CHP SÖZCÜSÜ ÖZTRAK: “İSRAFIN MERKEZİ SARAY’IN KENDİSİ”

Okunma Sayısı: 10355    |    Haber Tarihi: 03.07.2021

-“TANK PALET’TE OLAN SATIŞ DEĞİL, PEŞKEŞ!”

CHP Sözcüsü Öztrak, zamların milletin üstüne yağmur gibi yağdığını belirterek, “Elektriğe yüzde 15, doğalgaza yüzde 12 ile yüzde 20, üniversite harçlarına yüzde 10 zam geldi. LPG’ye de 39 kuruş zam yapıldı. Atama İçişleri Bakanı, ‘Temmuzla beraber, ekonomi şahlanacak’ diyordu. Temmuz’da şahlanan zamlar oldu” diye konuştu.

Erdoğan’ın imzasıyla bu hafta bir tasarruf genelgesi çıkarıldığını hatırlatan Öztrak, “Tasarruf genelgesi çıkaran Erdoğan, her ne hikmetse kendisini tasarruftan muaf tutmuş. Devlette israfın merkezi bizzat Sarayın kendisi... Saray kendisine tasarruf uygulamıyor ama millete ‘Porsiyonları küçültün’ tavsiyesinde bulunuyor” değerlendirmesinde bulundu.

Dünyanın en kırılgan ekonomileri liginde, Türkiye’yi en başa yerleştiren sorunların ağırlaşarak devam ettiğine dikkat çeken Öztrak; ailelerin, şirketlerin, devletin ve bankaların toplam borçlarının milli gelire oranının 2002’de yüzde 105 iken 2021’in ilk üç ayı itibariyle yüzde 163’e yükseldiğini kaydetti. Öztrak, “Peki, bize bu borçları dış güçler, faiz lobileri, silah zoruyla mı verdi? Erdoğan Şahsım Hükümetleri bu borçları bayıla bayıla aldı. Çünkü bildikleri bir tek şey var. O da; el atına binip çalım satmak” dedi.

Türkiye’de, devlet hazinesini ‘yağmalanacak ganimet’ olarak gören bir siyasi zihniyetin iş başında olduğunu söyleyen Öztrak, “Atadan deden kalan gümüşleri, özelleştirme diyerek 62 milyar dolara sattılar. Sakarya Tank Palet Fabrikasını Katarlılara peşkeş çektiler. Bugün Erdoğan tank palet fabrikasındaydı. Çıktı, “Tankı paleti sattılar diyenler yalan söylüyor” dedi. Ne satması, biz “peşkeş çektiniz” dedik, peşkeş” ifadelerini kullandı.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:



ADALET, MADIMAK’TAKİ YANGINI SÖNDÜREMEDİ

Bazı acılar vardır, insanın boğazında düğümlenir. Yürekleri yakar, kavurur. Madımak da böyle bir acıdır. Madımak’ta 35 insanımızın, yakılarak katledilmesinin üzerinden 28 yıl geçti. Adalet, bu yangını söndüremedi. Yüreklerimiz kavrulmaya devam ediyor. Madımak’ta kaybettiğimiz 35 canı bir kez daha rahmetle anıyoruz.

EKONOMİNİN YELKENİNİ SICAK PARAYLA DOLDURDULAR

“Hedefini şaşırmış, rotasını kaybetmiş bir gemiye, hiçbir rüzgâr yardım edemez.” Bugün nüfusu 83 milyonu aşan koskoca bir ülke, Erdoğan Şahsım Hükümeti elinde, oradan oraya savruluyor. Bu hükümet 2002 yılında iş başına geldiğinde kucağında güven uyandıran “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını” buldu. Aynı dönemde küresel piyasalarda para bolluğu başladı, bizim gibi tüm gelişmekte olan ekonomilerin yelkenini bu para doldurmaya başladı. Bu şartlarda, 2023’te Türkiye’nin milli geliri, kolayca 2 trilyon hedefine ulaşabilirdi. Onun içinde 2 trilyon hedef kondu. Bunun sonucunda da dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girebilirdik.

