CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (16 ŞUBAT 2021)

Okunma Sayısı: 16229    |    Haber Tarihi: 16.02.2021

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:


Gerçekten de hakkı, hukuku ve adaleti her ortamda savunduk, savunmaya da devam edeceğiz. Sanıyorlar ki, biz geri adım atarız. Sanıyorlar ki, baskı kurduğumuz zaman bunların sesi çıkmaz. Sanıyorlar ki, bunları tek tek yakalayıp hapse attığımızda bunlar dağılırlar. Onların bilmeleri gereken bir şey var; bu partinin dokularında Kuvâ-yi Milliye ruhu var, bilmeleri gereken nokta budur.

Defalarca söyledim, yine söyleyeyim: Cumhuriyet Halk Partisi avukat bürolarında kurulan bir parti değildir. Savaş meydanlarında kurulmuştur. Cumhuriyet kurulmadan önce kurulmuştur. O insanlar cumhuriyeti kurdular ve o insanlar cumhuriyetin demokrasiyle taçlandırılması için bizi görevlendirdiler ve biz bu görevi yapacağız. Bu görev için iktidara talibiz. Bu görev için herkes düşüncesini özgürce söylesin diyoruz. Bu görev için değişik siyasi partilere milletten izin aldıkları, oy aldıkları sürece başımızın üstünde yeri var diyoruz. Demokrasiyi güçlendirmek istiyoruz, çağdaş uygarlığı yakalamak ve sonra aşmak istiyoruz. Hedefimiz bu ama bunu yapmadılar. İktidar sahipleri bunu içlerine sindiremediler. Balyoz'du, Ergenekon'du, her şeye, cumhuriyetin bütün kurumlarına saldırdılar. Adeta darmadağın ettiler. Genelkurmay başkanlarının bile terörist olarak yakalanıp içeri atıldığına tanık olduk.

Her zaman haksızlıklara karşı çıktık. Bir bardak vardı. Bütün haksızlıklar birer damla halinde o bardağa düşüyordu. Enis Berberoğlu'nun damlası, bardağı taşıran damla oldu ve biz evet, rahatlıkla söyleyebilirim; dünya siyaset tarihinin en anlamlı ve en uzun yürüyüşünü yaptık. Adına Adalet Yürüyüşü dedik. Çünkü olmayan bir şey için yürüyorduk, olmayan bir şeyi istiyorduk biz; memlekette adalet yoktu, adaletin eli kolu bağlanmıştı, gözlerinin bağlanması tamam, eli kolu da bağlanmıştı. İradesi ipotek altına alınmış yargı kararları uygulanmıyordu. Biz Anayasa'nın bize tanıdığı haktan yola çıkarak, tarihin en uzun yürüyüşünü yaptık. Bütün adaletsizliklere karşı çıktık, bütün adaletsizliklere. Hiçbir ayrım yapmadık. Kim adaleti istiyorsa, onun yanında olduk. Bugün de aynı noktadayız. Kim adaleti istiyorsa, bize gelecek. Biz onun adalet talebini yerine getirmek için her türlü kavgayı, mücadeleyi vermeye hazırız.

Enis Berberoğlu için, düşünebiliyor musunuz Türkiye'deki yargının durumunu? Bir mahkeme beraat, bir başka mahkeme ömür boyu müebbet veriyor. Aynı olay. Nasıl bir yargı süreci? Anayasa Mahkemesi "hâk ihlali var" diyor. Alttaki mahkeme bunu uygulamıyor, "uygulamam" diyor. Tam bir devlet krizi. Bir mahkemeyi düşünün, "ben Anayasa Mahkemesi'ni takmayacağım" diyor. "Ne demek Anayasa Mahkemesi? Ben gücümü hukuktan değil, kendi vicdanımdan değil, bana talimat veren saraydan alıyorum" diyor. Bugün o saray yerle bir oldu, yerle bir oldu. Şeklen orada bir saray var ama Türkiye'de de adaleti gerçekleştirmek için mücadele eden milyonlar var ve biz amacımıza ulaştık. Enis Berberoğlu şimdi Parlamento’nun onurlu bir üyesi olarak görevinin başındadır. Hoş geldiniz.

Bitti mi? Bitmedi. Daha bizim alacağımız var, söyleyeceklerimiz var. Anayasa Mahkemesi son kararında şunu söylüyor. Anayasa'mızda hukukun üstünlüğü ilkesinin güvencesi olan kurallardan biri de Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayıcılığı yönündeki Anayasa'nın 153’üncü maddesine vurgu yaparak şöyle diyor: “Bu kapsamda türlü bahaneler ve hukuk tanımaz tutum ve davranışlarla, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesine ve mevcut ihlallerin sürdürülmesine neden olacak şekilde Anayasa'nın öngördüğü hukuk düzenine karşı koyma anlamına gelecek keyfi kararlara hiçbir hukuk sisteminde müsaade edilemez.” Ve devam ediyor, “dolayısıyla bir hukuk devletinde Anayasal hükümlere uymamanın ilgililer açısından cezai, idari ve hukuki sorunlar sorumluluklar doğuracağı açıktır.” Cezai, idari ve hukuki sorumluluklar Anayasa'ya uyulmadığı takdirde, Anayasa'nın gereği yerine getirilmediği takdirde. Bu kararlara uymadılar. Anayasa Mahkemesi ikinci kez karar vermek zorunda kaldı.

Olması gereken ne? Eğer bu ülkede gerçek anlamda hukuk, bu ülkede gerçek anlamda demokrasi varsa, Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan ilk yargıcın o görevden alınması lazım, alınması lazım. Hakimler ve Savcılar Kurulu'na soruyorum: Anayasa Mahkemesi'nin kararı oldukça açık. Bu kişi hâlâ görevinde mi, değil mi? Hâlâ görevini sürdürüyorsa, o zaman sen kimin hakkını ve hukukunu savunuyorsun? Sarayın mı, sade vatandaşın mı, haksızlığa uğrayanın mı? Bu soruyu gittiğiniz her yerde soracaksınız değerli arkadaşlarım; gittiğiniz her yerde soracaksınız.

