. Daha doğrusu Pelikan’ın baroları olacak.

Bunlar akıllarını peynir ekmekle yemiş desem doğru değil. Bunlar emperyal güçlerden aldıkları talimatların gereğini yapıyorlar. Yani Erdoğan, Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanlığını yapmaya devam ediyor.

Değerli arkadaşlarım; sihirbazların temel özelliği nedir? Bir şeyi gösterip, yok etmeleridir. Sihirbazlar yaparlar bunu ve bizler de hepimiz büyük bir dikkatle sihirbazları izleriz. Kimisi arabayı yok eder, kimisi aslanı, kaplanı yok eder, kimisi birlikte çalıştığı insanı yok eder. Dolayısıyla hepimiz büyük bir merakla perdenin arkasına bakarız. Bir süre sonra o kişinin kaybolduğunu görürüz. Ama hayatımda hiçbir barajın kaybolduğunu görmemiştim. Bu kadar büyük bir sihri nasıl yaptılar, emin olun bilmiyorum.

Şimdi arkadaşlar gittiler Çankırı'ya. Çankırı'da -dur adını da söyleyeyim- Kızlaryolu Barajı, Devrez Kızlar Yolu Barajı; temeli atılmış törenlerle, televizyonlarda ilanlar, temeli atan Veysel Eroğlu. Veysel Eroğlu'nun adı da barajlara verilmiş; barajlar kralı mübarek, yok edilen barajlar kralı. Törenler yapılmış, paralar harcanmış, bütün Çankırı alkışlar içinde, çiftçi memnun, "aman baraj yapılacak, tarlalar sulanacak, şu kadar dönüm tarlayı sulayacağız, ürünler elde edeceğiz" diye bayram ediyorlar.

Arkadaşlar gittiler, demişler herhalde büyük bir ihtimalle. "Gidelim şu barajın etrafında küçük kafeler de vardır. Oturalım, biraz sohbet edelim. Çankırılıları da bir bir dinleyelim bakalım. Bu barajı yaptılar buraya, ne oldu? Ürün arttı mı, artmadı mı? Çiftçiler ektiği ürünün karşılığını aldı mı, almadı mı?" diye. Fakat gidiyorlar, ortada baraj yok, barajın temeli de yok. Hayatımda bu kadar büyük bir sihri hiç görmemiştim, samimi söyleyeyim hiç görmemiştim. Bu kadar milletin gözünün içine baka baka törenler yaparsınız, dünyanın parasını harcarsınız, temelini atarsınız, "hayırlı uğurlu olsun" dersiniz; valisi orada, kaymakamı orada, genel müdürü orada, bakanı orada, milletvekilleri orada, herkesin gözünün önünde atarsınız. Sonra bir bakıyorsunuz ki, ortada hiçbir şey yok, hiçbir şey yok. Sevgili Çankırılılar böyle bir sihirbazlıkla siz karşılaştınız mı bilmiyorum ama ben hayatımda ilk kez karşılaşıyorum. Ama neden bunu yapıyorlar? Çünkü Çankırılılara diyorlar ki: "Ne olursa olsun zaten, Çankırı bizim değil mi? Evet, ensesine vururum, istediğim yalanını söylerim. "Temel attım" deyip kandırırım. Nasıl olsa sonuçta bu gelir, bana oy verir." Şimdi bu sefer kazın ayağının öyle olmadığını sevgili Çankırılı sen göstereceksin. Seninle dalga geçiyorlar, senin iradenle oynuyorlar, köylünün iradesiyle oynuyorlarsa, sen de sandığa gittiğinde al mührü: "Sen beni kandırırsan, kusura bakma ben sana oy vermem" de ve ben bunu bekliyorum.

Hepinize en içten selamlar saygılar sunuyorum değerli arkadaşlarım.



Bu Kategorideki Diğer Haberler

Cumhuriyet Halk Partisi 100 Yaşında
Haber Tarihi: 09.09.2023
CHP Parti Meclisi Açıklaması
Haber Tarihi: 06.06.2023