2023 ROTASINDAN ÇIKMANIN MALİYETİ 892 MİLYAR DOLAR

Ancak, 2007’den itibaren yapısal reformların unutuldu. 2014’ten itibaren de, ucube tek adam vesayet rejiminin düğmesine basılmasıyla, 2023 hedefinden hızla uzaklaşılmaya başlandı. Eğer 2023 hedefleri rotasında şöyle ilerlenmiş olsaydı, geçtiğimiz yıl yani 2020’de ulaşılacak Milli Gelir; 1 trilyon 609 milyar dolar olacaktı. Ama gerçekleşen sadece 717 milyar dolar oldu. Gemiyi 2023 rotasından çıkarmanın maliyeti tam 892 milyar dolar oldu. Bugün bırakın ilk 10 ekonomi arasına girmeyi, Erdoğan Şahsım Hükümetinden çok önce girdiğimiz, dünyanın en büyük 20 ekonomisi liginden, düşmemeye uğraşıyoruz.

TÜRKİYE BUHRANA BU YÜZDEN GİRDİ

Sorunlara doğru teşhis koymadan, doğru tedaviyi de uygulayamazsınız. Türkiye küresel yarışta, rakiplerinin gerisine neden düştü? Bize göre bunun iki tane temel sebebi var. Birincisi; sıcak para rüzgârıyla yelken basan büyüme modeli, 2013’ten sonra artık çalışmaz hale geldi. İkincisi; 2014’te Erdoğan’ın; “Alışılmış bir Cumhurbaşkanı olmayacağım” demesiyle başlayan, tek kişilik vesayet rejimi inşa süreci. Ve bu süreçte devletin tüm köklü kurumlarının çökertilmesi devleti mefluç etti. Türkiye bu iki nedenle, yönetilmiyor, oradan oraya savruluyor. Ekonomik kriz ve devlet krizini birlikte yaşıyor. Bunlara bir de 2020’de salgının çok kötü yönetilmesi eklenince, krizler yumağı, büyük bir toplumsal buhrana dönüştü.

HEDEFLERİ YALAN OLDU

Ünlü Fransız düşünür Balzac, “Zamanı öldürmek, en pahalı harcamadır” diyor. 2013’ten bu yana Türkiye ekonomisi, en kırılgan ekonomiler listelerinde hep başa güreşiyor. Aradan tam 8 yıl geçti ama Erdoğan şahsım hükümetleri ekonomimizi tahkim edecek hiçbir şey yapmadı. Erdoğan “Dış güçler” dedi, “Faiz lobisi” dedi, doymadı, muhalefeti “yalan terörü” yaratmakla suçlayacak kadar ileri gitti. Hedefler yalan olunca, bu sefer döndü, muhalefeti yalancılıkla suçladı. Ucuz siyasete kaçtı, havanda su dövdü.

BU BORÇLARI SİLAH ZORUYLA VERMEDİLER

Dünyanın en kırılgan ekonomileri liginde, bizi en başa yerleştiren sorunlar, her gün biraz daha ağırlaştı. Uluslararası Finans Enstitüsü verilerine göre, ailelerin, şirketlerin, devletin ve bankaların borçlarının toplamının, milli gelire oranı Erdoğan Şahsım Hükümetlerinin iş başına geldiği, 2002 yılında yüzde 105’ti. 2013 yılında bu oran yüzde 122’ye çıktı, 2021’in ilk üç ayı itibariyle ise yüzde 163’e yükseldi. Peki, bize bu borçları dış güçler, faiz lobileri, silah zoruyla mı verdi? Erdoğan Şahsım Hükümetleri bu borçları bayıla bayıla aldı. Çünkü bildikleri bir tek şey var. O da; “El atına binip, çalım satmak.” En kolay iş…

BORCA BOĞULDUK

Pandemi döneminde benzer ekonomiler arasında, yurttaşlarına en az destek veren üçüncü ekonomi olduk. Buna karşın en çok borç veren ikinci ekonomi olduk. Aileleri, esnafı, çiftçiyi, iş âlemini zaten borç batağına batmıştı daha da borç batağının içine sürüklediler. Bugün herkes çok daha borçlu. 2017’de Halkbank’a borçlu esnaf sayımız 448 bindi. Bugün bu sayı üçe katlandı 1 milyon 168 bine yükseldi. Artık her iki esnaftan bir tanesi Halkbank’a borçlu… Esnafın başka bankalara olan borçlarını söylemiyorum dahi.