Haksızlığa uğradı mı? Uğradı. Anayasa Mahkemesi karar verdi mi? Verdi. Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan var mı? Var. Sırtını saraya dayayan sözde yargıç var mı? Var. Bizim anladığımız anlamda bir hâkim mi? Bizim anladığımız anlamda, vicdanıyla ve hukukun üstünlüğü ilkelerine göre hareket eden bir hâkim değil, talimatla görev yapan bir hâkim. Bu ülkede talimatla görev yapan hakimler, yargının içinden elenip alınmadığı sürece, bütün yargı töhmet altında kalıyor. Buna herkesin dikkat etmesi lazım.

Değerli arkadaşlarım; Gara Şehitlerimiz var. Uzman Çavuş Hüseyin Sarı, Polis Memuru Sedat Yabalak, Jandarma Astsubay Semih Özbek, Polis Memuru Vedat Kaya, Jandarma Er Süleyman Sungur, Uzman Erbaş Mevlüt Kahveci. Topçu Er Müslüm Altıntaş, Er Adil Kabaklı, Aydın Köse, Sivil Muhammet Salih Karaca, Sözleşmeli Er Sedat Sorgun, Uzman Çavuş Ümit Bıcır…

Değerli arkadaşlarım; Gara Şehitleri 5,5-6 yıldır terör örgütünün tuttuğu güvenlik görevlilerimiz. 5-6 yıldır ne yapıldı? 5-6 yıldır defalarca hatırlatılmasına karşın ne yapıldı? Şimdi bunların tamamı hayatını kaybetti. Şehitlerin ailelerinin bulunduğu evlere kor ateşi düştü. Hepimiz yanıyoruz, içimiz yanıyor. Öyle bir noktaya geldik ki, adeta şehitler üzerinden hesaplaşan bir Türkiye... Şu iktidarın yaptığına bakın Allah aşkına. Şehit şehittir arkadaşlar. Onun, bizim toplumda vicdanı olan bir toplumda ayrı bir yeri vardır. Ayrı bir kültürümüz vardır. Bir Tweet üzerinden kıyameti kopardılar. Hangi ahlak, hangi erdem, hangi bilgi, hangi kültür, hangi inanç? Emin olun anlamakta zorlanıyorum.

Aileler defalarca geldiler, her kapıyı çaldılar, bana da geldiler, defalarca geldiler. Malatya'ya gittim, orada da geldiler. Arkadaşlarımızı görevlendirdik. Basın toplantıları yaptılar. Olaya iktidarın el atması gerektiğini söyledik. "Bu çerçevede bir çaba harcayın" dedik. "Bu insanlar bir şekliyle çoluk çocuğuna, annesine, babasına kavuşsun" dedik. Elimizden gelen her şey yapıldı. Basın toplantıları yapıldı, çocukları terör örgütünün elinde olan aileler ile basın toplantıları yapıldı, iktidara çağrılar yapıldı.

Değerli arkadaşlarım; soru önergeleri verildi. Dönemin başbakanına, içişleri ve milli savunma bakanlarına soru önergeleri verildi. Soru önergelerinde değerli arkadaşlarım, her soru önergesine sıradan, olayın özüne inmeyen yanıt şöyle: "Terör örgütleriyle mücadeleye yönelik keşif, gözetleme ve operasyonel faaliyetler azim ve kararlılıkla devam etmektedir.” Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verilen soru önergesine verilen yanıtta bu yazıyor. Bunlar kurtuldu mu? Hayır. Tamamı hayatını kaybetti değerli arkadaşlar. Ailelerle Malatya'da görüştüm, Ankara'da görüştüm. Defalarca geldiler. Dönemin başbakanına aktardım, bakanlara aktarmaya çalıştım. Arkadaşlarım konuştular. Basın toplantıları yaptılar. Yani bir şekliyle bunların ailelerine dönmeleri gerekiyordu. Elimizden gelen her şeyi yaptık değerli arkadaşlar, her şeyi yaptık.

Bu arada değerli arkadaşlarım, bu kardeşlerimizin, şehit olan bu kardeşlerimizin öldüğü haberi geldi. Önce şunu düşündüm değerli arkadaşlarım: Nerede, nasıl bu kardeşlerimiz şehit oldular? Bilgi edinmeye çalıştım ve bilgiler parça parça önümüze gelmeye başladı değerli arkadaşlar.

Açıklamayı Malatya Valisi yapıyor. Niçin? Bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan bir kişi var, Millî Savunma Bakanlığı koltuğunda oturan bir kişi var, İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan bir kişi var; açıklamayı niye vali yapıyor? Benzer bir olay nerede olmuştu. Benzer bir olay İdlib'de olmuştu. Orada da 33 askerimiz şehit edilmişti. Açıklamayı korkudan hiç kimse yapmıyor, Hatay Valisi yapıyor. Neden? Çünkü kabahatlerini ve kusurlarını biliyorlar, yanlışlarını biliyorlar, eksikliklerini biliyorlar.

Değerli arkadaşlarım; bir olay çok önemlidir. Erdoğan, pazartesi günü, “çarşamba günü çok önemli bir haber vereceğim” diye bir açıklama yaptı. Bir müjde verecekti. Ona göre ordu müdahale edecek, bu kardeşlerimiz kurtarılacak, Türkiye'ye getirilecek ve müjde verilecekti. Biz de bekledik böyle bir müjdeyi. Biz de arzu ederiz, hiç kimsenin burnu kanamadan bu kardeşlerimizin alınıp Türkiye'ye getirilmesini ve terör örgütüne de iyi bir ders verilmesini. Ama bunların tamamı şehit oldu arkadaşlar, hayatlarını kaybettiler. Açıklama yapmaktan korktular. Devleti yöneten birisi, "çarşamba günü çok önemli bir şey açıklayacağım" diye açıklama yapmaz arkadaşlar; operasyonlar gizli yapılır, kimseye haber verilmez.