128 MİLYAR DOLARI BUHARLAŞTIRDILAR, EMANET DÖVİZ PEŞİNDE KOŞUYORLAR

Borçlar rekor kırarken, Merkez Bankası’nda kendine ait rezerv bırakmadılar. 2013 Mayıs ayında Merkez Bankası kasasındaki rezerv varlıklarımız, vadesi bir yıl içinde dolacak döviz yükümlülüklerimizden, 47 milyar dolar daha fazlaydı. Yani kasada kendi parası olarak 47 milyar dolar vardı. Dün öğrendik ki, 25 Haziran itibariyle; kasadaki döviz rezervi, kısa vadeli döviz borcumuza yetmiyor. 33,5 milyar dolarlık bir açık var. Peki bunun sorumlusu kim? Elbette, Erdoğan Şahsım Hükümeti. Kayınpeder, damat bir oldular. Merkez Bankası kasasındaki 128 milyar doları, koltukta kalmak uğruna buharlaştırdılar. Şimdi, Azerbaycan’dan, Malezya’dan, Kore’den, Rusya’dan emanet döviz bulmanın peşinde koşuyorlar.

VATANDAŞ TL’DEN KAÇIYOR, DÖVİZE VE ALTINA KOŞUYOR

Erdoğan Şahsım Hükümetine güvenmeyen yurttaşlarımız da, Türk Lirası’ndan kaçıyor. Dövize, altına koşuyor. 2013 yılının Mayıs ayında, yabancı para mevduatların toplam mevduat içindeki payı, yüzde 31 idi. Bugün yüzde 55. Erdoğan Şahsım Hükümeti, şimdi bankaların döviz mevduatı tutmalarının maliyetini artırarak, bu sorunu çözmeye çalışıyor. Munzam karşılıkları yüzde 2 artırarak, bu işin çözülemeyeceğini, sorunun temelinde güven sorunu olduğunu görmemekte hala ısrar ediyor. Ekonomi Koordinasyon Kurulu, Fiyat İstikrarı Komitesi kuruyor. Oysa ekonomide koordinasyonu, Ekonomik ve Sosyal Konsey’i çalıştırarak sağlayabilir. Fiyat istikrarının da, Merkez Bankası’nın bağımsızlığına, müdahale etmeyerek temin edebilir. Aspirin tedavisi kabilinden kararlar derde deva olmaz.

ASIL SORUN GÜVEN SORUNU

Tekrar söylüyorum, sorun güven sorunudur. Can ve mal güvenliği, kurumlara güven, politikalara güven sorunudur. Bunu aşmak için de; Yeni kurallara, Yeni kurumlara ve Yepyeni Kadrolara, hasılı “Yeni Bir İktidara” ihtiyaç vardır. Erdoğan Şahsım Hükümeti metal yorgunudur. Ülkeyi yalanla, iftirayla, sopayla, tehditle yöneteceğini sanmaktadır. Metal yorgunu olanlar, sorunların parçası olanlar, sorunları çözemezler. Çözemiyorlar da zaten…

DEVLETİN DÖRT TEMELİ

Bundan tam 383 yıl önce; ünlü filozof ve siyaset adamı Francis Bacon, şu tespiti yapmış: “Devleti devlet yapan dört temelden, Adalet, Ahlak, Hazine ve Yönetim’den biri sarsılır veya zayıflarsa, kurtuluş dualara kaldı demektir.” Erdoğan Şahsım Hükümetlerinin elinde, devletimizin dört temelinin dördü birden sarsılıyor.

ADALETİ BİTİRDİLER

Ülkede “Adaleti” bitirdiler. Önce beraber yol yürüdükleri, hoca efendilerinin hâkim ve savcılarının eliyle, daha sonra, AK Parti il ve ilçe yönetimlerindeki avukatlardan devşirdikleri, hâkim ve savcılar eliyle, en sonunda da Sarayın vesayeti altına aldıkları, Hâkim ve Savcılar Kurulu eliyle, devletin adalet direğini çökerttiler. Şimdi Anayasa Mahkemesi Başkanı feryat ediyor. “Mahkemelerin adalet arayışına cevap veremediği yerde, hukuk dışı arayışların ortaya çıkması kaçınılmazdır” diyor. Bugün Türkiye’de tuz kokmuştur. Erdoğan Şahsım Hükümeti, mafyayı Cumhur İttifakı’na ortak yapmıştır. Ve bu kirli ittifak, bugün insanımızın temel hak ve özgürlüklerini tehdit etmektedir. Can ve mal güvenliğini tehdit etmektedir. Kadına ve aile içi şiddeti önlemeye yönelik, İstanbul Sözleşmesi’nden tek bir kişinin imzasıyla çıktık. Şimdi bu sözleşmeden ülkeyi çıkartan şahıs, kabahatini gizlemek için, “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 4. Ulusal Eylem Planı”nı açıklıyor. 19 yıldır iktidardasınız bu kaçıncı eylem planı? Kadınlar artık size güvenmiyor. Verdiğiniz sözü tutmadınız. Bu dakikadan sonra kadına kalkan her elde, her kadın cinayetinde, istismara uğrayan her çocukta, Erdoğan Şahsım Hükümeti’nin iki cihanda da sorumluluğu vardır.

AHLAKA DARBE VURDULAR

Erdoğan Şahsım Hükümetleri, devlet yönetiminde “ahlak” anlayışına da darbe vurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti; Erdoğan Şahsım Hükümetleri döneminde, bakan çocuklarının evlerindeki para kasalarıyla, gemiciklerle, sıfırlamakla bitmeyen paralarla, ayakkabı kutularındaki dolarlarla, Reza Zarrab’ın önüne yatan bakanlarla, mafyadan ayda 10 bin dolar maaş alan AK Partili siyasetçilerle, lüks arabalarda burnuna “pudra şekeri” çeken beslemelerle, kara para aklayıcılarıyla aynı fotoğraf karesine hiç çekinmeden giren devlet yöneticileriyle tanışmıştır. Yine aynı Erdoğan yönetimlerinde, Cumadan Cumaya milletin dini duygularıyla alay eden, özel uçaklarda, binlerce dolarlık şampanya yuvarlayan, rüşvetten aklanmamış bakanlar büyükelçilik makamına getirilmiştir. Ahlakını yitirmiş bir yönetim, özsaygısını da yitirir. Her türlü skandalı, pespayeliği kanıksar. Ve her şeyi kendinde hak görür. Bir yanda FETÖ Borsalarında çökülen oteller, marinalar, uçaklar, fabrikalar, uyuşturucu rotaları, aklanan kara paralar… Ve tüm bu kirli ilişkilerle, birkaç yıl içinde ortaya çıkan türedi zenginler. Diğer yanda sayısı 18 milyona dayanan yoksullar. Bir yanda evlatlarını doyuramadığı, soğuk kış günlerinde ısıtamadığı için, canına kıyan analar, diğer yanda Bodrum’dan İstanbul’a, kuaföre özel uçakla giden kadınlar. Bir yanda çocuğuna okul pantolonu alamadığı için, intihar eden babalar, diğer yanda, 40 yaşında milyonlarca dolarla oynayan yandaş tosuncuklar. Bugün Türkiye, dünyada oligarkların ekonomisi Rusya’dan sonra, servet dağılımındaki adaletsizliğin en yüksek olduğu ülke. Bunun sebebi devletin çökertilen ahlak direğinde aranmalıdır.