Rahmetli Ecevit, terör örgütünün başındaki kişiyi alıp getirirken eşine bile haber vermemiştir. Devlet böyle yönetilir. Düğün, bayramla devlet yönetilmez. Devlet yönetimi, devletin nasıl yönetilmesi gerektiğini bunlar bilmiyorlar. Bırakın devleti, bir köy bile yönetilmez böyle, bunlar bir köy bile yönetemezler.

Değerli arkadaşlarım; tabii şehitlerimiz geldi, başsağlığı dileklerimiz var. Ak Parti'ye ait troller harekete geçtiler. Kabahatlerini örtmek için, hani bu mezarlıktan geçenler, korkularını sindirmek için şarkı türkü söylerler ya; benzer bir tablo değerli arkadaşlarım ve suçlamaya başladılar, ayrıştırmaya başladılar. Oysa şehitler, 83 milyonun şehidi. Siyasi görüşleri farklı olabilir, kimlikleri farklı olabilir, farklı görevler yapabilirler ama bu ülke için hayatlarını verdiler onlar, bu ülke için verdiler. Bu ayrılık-gayrılık neden? Bu korku neden? Farklı bir iklimi Türkiye'ye getirmeye çalışıyorlar. Her alanda ayrıştırdılar, şehitler üzerinden de ayrışmayı getiriyorlar. Çok tehlikeli bir tutum bu değerli arkadaşlarım, çok tehlikeli bir tutum.

Değerli arkadaşlar, şehitlerimiz daha defnedilmemiş, yaralar tazeyken bunu yapıyorlar. Talimat üzerine yapıyorlar, sarayın talimatı üzerine yapıyorlar. Ben üzülüyorum, emin olun içim acıyor. Şehitler gelmiş, daha cenazeler kalkmamış, kavga ediyorlar. Sen-ben kavgası mı bu arkadaşlar yahu? Sen-ben kavgası mı? Devleti yönetemiyorlar, yönetme güçleri yok, bilgileri yok, birikimleri yok. Kinle devlet yönetilmez, öfkeyle devlet yönetilmez; devlet bilgiyle yönetilir, birikimle yönetilir, devlet sevgiyle yönetilir. Devleti yönetenler her türlü eleştiriye açık olmak zorundadırlar. Her eleştiriden ders çıkarmak zorundadırlar. "Beni niye eleştirdin, seni ezeceğim, sana iftira atacağım." Hangi akıl var bunlarda, hangi mantık var?

Bir de kendilerini başka bir pozisyonda tutuyorlar: "Biz Müslümanız, diğerleri değil." Allah akıl fikir versin bunlara. Toplumu ayrıştırıyorlar, toplumu bölüyorlar ama ben buradan bütün vatandaşlarıma söz veriyorum: Kimliğiniz, yaşam tarzınız, siyasi görüşünüz, inancınız ne olursa olsun, bu coğrafyada yaşıyorsanız, benim başımın üstünde yeriniz var. Asla ayrımcılık yapmayacağım.

Türkiye bu acıları yaşıyor. Emin olun, bu acıları yaşıyor. Duyduğumda önce inanamadım. Erdoğan, sanki bu olaylar hiç olmamış gibi, beyefendi kahvaltıya gidiyor. Bir yaylaya kahvaltıya gidiyor. Rize'yle Trabzon arasında, her 15 metreye bir polis dikiyorlar, her 15 metreye. Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir şey, her 15 metreye... Ya sen kendi vatandaşına güvenmiyorsun? Şikâyeti görev yapan polisler söylüyor. Böyle bir garabet Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde hiç yaşanmadı ve biz yaşıyoruz. Yaylaya çıkıyorsun, sabah kahvaltısı yapmaya, 13 kişi hayatını kaybetmiş, şehidimiz var, umurunda bile değil.

Sonra Rize Kongresi... Allah aşkına bütün vatandaşlarımdan özellikle rica ediyorum: O kongreyi oturun internetten izleyin. O gülüşmeler, o kahkahalar, o fıkralar... 13 kişi hayatını kaybetti, 13 kişi ya! Hangi ahlaka göre siz bunu yapıyorsunuz! Hangi inanca göre yapıyorsunuz bunu! Ben böyle bir inanç bilmiyorum. Böyle bir ahlakı da hiç görmedim. Ya 13 kişi hayatını kaybetmiş, şehidimiz var; bari onlara saygı duy yahu. Güle oynaya kongre yapıyorlar. Bir de şehit annesini telefonla bağlatıyorlar. O da bir şey, ayrı bir dram. Gerçekten ayrı bir dram. Erdoğan'ın keyfi yerinde, anne ağlamaklı... Ders vermeye kalkıyor. Ya Allah bu millete sabır versin; vallahi, billahi, Allah bu millete sabır versin! Bir şehit annesi ya, onu propaganda malzemesi olarak kullanıyor! Şehitlere ne kadar yakın olduğunu Türkiye'ye anlatmak için kullanıyor onu. Oysa bütün Türkiye görüyor onu. Nasıl güldüğünü, nasıl eğlendiğini, nasıl keyif içinde olduğunu bütün Türkiye görüyor. Askerlerimiz, sivillerimiz, devlet görevlilerimiz hayatını kaybetmiş, o beyefendinin derdi başka. Ya bırakın bari bu anne matemini yaşasın. Bir annenin matemini yaşamasına dahi izin vermiyorlar. O annenin acısını, dramını acaba saray ve çevresi biliyor mu? O dramı biliyorlar mı acaba? O annenin, o evladını nasıl yetiştirdiğini, askere nasıl gönderdiğini acaba onlar biliyorlar mı? Ellerinle kına yaktığını onlar biliyorlar mı acaba? Değerli arkadaşlarım, bari bırakın da bu insanlar acılarını yaşasınlar. Buna bile izin vermiyorlar değerli arkadaşlarım ve konuşuyor. Şunu söylüyor: "Oğlunuz şehit oldu. Siz bu şerefi yaşadınız." Lafa bak! O şeref en çok sana yakışıyor. Göndersene çocuklarını askere, niye bedelli askerlik yaptırdın! Niye yaptırdın bedelli askerlik?