MİLLETE İŞ YOK, SARAY YANAŞMALARINA MAAŞ ÇOK

Yine bugün bu ülkede 10 milyon işsiz varken, milletin evlatları tek bir iş bile bulamazken, Sarayın yanaşmaları, beslemeleri, üç-beş ayrı yerden, üç-beş ballı maaş alıyorsa, sebebi yine, devlet yönetiminin çökertilen, ahlak direğinde aranmalıdır. 25 yıl önce Erdoğan; “Hırsızlık babadan evlada geçer. Evlattan babaya değil. Dolayısıyla yönetimlerde hırsızlık, yukarıdaki üst yöneticilerden, alttaki yöneticilere, oradan da halka yansır” diyordu. Doğru mu? Doğru. Bugün Türkiye’nin de üyesi olduğu, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), “Türkiye soruşturma ve kovuşturmanın, bağımsızlığını korumak da dâhil olmak üzere, yurtdışı rüşvetle mücadeleye hız katacak, önemli reformları acilen uygulamaya koymalıdır” uyarısında bulunuyor. Bu haksızlık mı? Hayır, değil. 2006’da Daimler Benz, Siemens ve Delta Pine gibi bazı uluslararası Alman şirketlerinin, dünyanın değişik yerlerinde rüşvet dağıttığı ortaya çıktı. Rüşvet dağıttıkları ülkelerden biri de Türkiye idi. Ne oldu? Rüşvet dosyaları kapandı. Yine Amerikan İlaç şirketi Alexion, Türkiye’de ilaç satışlarını artırmak için, 2010-15 yılları arasında hükümet yetkililerine, rüşvet verdiğini itiraf etti. Amerika’da itiraf etti. Peki bu itiraflar, Türkiye’de inceleme veya soruşturma konusu oldu mu? Ne gezer. Bunun gibi nice rüşvet olayları var. Ama sonuçlanan soruşturma sıfır. OECD yayımlandığı notta; “Türkiye, herhangi bir uluslararası rüşvet vakasını, başarıyla sonuçlandırmadı” diye açıkça söylüyor. Bugün Türkiye, rüşvet ve yolsuzlukla anılan bir ülke haline geldiyse, bunun sorumlusu kim? Elbette ülkeyi 19 yıldır yöneten, Erdoğan Şahsım Hükümetleri.

HAZİNE’Yİ ÇÖKERTTİLER

Erdoğan Şahsım Hükümetlerinin çökerttiği üçüncü ayak ise Hazine. Türkiye’de, devlet hazinesini, yağmalanacak ganimet olarak gören, bir siyasi zihniyet iş başında. Atadan deden kalan gümüşleri, özelleştirme diyerek 62 milyar dolara sattılar. Sakarya Tank Palet Fabrikasını Katarlılara peşkeş çektiler. Ne diyor büyüklerimiz? Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır diyor. Bugün de Erdoğan tank palet fabrikasındaydı çıktı, “Tankı paleti sattılar diyenler yalan söylüyor” dedi. Ne satması, biz satmaktan hiç bahsetmedik. Biz “peşkeş çektiniz” dedik, peşkeş… Milletin elde kalan son gümüşlerini de, Sarayın Hazine-i Hassası olan, Türkiye Varlık Fonu’na devrettiler. Milletin Meclisinin denetiminden kaçırdılar. Geçmişimizi sattıkları yetmedi. Çocuklarımızın geleceğine de ipotek koydular. Geçilmeyen köprü ve otoyollar, uçulmayan havalimanları için, yandaşlarına dolarla avroyla, 15-20 yıllık garantiler verdiler. Sonra da, kıblelerini şaşırdılar. Milleti unutup, yandaşlarını korumanın telaşına düştüler.

MAJESTELERİNİN ZIRHLILARI, MAJESTELERİNİN MAHKEMELERİ

Artık iktidardan gideceklerini görüyorlar. Erdoğan; geçilmeyen köprü ve otoyolların, uçulmayan havalimanlarının, talan İstanbul’a verilecek garantilerin, tahkimde “söke söke” Türkiye’den alınacağını söylüyor. Tahkim işini de Londra’daki majestelerinin mahkemelerine emanet ediyor. “Milletin hakkını yedirmeyiz” diyen bizleri, majestelerinin mahkemeleriyle tehdit ediyor. Bu topraklar daha önce, majestelerinin zırhlılarına sığınanları görmüştü. Şimdi de, majestelerinin mahkemelerine sığınanları görüyor.