Eğer sen böyle bir şerefi istiyorsan, böyle bir şerefi kabul etmek istiyorsan ve bu şerefi başının üstünde ailelerine de miras olacak şekilde yaşamak ve içselleştirmek istiyorsan, çocuklarına bedelli yaptırmazsın, gönderirsin askere. Neden bu ülkede hep fakir-fukaranın çocukları bedel ödüyor? Hangi Ak Partili milletvekilinin çocuğu bedel ödedi bu ülkede?

Gerçekten içimiz acıyor. Arkadaşlarımız basın toplantılarını defalarca yaptılar. Ailelerle defalarca görüştüm. Milletvekillerimiz defalarca soru önergeleri verdiler. Karşıda bir duvar var, bir duvar... Şimdi o duvardan nasiplenmeye kalkıyorlar, ama korkarak, ürkerek bu olmaz değerli arkadaşlarım.

Şimdi ben bizleri dinleyen bütün vatandaşlarıma, hangi partiden olursa olsun bütün vatandaşlarıma şunu söylüyorum, lütfen beni iyi dinleyin: Erdoğan'a 5 soru soracağım. 5 soru ve bu soruların cevabını millet adına ondan bekleyeceğim. Bu 5 soru benim değil 83 milyonun sorusudur. Öyle baksın, Ak Partililer de dahil, MHP'liler de dahil, Cumhuriyet Halk Partililer de dahil, HDP'liler de dahil, İYİ Partililer de dahil; kim varsa, bu ülkede kim yaşıyorsa, kimin eli kalem tutuyorsa, kimin aklı baliğ olmuşsa, bu soruların cevabını istesin.

1- Bölücü terör örgütünün tam 5,5 yıl elinde tuttuğu vatan evlatlarını kurtarmak için cumhurbaşkanı olarak ne yaptınız? 5,5 yıl terör örgütünün elinde kaldı bunlar, rehin tutuldular. Ne yaptı bunlar? Çık, millete anlat bakayım. Ya bir İsrail askeri Filistinliler tarafından alındı, dünyayı ayağa kaldırıyorlar, dünyayı ayağa kaldırıyorlar, herkes sahip çıkıyor! 5,5 yıl bunları unutturdun ya, unutturdun! Biz soru önergesi vermesek, basın toplantıları yapmasak, zaten kimsenin de haberi olmayacak.

2- Terör örgütünün başı Abdullah Öcalan'dan seçimlerde size yardımcı olması için mektup dilenirken, neden vatan evlatlarının serbest bırakılması için çağrı yapmasını istemediniz? İstanbul seçimleri sizin için 13 vatan evladından daha mı kıymetliydi?

Evet, bunu da soruyorum.

3- Yıllarca "dostum Trump" diye böbürlenip durdunuz. Neden dostluğunuzu vatan evlatlarımızı terör örgütünün elinden kurtarmak için kullanmadınız?

Öyle ya, bölgede Amerikalılar çok güçlü, e senin de en yakın dostun Trump. Neler yaptığınızı biz de biliyoruz, Amerikalılar da biliyor. Sen bu dostluğunu neden bu vatandaşlarımızın, askerlerimizin, sivillerimizin kurtarılması için kullanmadın? Papazı veriyorsun. Trump telefon ederdi, belki onlar da 13 kişiyi vereceklerdi, 13 şehidimiz olmayacaktı. Niye kullanmadın? Kim engel oldu?

4- Daha önce benzer hadiselerde sorununun çözümünde büyük katkıları olmuş İnsan Hakları Vakfı, İnsan Hakları Derneği ve Mazlum-Der gibi ulusal insan hakları örgütleri ile uluslararası insan hakları örgütlerinden terör örgütünün elinde tuttuğu evlatlarımıza zarar gelmemesi ve serbest bırakılmaları için en azından çağrıda bulunmak hiç aklınıza gelmedi mi?

Öyle ya, bir sürü şey var. Daha önce gidip teslim almışlardı terör örgütünden. Hatta bir de milletvekili gitmişti. İnsanlar sağ salim Türkiye'ye getirildiler. Neden 13 kişiye sahip çıkmadınız bugüne kadar? 13 şehidimize neden sahip çıkmadınız?

5- Dün Rize'de yaptığınız açıklamalarda sınır ötesi operasyonun hedeflerinden birinin de şehit olan 13 evladımızın kurtarılması olduğunu, ancak başaramadığınızı söylediniz. 13 vatandaşımızın kurtarılması amacıyla başlatılan operasyondaki başarısızlığı kim üstlenecek? Bu işin sorumlusu kim?

Millet bekliyor, bu işin sorumlusu kim? Rehine kurtarma operasyonuna gidiyorsun, bütün rehineler ölüyor. Akıl tutulması yahu, akıl tutulması var burada. Gidiyorsun rehineleri kurtarmaya, bütün rehineler ölüyor, sen de dönüp geliyorsun. Korkudan hiç kimse açıklama yapmıyor, valiye diyorlar, "sen bir açıklama yap."

Ne diyorduk? Bunlar devleti yönetemezler, yönetmiyorlar zaten. Yönetemiyor zaten; bilgileri yok, birikimleri yok, iradeleri yok. Bir devlet böyle mi yönetilir yahu? Şimdi normalde birisinin bu sorumluluğu alıp, istifa etmesi lazım. Rehine kurtarmaya gidiyorsunuz, tamamı ölüyor. Ayrıca 3 askerimiz de şehit oluyor. Nasıl oluyor bu? Bunun hesabını kim verecek? Ak Partili kardeşlerime özellikle söylüyorum: 13 şehidimizin kanları yerdedir. Onlar Türkiye'ye gelebilirdi, getirilebilirdi. Burunları kanamadan Türkiye'ye getirilebilirdi. Kendilerine göre gittiler. Sözde terör örgütünden alacaklar, çarşamba günü gelecek, Erdoğan çıkacak, medyaya açıklama yapacak. "Biz kahramanınız, biz şöyleyiz, biz 13 kişiyi kurtardık." Hedef bu değil miydi? Hedef buydu. Davulla, zurnayla rehine mi kurtarılır Allah aşkına ya, davulla zurnayla?