MİLLETTEN ALINANI MİLLETE VERECEĞİZ

Sarayın bekçisi ise, biraz daha ileri gidiyor. Dolarla, avroyla verilen garantilerin, milletten söke söke alınacak paraların, yasal güvenceye kavuşturulmasını istiyor. Sayın Bahçeli, şu Sarayın büyüsünden bir kurtulun. Kapitülasyonlar Lozan’da yırtılıp atıldı. Bu devletin kurucu babaları, siyasi bağımsızlığımız kadar, iktisadi bağımsızlığımızın da üzerine titredi. Biz buradan bir kere daha ilan edelim. Bizim iktidarımızda, talan İstanbul’a tek kuruş çalışmayacak. Milletten söke söke alınanları da, hukukun gerektirdiği biçimde söke söke geri alacağız. Hepsini milletimize geri vereceğiz.

İSRAFIN MERKEZİ SARAY’IN KENDİSİ

Erdoğan’ın imzasıyla bu hafta bir tasarruf genelgesi çıkarıldı. Bu genelge Devlet Hazinesi’nin, sıkıntıda olduğunu ortaya koyuyor. Elbette tasarruf geçimin yarısıdır. Ama tasarruf genelgesi çıkaran Erdoğan, her ne hikmetse kendisini tasarruftan muaf tutmuş. İtibardan tasarruf olmaz demiş. Devlette israfın merkezi bizzat Sarayın kendisi. Saray kendisine tasarruf uygulamıyor ama millete “Porsiyonları küçültün” tavsiyesinde bulunuyor…

ZAM OLUP MİLLETİN ÜSTÜNE YAĞDILAR

Saraydakiler yediğinden, içtiğinden, şatafatından, israfından geri kalmasın diye, bir de zamlar, milletin üstüne yağmur gibi yağıyor. Atama İçişleri Bakanı, “Temmuzla beraber, ekonomi şahlanacak” diyordu. Temmuz’da şahlanan zamlar oldu. Elektriğe yüzde 15, doğalgaza yüzde 12 ile yüzde 20, üniversite harçlarına yüzde 10 zam geldi. LPG’ye de 39 kuruş zam yapıldı. Ama zamların zamanlamasında her zaman olduğu gibi bu sefer de ince işçilik unutulmadı. Elektriğe, doğalgaza yapılan zamlar, ay sonuna getirildi. Böylece, Temmuz’da verilecek ücret ve aylık zamları enflasyon farkı nedeniyle memurun, emeklinin cebine girmeden eriyip gitsin. Türkiye böyle bir hinliği, böyle bir zulmü, ne gördü, ne de duydu. Ne güzel söylüyor Nizamü’l Mülk, “Küfr ile belki, amma zulm ile paydâr kalmaz memleket.”

KURUMLAR ÇÖKERTİLDİ

Son olarak Erdoğan Şahsım Hükümetleri eliyle, devlette “yönetim”, yani kurumlar da çökertildi. 1879’da kurulan Maliye Teftiş Kurulu kapatıldı. 1945’de kurulan Hesap Uzmanları Kurulu kapatıldı. 1960’da kurulan Devlet Planlama Teşkilatı kapatıldı. Yine 1960’da kurulan Devlet Personel Başkanlığı o da kapatıldı. Devlete liyakatli kadroları yetiştiren tüm bu kariyer kurumları birer birer tasfiye edildi. Şimdi öyle görünüyor ki sıra, 1930’da kurulan, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na gelmiş. 3 yılda dört Merkez Bankası Başkanı gördük. Neredeyse her 9 ayda bir, başkan değiştirildi. Değişen Para Politikası Kurulu üyelerini saymak mümkün değil. Bugün eğer Türkiye, yüzde 19 ile tüm dünyanın en yüksek yedinci faizini veriyorsa bunun nedeni burada aranmalı. Çünkü Merkez Bankasına güven kalmadı.

ELLER MERSİN’E, ERDOĞAN TERSİNE

Şimdi ABD Merkez Bankası tıpkı, 2013 Mayıs ayında yaptığı gibi, yeniden “parasal sıkılaştırma” sinyalleri vermeye başladı. Brezilya’sından, Meksika’sına, Macaristan’dan, Rusya’sına pek çok ekonomi, paralarının değerini koruyabilmek için, faiz artırımlarına başladı bile… Bizde ise Erdoğan, eller Mersin’e giderken tersine gidiyor Temmuz, Ağustos’u gördükten sonra, Merkez Bankası’na “faiz indirme” talimatı veriyor. Keşke inse. Ama doğru düzgün bir programa dayanarak inse… Ve bu Türk lirasında çok daha hızlı bir değer kaybına sebep olmasa. Küresel ekonomide yeni türbülanslar ufukta, ama bu türbülansı göğüsleyecek, önemli kurumların başında gelen Merkez Bankası’nda, tecrübeli orta ve alt kademe yönetici kıyımı başladı. İyi yetişmiş bu yöneticilerin yerine, iş bilmeyen, tecrübesiz isimler atanıyor. Şunu açıkça belirtiyim. Bir Merkez Bankasının en önemli sermayesi itibardır. Bu itibarın en önemli unsuru da, iyi yetişmiş, liyakatli kadrolardır. Ben buradan Erdoğan Şahsım Hükümetini, özellikle de Hazine ve Maliye Bakanını uyarıyorum. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nı çökertmeyin. Milleti perişan edersiniz.

TÜRKİYE’NİN AVANTAJLARI BÜYÜK, YETER Kİ LİYAKATLİ YÖNETİM OLSUN

Türkiye’miz büyük bir ülkedir. Potansiyeli çok yüksek bir ekonomidir. Zaman daralsa da genç nüfusumuz, canlı iç pazarımız tüm dünyanın ilgi odağıdır. Yine Türkiye’miz, Afro-Avrasya coğrafyasında çok kritik bir konumdadır. 4,5 saatlik uçuş mesafesinde; 58 ülkeye, 1,5 milyar nüfusa, 22 trilyon dolarlık bir pazara erişme imkânına sahiptir. Bu göreli üstünlüklerimizi, dünyadaki yeni eğilimleri de doğru okuyarak, sıçrama tahtası yapmamız çok kolaydır. Yeter ki liyakatli bir yönetim olsun, güven veren bir yönetim olsun.

DÜNYA DAHA KAPSAYICI BÜYÜMEYİ KONUŞUYOR

Bugün dünya Washington Mutabakatını bırakmış, artık Cornwall Mutabakatı’nı konuşuyor. Daha adil, daha kapsayıcı, kimseyi dışlamayan ekonomik ve sosyal politikaların önemi artıyor. Yeşil-dijital dönüşüm kendini tüm dünyaya dayatıyor.

DÖRT AYAKLI BUHRANDAN ÇIKIŞ STRATEJİSİ

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, ülkemizi ve tüm dünyayı kucaklamak üzere, dört ana sütun üzerine inşa edilmiş bir stratejiyi, “Üç Yeni” dediğimiz, “Yeni Kurallar, Yeni Kurumlar, Yeni Kadrolar” eliyle uygulayacağız.

Bu “üç yeniyle” uygulayacağımız dört ayaklı stratejimizin ilk ayağında; hukuk devletini, demokrasiyi ve kuvvetler ayrılığını, yeniden ayağa kaldıracağız. Milletimizin can ve mal güvenliğini sağlayacağız. Biz yepyeni ve güçlendirilmiş bir parlamenter sistemle, dünyaya örnek bir demokrasiyle, cumhuriyetimizi taçlandıracağız.

Stratejimizin ikinci ayağında; küresel pazarlarda yarışma gücümüzü, üretimimizi ve gelirimizi artıracak politikalarımız var. Artık borçla değil üreterek büyüyeceğiz. İşsizliği azaltacağız, ülkede katma değeri artıracağız, yeşil ve dijital dönüşüme ayak uyduracağız, yepyeni bir büyüme anlayışını, üreterek büyüme anlayışını, küresel yarışma gücünü arttırarak büyüme anlayışını hayata geçirmeye hazırız.