Rahmetli Ecevit Kıbrıs çıkarmasını yaparken eşine bile haber vermemiştir, eşine bile... Bu, davul zurnayla harekât başlattık diyor. 13 şehidimizin sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan'dır, kimse başka bir şey düşünmesin.

Bu beş sorunun cevabını bekliyorum. Ben değil, bu millet bekliyor. Yediden yetmişe bu millet, bu beş sorunun cevabını bekliyor. Savunmaya geçti şimdi. Ne demek istiyorum? Salı toplantılarını çarşamba günü yapıyor beyefendi. Biz ne diyeceksek, kendisini savunacak. Beş soruyu sordum. Beş sorunun cevabını yarın senden bekliyorum. Beş sorunun cevabını sadece ben beklemiyorum, 83 milyon insan bu beş sorunun cevabını bekliyor senden.

Değerli arkadaşlarım, devlet dediğiniz kurumun, hukukun üstünlüğüne göre yönetilmesi ve vatandaşları koruması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Devlet dediğiniz kurum, vatandaş üzerine baskı kurmaz, onu yönlendirmez. Yönlendirmesi çağdaş anlamda ancak eğitimle olur. Alır, eğitir, vesaire vesaire. Ülkenin çıkarlarını öğretir, hukuku öğretir, hukukun üstünlüğünü öğretir, el sanatlarını öğretir... Değişik alanlarda insanların beceri kazanmalarını sağlar. Yani insanların çıkarı üzerine, doğanın çıkarı üzerine inşa edilen bir devlet anlayışı vardır bizde.

Değerli arkadaşlarım; bir kadın Elazığ'da Erdoğan'a "açım" diyor. Erdoğan duymazlıktan geliyor. "Açım, aç" diyor kadın. Biz söylüyoruz, bizi duymuyor ama kadını da duymuyor. Sonra bu sosyal medyaya düşünce devletin valisi, "açım" diyen kadını valiliğe çağırıyor. Allah bilir iki polis gönderip, derdest edip getirmişlerdir makama. "Açım demeyeceksin, beni yanlış anladılar" diyeceksin. Şu devletin düştüğü hale bak ya. Gerçekten üzülüyorum. Gerçekten vicdanım sızlıyor. Ya koskoca valisin, talimat aldın, bu kadının bari ayağına git. Bu kadının derdi nedir, bari onu sor. Çağırıyorsun makamına, ayağına çağırıyorsun, şunu söyleyeceksin, televizyon kamerası da hazır orda. Sonra ertesi gün bunu yayınlıyorsun. Bu ahlak mıdır arkadaşlar! Bunlarda ahlakın kırıntısı var mı? Vali bu talimatı kimden aldı ve nasıl yaptı? O kadın "açım" diyor. Herhalde bir paket verdiler. "Sen bundan sonra açım deme. Şunu, şunu, şunu da ayrıca yapacağız. Sözlerini de geri al. Erdoğan da çok memnun olacak.”

Valiler, devletin valisi olur. Bir kişinin valisi olmaz, bir partinin valisi olmaz. Kişi, kendisini partinin valisi olarak görüyorsa, valilik yapamaz, beldeyi ayakta tutamaz, beldeye huzuru getiremez. Tarafsız olmak zorundadır vali. Her vatandaşına eşit davranmak zorundadır vali. Varsa bir sorunu, açsa, valinin derhal harekete geçmesi ve o kadının sorununu dinleyip, evine gidip kadının sorununu dinleyip, sorunu çözmesi lazım. Ayağına çağırıyorsun, "hayır efendim beni yanlış anladılar" diyeceksin diye. Sevgili Peygamberimiz diyor ki: "Utanmadığın zaman, dilediğini yapabilirsin." Utanma kalmadı. Emin olun utanma kalmadı. Bir kadının "açım" demesini 180 derece değiştirerek "hayır efendim beni yanlış anladılar, benim karnım tok, keyfim de yerinde; durumum da çok iyidir, çok şükür" demesini neye bağlıyorsunuz siz? Ceberut devlet anlayışıdır bu, ceberut devlet anlayışıdır, başka bir anlayış değildir.

Bu arada havuz medyasına da bir şeyler söylemek lazım: Boğaziçi'nde bir eylem var. Atanan bir rektör var. Rektöre herkes karşı. Dolayısıyla rektör demokratik yollarla protesto ediliyor. Ne cam kırılıyor ne çerçeve kırılıyor. Polis bazı eylemlere müdahale ediyor, şiddet uyguluyor. Şimdilik onlar da yok. Şimdi alıyorlar Uludağ'daki bir görüntüyü, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri nasıl eğleniyor diye, havuz medyası haber yapıyor. Sözde onları karalayacak. Havuz medyasının hiçbir kıymeti yok, hiçbir kıymeti yok ama havuz medyasının iftira atma konusunda müthiş yetenekleri var. Çünkü bunların hiçbirisi gazeteci değil. Kalemini satan, kalemini kiralayan adamdan zaten gazeteci olmaz. Paraları nereden aldıklarını biliyoruz. Havuzu nasıl oluşturduklarını biliyoruz. Rüşvetten beslenen adamın Türkiye'nin lehine bir satır yazması mümkün mü? Mümkün değil. Dolayısıyla "şehitlerimiz varken eğleniyorlar" diyor. Beyefendi sen Rize kongresine bir baksana, beyefendinin attığı kahkahalara; niye onu haber yapmıyorsun, haberse ona haber yapacaksın! 13 şehidimiz gelmiş, daha önce 3 şehidimiz var; beyefendi sanki Türkiye'de hiç şehit yok, her şey güllük gülistanlık, sabahleyin helikopterle kahvaltıya, arkasından her 15 metreye bir polis dizerek Rize'ye gidiyor. Şu hale bakın Allah aşkına, şu hale bakın!

Buradan bütün anne-babalara sesleniyorum: Evlatlarınıza sahip çıkın. Onlar güzel çocuklar. Evlatlarınızla gurur duyun. Onlar her zaman, her yerde sizden aldıkları terbiyenin gereği olarak doğruları söylüyorlar, doğruları söylemeye de devam edecekler. Doğruları söyleyeni dokuz köyden kovarlar ama Boğaziçi Üniversiteliler dokuzuncu köyden kovsalar, onuncu köye gidip yine doğruları söylemeye devam edecekler. Onlarla siz anne-baba olarak gurur duyuyorsunuz, biz de gurur duyuyoruz.

Kontrolünü kaybetmiş bir siyasal iktidar var ama bunu aşacağız, hep beraber aşacağız. Sandık gelecek; bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün gelecek. Bu millet her şeyi bir tarafa not ediyor, hafızasının bir tarafına not ediyor. Ne yaptıklarını da gayet iyi biliyor. Zaten anket sonuçlarından da üç aşağı, beş yukarı nasıl eridiklerini de görüyoruz. Ama işin özü sandıkla geldiler, sandıkla bunları göndereceğiz, demokratik yollarla göndereceğiz, güle oynaya göndereceğiz. Hiç kimsenin arkasından bir şey söylemeyeceğiz; öyle asarım, keserim, bunları mahvederim, hayır yok. Demokrasi neyse, herkes için geçerli bir kavram olmalı. Bizim için de, bizi beğenmeyenler için de her şeyi hukuk içinde çözmeye kararlıyız.

Değerli arkadaşlarım; perşembe günü Bolu'ya gittim. Yeşilliği en çok olan kentimiz; olağanüstü bir coğrafyası var Bolu'nun. Başarılı da bir belediye başkanımız var, Tanju Özcan. Çok başarılı, Bolu'ya gerçekten güzel şeyler yapıyor, meydanlar kazandırıyor. Şimdi bir tarihi çarşı var. O tarihi çarşı, tarihi dokusuna uygun olarak yeniden yapacak, onun çalışmalarını da yapıyor. Böylece Bolu sadece yeşilliği için değil, tarihi için de, tarihi çarşısı için de turistleri büyük ölçüde cezbedecek. Öyle görünüyor değerli arkadaşlarım.

Esnaflarla gezdik, esnafların dertlerini dinledik. Hepsi dertli, hepsi şikayetçi. Daha sonra bir toplantı yaptık; sivil toplum örgütleri, esnaf odaları, meslek kuruluşları onlar da geldiler, onların bazı sitemleri vardı ve ben o sitemleri dillendireceğime söz verdim. İstiyorlar ki, iktidar sahipleri bu sitemleri duysun ve gerekli önlemleri alsınlar.

Önce Şehitler ve Gaziler Derneği'ne gittik. Defalarca söyledim, onlar da bize söylediler. Şehit ve gaziler arasında ayrımcılık yapmayın. İktidar ayrımcılık yapıyor. 15 Temmuz Şehitleri has evlat, diğerleri üvey evlat. Olmaz bu. Şehit ve gaziler arasında ayrımcılık yapmamak gerekiyor. Bu konuda bir kanun teklifi verdiğimizi söyledim. Arzu ederseniz o kanun teklifini biz size de gönderebiliriz. Onun gerekçesinde şehit yakınları ve gaziler arasındaki bütün farkları görebilirsiniz diye söyledik.

Sonra bir meydanda, bir salonda toplantı yaptık. Kahveciler Odası Başkan Yardımcısı, “Türkiye genelinde 130 bin kahve var. Burada çalışan binlerce insan var. Biz her siyasi partiye kapımızı açtık” diyorlar. Doğru, milletvekili olarak gidip önce kahvelere gideriz, kahvede oturan vatandaşlara kendi düşüncelerimizi, görüşlerimizi aktarmaya, onlara merhaba demeye, siyasete ilk adımımızı attığımızda buradan başlarız zaten. Kahveciler de diyorlar ki: "Bütün siyasi partilere açtık ama bakıyorsunuz lebâleb dolu kongreler yapılıyor ve bu çok kalabalık olduğu için de övünülüyor. Ama bizim kahveler kapalı. Niye kapalı bizim kahve? 11 aydır evime ekmek götüremiyorum, 11 ay... Bütün birikimlerimi de yedim. Sağdan soldan borç topluyorum. Biraz kredi verdiler, onu aldım. Nereye kadar gidecek bu?" Haklı. “Dükkanımızı açın” diyorlar, dükkanımız açılsın. Söylediği şu cümle çok önemli: "Sokağa terk edilmiş öksüz çocuk gibiyiz. Sokağa terk edilmiş öksüz çocuk gibiyiz... Sanki bizim sahibimiz yok." Dedim hiç meraklanmayın, bak ben buraya geldim, sizin sahibiniz var. Sizin sahibiniz Cumhuriyet Halk Partisidir. Cumhuriyet Halk Partisi, alın terine değer verir, emeğe değer verir, çalışmaya değer verir. Cumhuriyet Halk Partisi'nin karşı çıktığı sadece bir şey var, malı götürmek; ona karşı. Onun dışında kim çalışıyorsa başımızın üstünde yeri var dedik.

Düğün salonu sahipleri, 1 yıldır kapalıyız, tek kuruş kazanamadık diyor. Bari HES koduna göre izin verin, biz burada bir şeyler yapalım diyorlar.