Stratejimizin üçüncü ayağında; artan refah ve gelirin adil paylaşımı var. Büyümeden ve refahtan, tüm vatandaşlarımız yararlanacak. Bu ülkede hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek. Aile Destekleri Sigortasıyla, fakiri, garibi gurebayı kucaklayacağız.

Ve stratejimizin dördüncü ayağında, tüm bu yapıyı sürdürülebilir kılmak için, çevresel, ekonomik ve mali sürdürülebilirliğe dikkat edeceğiz. Paris İklim Antlaşması’nı onaylayacağız. Biz hazırız. Cumhuriyet Halk Partisi hazır. Milletimiz de herkesin ne yaptığını görüyor. Herkesin notunu veriyor. Sandık önüne geldiğinde de ki sandığı hasretle bekliyor gereğini yapacak. Erdoğan Şahsım Hükümetini evine gönderecek.

Benim söyleyeceklerim bu kadar. Varsa şimdi sorularınızı alabilirim.

 

Soru- Son dönemde kamuda liyakatsiz atamalar iktidarın içinden ya da iktidara yakın isimlerin ilgisiz makamlara atanması ve buralardan çok yüksek maaşlar almaları tartışılıyor. Son örnekte Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne yapılan atamalar oldu. Siz bu atamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Faik ÖZTRAK- Yani bir yandan Erdoğan Şahsım Hükümeti zam yağmuru olmuş milletin üstüne yağarken kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin düzenlemelerini artık uzatmazken, pek çok vatandaşımız işsiz kalma riskiyle karşı karşıyayken, hala işte olanlarda yoksulluğun pençesindeyken, asgari ücret açlık sınırının altındayken saray ve şürekası için şapka hazırlıyor. Saray ve şürekasının 3 – 5 maaşı gövdeye indirmesi vaka-i adiyeden oluyor. Yani bugün basında gördüğümüz Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne ait olan ve özelleştirilen 11 limanın yönetimine AK Partili eski vekillerin, il, ilçe yöneticilerinin ve hatta seçimde aday adayı olanların ve de Cumhurbaşkanlığı bürokratlarının doldurulması ibretlik. Bu milletin vicdanını sızlatıyor. Millet bunların her yaptığını görüyor, notlarını veriyor. Tasdiknamelerini vermek içinde önüne gelecek sandık için gün sayıyor.

 

Soru- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu İstanbul Vakfı’na kurban bağışı izni verilmemesini kamuoyuyla paylaştı. Eleştirilerini İçişleri Bakanlığı’na yöneltti. Bu eleştiriler bugün katıldığı bir programda İçişleri Bakanı Soylu’ya da soruldu. Soylu’nun cevabı “Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi benim. Bana yönelik öyle ithamlar var ki dünyanın en kötü adamıyım” şeklinde oldu. Siz Sayın Soylu’nun bu cevabını nasıl yorumluyorsunuz?

Faik ÖZTRAK- Belediyelerimiz biliyorsunuz ihtiyaç sahibi vatandaşlarımıza ayrım yapmadan ulaşmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Bayram vakti evlere bir kilo kavurma girsin diye belediyelerimiz uğraşıyor. Bunu da engellemeye çalışıyorlar. Şimdi tepkiler üzerine buna izin vermişler ondan sonra da İçişleri Bakanı çıkmış, mağdura yatmaya kalkmış. Yani ne diyor? “Ben dünyanın en kötü adamıyım değil mi” diyerek basın mensuplarının önünde vicdan yapıyor. Siz niye yasaklıyorsunuz kurban bağışlarını İstanbul Belediyesi’nin vakfına. Bunu bir açıklayın. Ama yanıt vermek yerine mızıkçılık yapıp mağdura yatıyorsunuz. Bu yanıt yaptıklarının ve söylediklerinin hesabını veremeyen bir yöneticinin ruh halini yansıtmaktan başka bir işe yaramıyor.

Teşekkür ediyorum. 


Bu Kategorideki Diğer Haberler

Cumhuriyet Halk Partisi 100 Yaşında
Haber Tarihi: 09.09.2023
CHP Parti Meclisi Açıklaması
Haber Tarihi: 06.06.2023