Orman işletmelerinde çalışan orman işçileri, benim de bilmediğim bir konuyu açtılar. Biliyorsunuz orman köylüleri toplumun en fakir insanlardır. Bunlar ormanda vahidi fiyat esasına göre yani çalışırlar, üretirler; işte ağaç dikerler, fidanlara bakarlar, ağaçları keserler, belirli ağaçları keserler ve buradan Orman Genel Müdürlüğünden de para kazanırlar. 1996 yılında çıkan bir tebliğ var, 288 numaralı bir tebliğ var. O tebliğe göre de bunlar para alıyorlar. Şimdi 2020 yılında bu tebliği değiştirmişler, 2021 yılında uygulanmak üzere. Bu tebliği uyguladıkları zaman aldıkları ücretler düşüyor. Ya hayat pahalandı, her şeye zam geldi, bunların ücretleri düşüyor. Bir de şöyle bir örnek veriyorlar, diyorlar ki: 2021 yılında yeni fiyat belirlendi. Ona yüzde 8 zam ocakta, yüzde 7 zam da temmuzda gelecek. Zam gelince biz de sevindik, aldığımız ücret hiç değilse yüzde 8, yüzde 7 zamlanacak ve biz de para kazanacağız. Ama şu örneği veriyorlar: 2020 yılında bu işi yaptığınızda 140 lira alıyorduk. Şimdi bu zamlara rağmen alacağımız 117 lira. 140 liradan 117 liraya düşüyor. Grup Başkanvekili arkadaşlarım; bu konuyu gidip görüşün. Gelir düşer mi Allah aşkına? Gelir düşer mi? Enflasyon kadar; 140'tan yüzde 117'ye düşüyor. Zaten bunlar en fakir olanları. Bu konuyu gerekirse bir grup arkadaş bakanı ziyaret edip, bu sonucu alsınlar ve bunu Tanju Bey’e, bizim belediye başkanımıza aktarsınlar, o da ilgililere aktarmış olur.

Esnaf Odaları Birliği Başkanı… Biz 500 bin civarında esnafız diyor. Çok ciddi sorunlarımız var diyor. Zor durumdayız. Vergilerimizi, sigorta primlerimizi ödeyemez noktadayız. Bir yıl ertelesinler vergi ve sigorta primini, faizsiz olsun ve biz bunları zamanı gelince öderiz diyorlar. Kredi çekmekte zorlanıyoruz diyorlar. Eğer paramız yok, işyeri hiç açılmayacaksa ve bu yasaklar devam edecekse, bize bir yıl süreli bari faizsiz kredi versinler. Biz bu krediyle bir şekliyle geçirelim diyorlar. 3 ay süreyle bize biner lira para veriliyor. Bu bizim elektrik, doğalgaz faturalarını bile karşılamıyor. Dolayısıyla çoluk çocuk aç ve gerçekten perişan vaziyetindeyiz diyorlar. Kira stopajı; bazı arkadaşlar kirada, kira stopajı kesiliyor, bunu bizden istiyorlar. Oysa o mülk sahibine ait bir şey ama bizim sırtımızda kaldı. Biz buna isyan ettik. Siz bunu defalarca söylediniz ama oranı düşürdüler ama yük gene bizim sırtımızda. İtirazları haklı. Asgari ücretten vergi alınmasın diyorlar. Yanımızda çalışan birkaç kişi var, bari hiç değilse onlara daha yüksek ücret ödeyelim. Ayrıca zincir mağazalar, sokak aralarına indi, onlarla rekabet edemiyoruz diyorlar. Ben 10 kalem alıyorum, o gidiyor 50 bin kalem alıyor, bütün mağazalarına dağıtıyor. Benim tek dükkanım var, çoluk çocuğum var. Peki ben nasıl geçineceğim diyor. Rekabet edemiyorum, bana bu şansın tanınması lazım...

Ziraat Odası Başkanı milyonlarca çiftçi var, 7 sorunumuz var dedi, temel 7 sorunumuz var dedi. İlaçta sorunumuz var, gübrede sorunumuz var. 7 bin ton patates kaldı, satamıyoruz, onda sorunumuz var. Niğde'de de malum patates olayı var, üreticiler büyük ölçüde şikâyet ediyorlardı. Yem fiyatlarının çok arttığını, Ziraat Bankası'ndan ve Tarım Kredi Kooperatiflerinden kredi almakta zorluk çektiklerini; düşük faizli kredi alan, ürününü satamadığı için elinde kaldı ve dolayısıyla icra geliyor. İcraların durdurulmasını istediler.

Kantin işletmecisi bir arkadaşım vardı, onların dernekleri adına katılmıştı. Önce şöyle bir sitemi dile getirdi: Herkesi dile getirdiniz ama kantin işletmecilerini dile getirmediniz. Dedim, biz dile getirdik de size aktaramamışız. Eksik yine sizde değil, eksik bizde. Normalde kantin işletmecilerinin de büyük sorunları var. Hatta şu örneği verdim: Benim eniştem de aynı zamanda bir kantin işletmecisi. Dolayısı ile sorunu birinci elden de ondan da gayet iyi biliyorum diye. Vergi, sigorta pirimi, katı atık-çöp vergisi veriyoruz. Dolayısıyla para kazanamıyoruz. Kantinler kapalı, okullar kapalı. Hastalanmayayım diye dua ediyorum diyor. Çünkü prim yatıramadığım için hastaneye düşersem, kimse bana bakmayacak. Ayrıca 3 bin 600 lira sosyal güvenlik kurumuna borcum var. Aracıma haciz kondu. Böyle bir şikâyeti var.

Kamyon şoförleri, onlar da: K1, K2 belgeleri, diğer belgeleri alıyoruz, bu belgeler çok pahalı diyorlar. Büyük şikayetleri var. Akaryakıt çok pahalı, büyük şikayetleri var. Ayrıca bizi en pahalı yollardan bize geçmek için zorunlu tutuyorlar. Dünyanın parasını ödüyoruz onlara. Burada sıkıntımız var. Araç muayene istasyonlarına yapılan zamlar, açıklanan enflasyon zammının çok üstünde. Burada sıkıntımız var. Ayrıca şehir içi otobüsler var özel; 65 yaş üstü olanlar bedava. Bedava da, o zaman yani parasını verin. Biz bedava taşıyalım ama size parasını verin. Para veremiyorsanız, bari mazotta indirim yapın, biz de bunları ücretsiz taşıyalım diyorlar.

Lokantacıların büyük şikayetleri var. 110 bin lokanta, pastane var diyorlar. Sadece Bolu'da 186 tane lokantanın kapandığı ifade edildi ve şöyle bir gerçek de yine ifade edildi: Biz bir de bankadan ucuz kredi aldık Halk Bankası'ndan. Dükkân kapalı, o krediyi de yedik, bitirdik. Şimdi dükkânı kapatacağız, korkudan kapatmıyoruz. Çünkü kapattığımız zaman aldığımız kredinin tamamını istiyorlar, bir de yüksek faizle istiyorlar. Dükkân açık, kiralar ödeniyor ama böyle bir sıkıntımız var diye açıklama yaptılar.

Açıklamaları haklı. Bunları biz defalarca dile getirdik. Onlara şunu söyledim: Bir, asla ve asla umutsuz olmayacaksınız. İki, önce Allah'a güveneceksiniz, sonra kendinize güveneceksiniz, sonra da bize güvenecekseniz. Biz size her türlü, her türlü katkıyı yapacağız.

Bizim rant merakımız yok, bizim rant merakımız yok. Biz alın teriyle kazanan herkesin yanındayız. Kim alın teriyle kazanıyorsa, sabahın köründe dükkânı mı açıyor? Hay hay kardeşim, aç; kazanıyor musun? Helal olsun, kazan. Yanındaki kazanıyor mu? Evet, yanındaki de kazansın ve dolayısıyla daha güzel, daha barış içinde yaşadığımız güzel Türkiye'yi inşa edeceğiz değerli arkadaşlarım.

"Kaynak var mı?" diye sordular. Kaynak var dedim. Kaynak var. Kaynağın nerelere kullanılmasını siz değil, oy verdiğiniz siyasi parti belirler. Bu bir siyasi tercihtir. Ben verginin, topladığım vergilerin, aldığım borçların, sattığım fabrikaların bedelini istersem Ali'ye veriyorum, istersem Veli'ye veriyorum, istersem başkasına veriyorum. Nasıl veriyorum. İhale yapıyorum, çağırıyorum, gel kardeşim, kaç lira bu? 500 lira. Bin liraya sana verdim, 500 lirayı bana ver. Arayanı soranı var mı? Arayanı soranı da yok. Gidiyor bu paralar.

Bakın onlara şu örneği verdim, aynı örneği vermek isterim. Ak Parti iktidarının son bir yılda devletin kasasından ödediği faiz 134 milyar lira. Biraz daha fazla, 134 milyar 700 milyon lira. Kime gidiyor, 134 milyar liralık faiz kime Gidiyor? Kimi alıyor bu faizi? Sordum, içinizde bu faizi alan var mı? Esnaflar orda, muhtarlar orda, herkes orada. Ticaret Odası, Sanayi Odası, Esnaf Odası Başkanları orada, herkes orada. Bu 134 milyar liradan bir lira alan var mı? Bir lira alan yok. Nereye gidiyor? 5 kişiye gidiyor. Bir de dışarıya ödüyoruz ve rakam verdim: Ayda 1 milyar 600 milyon dolar faiz ödüyoruz, 1 milyar 600 milyon dolar faiz ödüyoruz. Dolayısıyla ödediğimiz faiz, gerçekten de bütçedeki bütün gelirleri yok ediyor ve esnafa gidecek para kalmıyor. O zaman yapmamız gereken ne? Üreten Türkiye... Onlara üreten Türkiye'nin ne olduğunu, hangi stratejiden yola çıkarak Türkiye'nin bu beladan kurtulacağını da bütün ayrıntılarıyla bir şekliyle ifade ettim değerli arkadaşlarım

Buradan geçen grup toplantısında açıkladığımız, iktidarımızın ilk haftasında, dostlarımızla beraber iktidar olduğumuzda ilk haftasında neyi yapacağımızı açıklamıştım. Şimdi aynı açıklamayı tekrar yapmak isterim. Duymayan vatandaşlarım da duysunlar.

1- Katar ordusuna peşkeş çekilen Sakarya'daki tank-palet fabrikasını hemen alacağız ve şanlı ordumuza iade edeceğiz.

Birinci kuralımız bu, hemen. Ordunun elinden alıyorsun, Katar ordusuna peşkeş çekiyorsun. Buna tahammül edemeyiz. Bizim milliyetçilik anlayışımız, onların milliyetçilik anlayışı değil. Göstermelik değil, gerçek anlamda milliyetçi, gerçek anlamda vatanseveriz.

2- 15 Temmuz şehit ve gazileri için toplanan paralar var. Bu paraları faizleriyle beraber hemen, 1 hafta içinde bütün hak sahiplerine iade edeceğiz. Herkes alacak hakkını alacak. Vatandaş ödemiş, hakkını alacak.

3- Beşiktaş'taki terör saldırısında -10 Aralık 2016'da oldu bu- hayatını kaybeden 39'u polis, 8'i sivil, 47 şehidimiz için toplanan paraların tamamını faizleriyle beraber hak sahiplerine iade edeceğiz.

4- Çiftçilerin bankalardan ve tarım kredi kooperatiflerinden aldıkları kredilerin faizlerini tümüyle sileceğiz, ana paralarını taksite bağlayacağız.

Bunu kimsenin unutmamasını isterim, bütün çiftçiler unutmasınlar. Faizlerin tamamını sileceğiz. Çünkü çiftçilerin 310 milyar lira alacağı var, devletten alacağı var.

5- Esnafın pandemi döneminde aldığı kredilerin faizlerini tamamen sileceğiz, ana parasını da onların görüşünü alarak taksitlendireceğiz ve onları da rahatlatacağız.

6- Bir kararnameyle, hemen, derhal bir kararname ile bu stopaj vergisini tamamen kaldıracağız.

7- Hangi koşulda olursa olsun, vatanseverliğin bir gereği olarak Süleyman Şah türbesini kaçırıldığı vatan toprağına yeniden götürüp, bayrağımızı dalgalandıracağız.

İlk bir hafta içinde yapacaklarım bunlardır.

Hepinize en içten sevgiler, saygılar sunuyorum değerli arkadaşlarım.


Tüm Fotoğraflar İçin Tıklayınız...


Bu Kategorideki Diğer Haberler

Cumhuriyet Halk Partisi 100 Yaşında
Haber Tarihi: 09.09.2023
CHP Parti Meclisi Açıklaması
Haber Tarihi: 06.06.2023